AYRILIŞ
Kendini bilmeden sabahın ilk ışıklarıyla dışarıya atıyor kendini. Sağa sola çarpıyor telaşının tesirinde. Kapı ardına dek açık kalıyor. Güneş henüz kendini göstermese de hafif bir aydınlık var gökyüzünde. Bu hafif ışık yeni bir günün başlangıcı olsa da kimin için, kime nasıl belli değil henüz. Keskin bir ayaz yakıyor yüzünü. Buz gibi bir hava sarıyor bir anda kadını ama, o duyumsamıyor bile. İncecik ev kıyafetleriyle koşuyor. Arada bir sendeliyor kayarak, titriyor zayıf bedeni. Yerler buz tutmuş. Aldırmıyor sert soğuğa. İçine düştüğü korku, sanki diğer tüm hislerini yok ediyor. Aralık ayının son günü. Herkes yeni yıl coşkusunda, o sabahı sabah etmenin dayanılmaz işkencesinde. Onunla yeni bir yılda, yeni bir hayatta beraber olabilirler. Her şey öncekinden çok daha güzel ve iyi olabilir. Yeter ki onu bulsun ve ona kavuşsun! Şu dünyada olanla ölenin çaresi yok sadece. Çıkmadık candan ümit kesilmez. Yeter ki bir ve beraber olsunlar! Derken bir anlık geç kalmanın korkusu daha da çöküyor omuzlarına. Hayat bazen her şeyi yeniden yapacak kadar uzun bazen de seni seviyorum diyemeyecek kadar kısa. Bu pişmanlığı yaşamak istemiyor. Bunun olasılığını bile, her hücresiyle reddediyor. Gözünü saatten ayırmadan dakikaları hatta, saniyeleri saya saya iç acısını yaşıyor. Eve gelmemişti o akşam. Bildiği yerleri aramıştı ama, yok! Onu nerede bulacaktı?! İnsanın elinden bir şey gelmemesi ayrı bir bunalım böyle bir vakitte. Uykusuzluktan ve ağlamaktan gözleri kıpkırmızı ve her kırptığında iğne gibi batan gözleri daha çok canını yakıyor. Hafiften ensesinden terler süzülmeye başlıyor boynuna. Alnından yüzüne doğru damlalar iniyor. Bazı bazı nefesi kesiliyor gibi olsa da durmuyor, duramıyor yerinde. Yılların geç kalmışlığında kıvranıyor varlığı.En sonunda kendini kaybetmiş gibi aklına her geleni sorguluyor. Nedenini tam olarak bilmediği bir korkunun telaşında. Ya da yapabileceği bir şeyler olup da akıl edememenin tedirginliğinde. Ah o boşvermeler ve hiç bitmeyecek sanılan zamanlar! Nasıl da iki yüzlü davranmıştı hayat kendisine! Kendine kızıyor, bencilliğine kızıyor, onun güzel yüreğini neden bu kadar geç görebildiğine kızıyor. Acı hakikati bilse de zorluyor zihnini: İnsan hayatının telafisi olabilir mi? Kendini af ettirebilir mi? Anlayışının körlüğüne, onun sevgisine verdiği yanlış karşılıklara yanıyor delicesine. Onun yüzüne bakıp gülümseyen hali gitmiyor gözünün önünden. Ancak şimdi aklı eriyor kendini ne kadar sevdiğine. Bu kadar anlayışsız kalmayı nasıl becerebilmişti o kadar büyük sevgiye?! Keşke, keşke her şeye en baştan başlama şansları olsa. Keşke Gülsüm'ün laflarına kulak assaydı! Yıllarca hiç ses çıkarmadan kendine katlanmışlardı. Neden? Yağız ile mutlu olsunlar diye! Bunlar beyninde dolandıkça kahroluyor genç kadın. İçindeki kötü his yalancı çıkarsa, ona kavuşabilirse ettiği her hatayı elinden geldiğince gidermeye çalışacak. Sadece Yağız'a değil, onun ailesine de kendini affettirmeye uğraşacak. Şöyle geçmişe bir baktığında, ettiklerine kendi de inanamıyor. Meğer ne kadar kötü davranmış ona sözüm ona seviyorum derken! O tavırlarının sevmekle ilgisi olmadığını şimdi anlayabiliyor. Oysa Yağız kaç kere görmezden gelmişti hatalarını. Yağız'ın sıcak sevgisine layık olmadığını da anlıyor. Meğer ki kendine her sarılışında aynı şekilde sevilmeyi beklemiş Yağız. Anlaşılmayı beklemiş kendinden. Gönlünün geç açılan kapısı ve onun tam da o anda kendinden kopması. Bunları hissettikçe çektiği eziyet katlanarak artıyor. Meğer hep elinin tersiyle savurmuştu neşesini, sevincini! Ancak şimdi fark ediyor onu ittiği uçurumu. Oysa, Yağız'ın kendinden beklediği, sadece sevilmekti. İçindeki canavardaydı hırsının ipleri uzun süredir. Her şey yolunda gidiyor derken yüz yüze gelmişti kaybetmekle. Mutluluğunu da bu yüzden tepmemiş miydi? O kibirli davrandığı günleri hatırladıkça kendinden nefret ediyor. Yağız'ın yanında kendini kötülüğün kaynağı olarak görüyor. Dinmek bilmeyen bir azabın pençesinden kurtulmaya çalışıyor genç kadın. Geç kalan pişmanlığın, yaklaşan kötü son üzerinde olumlu bir neticesi yok. Tam da buydu endişelerinin ve korkusunun kaynağı! Hataları düzeltmek adına ne zamanı ne de şansı var!
Kocaman bahçeyi nasıl geçtiğini fark etmiyor bile.Sıklaşan nefesler içinde, yüzü kıpkırmızı.Saçları yüzüne dağılmış, çıkamadığı bir şok etkisinde. Bir ara ayağındaki terliklerin biri fırlayıp gidiyor uzağına, dönüp telaşla giymeye çalışıyor ama, titreyen elleri bunu beceremiyor, yalın ayak,topallar gibi yüremeye devam ediyor. Caddeye açılan o bildiği, büyük demir kapıyı o an açmakta zorlanıyor elleri titrerken. Yürümek değil de savrulmak dense daha uygun hareketlerine. Birkaç saniyelik uğraşının ardından demir kapıyı da açıyor. Kapıda bekleyen güvenlik görevlisi, ağzı açık seyrediyor onu. Nefes nefese koşmaya başlıyor. Aklındaki çeşitli felaket ihtimalleri hızını arttırıyor. İlk sokağın bitimindeki köşeye ulaştığında yolu yarılıyor neredeyse. Orada, büyük ihtimalle orada! Nasıl da akıl edememişti! Yine kendinden geçene kadar içip sızmış olabilir ama, ya değilse!.. Çünkü son birkaç gündür hali tamamen başka. Bedenen var görünse de ruhen bambaşka bir boyutta Yağız. Koşmalıyım!.. Yetişmeliyim!.. Onu kalbimle sarıp sarmalamalıyım! Defalarca özür dileyeceğim! Aptalım ben, seni hiç anlayamamışım diyeceğim! En önemlisi, seni çok çok seviyorum diyeceğim. Sensiz edemem, senin istediğin gibi olup seni ve kendimi, çocuklarımızı mutlu edeceğim diyeceğim! İnan ki senin için, çocuklarımız için yapacağım bunu! Oğlunu da yanımıza alacağız, ona öz annesi gibi olacağım! Sen yıllardır nasıl benim için çabaladıysan, bundan sonra ben de aynısını senin için yapacağım! Ah seni bir bulsam! Geç kalmadan seni bir bulsam!
Sonunda eski binaya ulaşıyor. Üretim yaptıkları imalathanenin kapısını zorluyor, kilitli. Kahretsin!. Hiç olmadığı kadar güçlü hissediyor kendini. İmalathanenin duvarına tırmanmayı başarıyor. Kendini duvarın öte yanına bırakıyor birden, düştüğü yerde ellerinde, dizlerinde duvara tırmanırken oluşan sıyrıkların acısını hissediyor, aldırmıyor....Elinin tersiyle görüşünü bulandıran göz yaşlarını siliyor yüzünden. Kalkıyor, bir ayağının üzerine tam basamadığından topallayarak ilerliyor. Girişteki eski evi geçiyor, başka bir kapıyı açıp karanlık ve dar bir koridordan geçiyor. Hızlı hızlı yürüyor, sanki dört bir yanındaki görünmez varlıklara yakalanmaktan korkuyor. İşçilerin çalıştığı geniş, kalın kolonlu ve kirişli alana gelince bir şeyin kıpırdadığını fark ediyor. Onu fark ediyor. Silüetin tam üzerinde ucu ilmik yapılmış kalın bir ip sallanıyor. Kalın ip devasa bir kolona bağlı. Genç adam, oldukça sakin ve bu dünyadan ayrılmış. Aklını kaybediyor kadın adeta:
-" Durrrrr! Yapmaaa! Durrrrrrr!" diye haykırsa da sanki sesini duyuramıyor veya o gölge artık bu dünyanın seslerini duymuyor. İlmeği sakin, kararlı bir tavırla boynuna geçiriyor ve kendini boşluğa bırakıyor. Derin sessizlikte insanın kalbini burkan bir kırılma yankılanıyor. Duyduğu çatırtıya kulak asmıyor. Telaşla yanına ulaştığında belki her şey bir anda bitiyor ama, son anda yetişen kadın ilmiğin ucunda sallanan adamın bacaklarını kavrayıp yukarıya doğru olanca gücüyle itiyor. ''Kurtarmalıyım!... Onu kurtarmalıyım!... '' diye sayıklıyor genç kadın. Adamdan gelen belli belirsiz hırıltılı sesler umudunu arttırıyor. Tüm kuvvetiyle onu kucaklıyor. Şu an tüm dünyası o kalın ilmiğin ucunda takılı ve etraflarında acımasızca dönüyor. Adamın birkaç kere titreyen bacakları hareketsiz kalıyor. Kadın olanca sesiyle bağırıyor:
-" Yardım ediiiiiin! İmdaaaaaat! Yardim edin bizeeee!"
Gelen olmuyor sabahın bu erken saatinde. Canını vermek istercesine kucaklamaya devam ediyor adamın ağır bedenini. Yaklaşık bir doksan boyunda kalıplı bir adam. Kadın zayıf ve ince. Bu dengesizliğe rağmen kadın inanılmaz bir güçle adamı bırakmıyor. Kısa aralıklarla yardım istemeye devam ediyor. Sonunda birkaç işçi yardımına koşuyor. İki tanesi adamın bedenini kavrarken diğeri bulduğu bir merdivene çıkıp ilmiği bağlı olduğu yerden kesiyor. Adamı boylu boyunca yere yatırıyorlar. Kalın ipin boynuna gömüldüğü yerler morarmaya başlamış, ensesine doğru kırılan kemik kendini belli ediyor. Dili dışarıya doğru sarkıyor, gözleri kocaman açılmış. Ağzından çenesine doğru süzülen köpük köpük bir ıslaklık görünüyor.. Kadın, onu kaybettiğine inanmayarak sarsıyor adamı. Boynundaki izi okşuyor ince, uzun parmaklarıyla. Adeta kendindeki canı ona vermeye çabalıyor. Dudaklarını onun dudaklarına yapıştırıp nefes alması için uğraşıyor bir süre ama, boşuna. Adamın yüzünde tuhaf bir huzur ifadesi yerleşmiş. Sanki ömründe bulamadığı rahatlığa kavuşmuş gibi. Kadın hala gerçeği kabullenemiyor. Onun saçlarını, yanaklarını seviyor küçük bir çocuğu sever gibi. Kendinden geçmiş halde aynı şeyleri sayıklıyor:''Affet beni! Affet beni!'' Geç kalmış insanların kabusunda dolanıyor. Bir an ölmek istiyor onunla beraber. Hareketleri şuursuz. Orada bulunan işçiler kadındaki dengesizliğe dehşet içinde bakıyorlar ilkin. Hepsi öylesine şaşkın ki kimse ne yapacağını bilemiyor bir süre. Derken, içlerinden biri, kadını çöktüğü yerde kaldırmaya çalışıyor ama, bunu başaramıyor.
Kadının en korktuğu vakit yaşanıyor o an. Bir dakikalık, belki de birkaç saniyelik hatta bir anlık gecikmeyle yanında olamamıştı adamın. Yapılacak bir şeyin bulunmaması, çaresiz kalmak en kötüsü. Kadın cansız bedene sarılıp ağlamaya başlıyor. "Sensiz nasıl yaşanır?!" hıçkırıyor. Derken bu hıçkırıklar bir nöbete dönüyor. Kimse kadını teselliye cesaret edemiyor ki zaten bu da imkansız. Bazı acıların tesellisi yoktur. Dünya bir an yerinde saymaya başlıyor. Bundan sonrası herkes için çok farklı olacak... Artık kendisi için başlayan yeni bir evre var önünde. Üst üste yaptığı yanlışların ilmiği de her zaman kendi boynunda olacak. Bir daha eskisi gibi olmayacak yapayalnız bir ömrün başında tek başına!