ÖNCEKİ ZAMAN -1-

1153 Words
Doksan yaşını geride bırakmıştı birkaç gün evvel. Gençliğinin alışkanlığı olan ve elbisesinin cebinde tuttuğu küçük yuvarlak aynaya bakmak istemiyor artık. Gerçi baksa da gördüğü yüzü buruş buruş, kahverengiye dönük tuhaf bir şey. Yıllar geçtikçe bedeni suyu çekilmiş bir ağaç gibi kurudukça kurumuş hatta küçülmüştü. Dik duramıyor bile, beli iki büklüm. Allah'a şükür eskisi kadar keskin olmasa da aklı hâlâ yerinde. Rahmetlinin ardından yalnızlığını en sevdiğ torunu Yağız ile aşıyor. Kolay değil,zaman değişiyor ve kendi gittikçe daha eski kalıyor. Anıları bile hafiften bir duman altında. Bazen bazı şeyleri hatırlamakta zorlanıyor. Şu dünyaya tutunduğu tek dalı Yağız. Gençliğinin coşkusu, yaşam sevinci, kısacası her şey onda. Duran aklıyla geçmişe uzanıyor bir an. Sene 1950. Zorlaşan yaşam şartları ve yeni Bulgar Hükümetinin tüm mal varlıklarına el koyması üzerine çoğu Türk gibi anavatana dönüyorlar. O günlerde Türkiyede de yaşamak güç. Henüz sanayi gelişme aşamasında, geçim zorluğu hep olduğu üzere hüküm sürüyor. Bir iki sene oradan oraya sürükleniyorlar. Edirne, Bursa derken şu an oldukları yerde iskan ediliyorlar. Ege'de doğal zenginliklere sahip küçük bir şehir o vakitler burası. İnsanın her şeyi bırakıp sıfırdan başlamasının zorluğunu yaşıyorlar bir süre. Farklı işleri deneyerek tutunmaya, eski varlıklı günlerine dönmeye çabalıyorlar bir vakit de. Birkaç olumsuz sonuçlanan girişimden sonra zeytine tutunuyorlar. Rahmetli o günlerde genç, tuttuğunu koparıyor. Civar bölgeleri gezerek zeytin üreticileriyle anlaşıyor. Kamyon kamyon tonlarca zeytin geliyor bir mevsimde. Hükümetin kendilerine verdiği evin bahçesi geniş mi geniş. Evin bitiminden itibaren, tonlarca zeytini alacak devasa havuzlar yaptırılıyor. Makineden geçen zeytinler bu havuzlarda bekletiliyor, belli dönemlerde içinde bekletildikleri su değiştiriliyor. Zahmetli ama, bereketin kapısını açan bir iş. Zaman içinde teknolojinin gelişimine ayak uydurarak bugünlere geliyorlar. Bir ömür veriliyor bugün için. O zorlu günlerde dünyaya geliyor Yağız. Tükenmeyen umudun simgesi gibi. Büyük dede veriyor adını. Kendi gibi yağız, güçlü bir yiğit olsun diyor. Yağız dünyadan habersiz, iri, yeşil gözleriyle süzüyor çevresindekileri. Simsiyah saçlar, beyaz bir ten ve canlı mı canlı gözleri. O zor günlerin maskotu gibi bir şey. İstedikleri kadar akşam eve yorgun dönsünler, hiç sıkıntı değil. Yağız alıyordu üstlerinden yorgunluğu. Derken dedeyi kaybediyorlar, Yağızın babası yürütüyor işleri. Her şey yolunda ve kazançlı. Sonu gelmeyen bir refah doluyor evlerine. Yağız'ın uğuru diyorlar bu hale. Yaşlı kadın düşünmekten yorulmuş gibi ardına yaslanıyor. İki eli bastonunu üzerinde. Bastonu olmadan zorlanıyor yürümekte. Doksan yıllık bir bedeni taşımak oldukça zor. Gözleri kapalı, ayakta uyur gibi duruyor bir süre. Aslında can kaynağını bekliyor. Onu gördüğü an, taze can yürüyor sanki damarlarına,kendinden mutlusu yok o kavuşmalarda. Aklının bir yerinde de farklı düşünceler. Yağız artık bir delikanlı. Bir doksan boyunda, yapılı, kapı gibi bir yiğit. Askerliğini yapıp gelmiş, babasının rahatsızlığı üzerine de işleri tamamen eline almıştı. Bu çocuğu evlendirmek gerek diyor kendi fikrinde. Torununun çocuğunu görmek, bambaşka bir heyecan veriyor yüreğine. Bu sırada duyduğu ayak sesiyle gözünü açıyor. Gelen, gelini Zehra. Sert sert anlamsız bir öfkeyle bakıyor bir süre onun yüzüne. Zehra gene ne ettim dercesine boş gözlerle karşılık veriyor. Yaşlı kadın bir iki öksürüp genzini temizledikten sonra başlıyor: -" Sen nasıl bir anasın?!" Zehra şaşkın: -" Ne oldu gene ana? Ne kusur ettim?!" -" Daha ne olsun çocuk yirmi üçüne girecek neredeyse. Bu yiğidin sevdiği, bir yavuklusu yok mu?!" -" Ne bileyim ben! Bana bir şey dediği yok." -" Demez zaten! Ana olup lafı ağzından alacaksın! Artık bu çocuğu everelim! Torun çocuğu daha bir tatlı olur! İşte bu kadar!" Zehra ne desin bilemiyor, susup kalıyor.Bahçe kapısının hızla açılıp kapandığını duyuyorlar. Yaşlı kadına birden bir genç kız heyecanı geliyor: -" Bu onun kapı kapatma gürültüsü. Biricik torunum, yiğidim Yağızım geliyor!" dedikten sonra telaşla yerinden kalkmaya uğraşıyor. Elinden gelse koşa koşa kendi karşılayacak Yağız'ı kapıda. -" Dur ana, sakin ol! Gene düşüp bir yerini kıracaksın, kolunu unutma, daha yeni iyileşiyor, şimdi karşılarım ben onu!" dedikten sonra Zehra hızla kapıya gidiyor. Kapıyı açmasıyla birlikte delikanlının tatlı sesi içeriyi sarıyor: -" Hanimiş benim bir tanem?! Ana kraliçem nerede?!" Bunları duyan yaşlı kadın neredeyse kanatlanıp uçacak mutluluktan, oturduğu yerde kurum kurum kuruluyor. Büyük beyaz namaz örtüsünü düzeltiyor. Yağız onun huyunu iyi bildiği için eve geldi mi ilk ona sarılır, halini hatrını sorardı. Onu ilgiye muhtaç küçük bir çocuk gibi sarıp sarmalamayı seviyor. Ee yaşlılık da zaten ikinci çocukluk değil mi? Hep yaptığı gibi sarılıyor babaannesine. Buruşuk iki yanağından öpüyor kocaman. Onu mutlu etmek bu kadar kolay! -" Nasılmış bakayım benim bir tanem?" Yaşlı kadın biraz nazlanıyor önce: -" Sabah uyandığımda omzumda bir ağrı vardı. Sonra koluma geçti. Yaşlılık işte oğlum, nasıl olayım?!" -" Sen hepimizden sağlamsın! Ölürüm ben sana!" Bir an gözü annesine kayıyor. Kadın alay eden bir gülüşle bakıyor uzaktan. Sanki her zamanki hali, nazlanıyor der gibi. Yağız da gülerek ona karşılık veriyor. -" Sen nasıl bir torunsun?!" Birden gelen bu azarlamayla şaşma sırası Yağız'a geliyor: -" Ne yaptım ben şimdi babaanne?!" -" Sus! Büyüklerine karşı gelme! Bugün bir karar aldım ben!" -" Buyur babaanne söyle, neymiş bu karar!" -" Evleneceksin! O kadar!" Yağız oturduğu koltuğa kendini bırakmış, kahkahalarla gülüyor. Bir süre sonra gözlerindeki yaşı silip soruyor: -" Emret! Kiminle? Ne zaman?" -" Ne emri haylaz?! Sen genç değil misin? Elbet vardır bir yavuklun." Yağız alaycı gülüşüyle: -" Yok ki babaanne!" -" Sus! Yalan konuşma! Kaç yaşında adamsın! Vardır biri vardır!." -" inan ki yok babaanne! Seveceğim biri çıkmadı karşıma." -" Nasıl olur?! Senin gibi yakışıklı, boylu poslu adam! Hayret!"dedikten sonra yaşlı kadın bir an sessizliğe gömülüyor. Yağız annesine dönüyor bu arada: -" Annemmm! Sen nasılsın?!" -" Hep aynı, her gün yeni bir icat! Görmüyor musun halimizi?!" derken kaynanasını işaret ediyor gözüyle. -" Kesin sesinizi! Bir çare düşünüyorum bu duruma." -" Babaannem ne acelemiz var?! Elbet bir gün evlenirim." -" Senin acelen yok ama, benim acelem var. Çocuğunu görmek istiyorum ölmeden." -" Daha gençsin bir tanem!" -" Bak bir de alay ediyor benimle! Doksan bitti, doksan bire girdim ben!" -" Hey maaşallah!" Yaşlı kadın gelinine dönüyor tekrar: -" Yarından tezi yok kız aramaya başlıyoruz. Duydun mu Zehra?! Yiğidime layık bir genç kız sorup soruşturacağız! Anlaşıldı mı?!" Zehra onun huyunu iyi bildiğinden hiç karşı gelmiyor: -" Olur anne bakarız." Zehra lafını bitirir bitirmez mutfağa gitmekte buluyor kaçışı. Yaşlı kadın torununa dönüyor tekrar: -" Ben sana anlatmış mıydım rahmetiyle nasıl tanıştığımı?!" Yağız defalarca dinlemiş olsa da öncesinde onu daha da mutlu etmek için: -" Yoook babaanne anlatmadın. Hadi şimdi anlat da dinleyeyim." Yaşlı kadının gözleri ışıl ışıl olurdu her anlatışında, şimdi de öyle: -" On dört ya da ne bileyim on beşimdeyim. Memleketteyiz o vakitler. Fırsat buldukça evden gizlice çıkıp dere boyuna gezmeye gidiyorum. Gizli gizli sevgilileriyle buluşan kızları görüyorum. O günlerin birinde tanıdım dedeni. Bir arkadaşına yaren olup gelmiş o gün. İnan ki gözlerine ilk baktığımda elimin ayağımın hatta yerin titrediğini hissettim. Aşk bu? Tabii sarsacak adamı. O da şaşkın. Etrafına bakındı, o an gördüğü yabani, sarı çiçeklerden birini koparıp yanıma geldiydi. Hey gidi günler hey! Onu sevince daha bir dikbaşlı oldum. Her fırsatta buluşuyoruz ....." Ses kesilince Yağız onun koltuğunda uyuyakaldığını görüp gülümsüyor. Şalını yavaşça üstüne örtüyor. Babaannesinin unutulmaz aşk masalı bambaşka. Hep dinlediği ama, hiç yaşamadığı bu duyguyu merak etmiyor da değil hani! Belki babaannesi ile annesinin uygun gördüğü bir kıza aşık olabilirdi. Kısmet... -
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD