Bölüm 2

1970 Words
Uçağım Phoenix Sky Harbor havaalanına indiğinde beni çöl sıcağı karşılamıştı. Neme alışkın olan tenimde kuru havanın yarattığı yanmayı hissederken “burada ne yapıyorsun Can” diye kendi kendime mırıldandım. Ama bunu yapmalıydım. Sarp komiserin dediği doğruydu. Serseri mayın gibi ortalarda gezip bir gün kendi başımı da yamaktansa suçluların canını yakmayı tercih ederdim. Giriş yaptıktan sonra bir kartonun üstüne eğri büğrü adımı yazmış olan adama doğru ilerledim. Gerçek bir kartonun üstüne dolma kalemle üstünden bir kaç defa gidilmiş adıma bakarken, elimi adama uzatarak “merhaba ben Can” dediğimde ona uzattığım ele bir bakış attıktan sonra elimi havada bırakarak “beni takip et” dedi. Kafamı iki yana sallarken sabır çekerek onu takip ettim. Sarp bana onun adının Richard olduğunu söylemişti. Tam da dediği gibi kaba saba bir adamdı. Uzun boylu iri bir gövdeye sahip ellili yaşlarında seyrek saçlı bir adamdı. Dışarıdan görsem bir dedektif olduğunu değil dilenci olduğunu düşünürdüm. Otoparka gidip eski model siyah bir Ford’un kapısını açıp içine girdiğinde elimdeki ufak bavulumu arka koltuğa attıktan sonra yanındaki koltuğa geçtim. Ben kapıyı kapatır kapatmaz kükreyen motoru çalıştırırken gaza bastığından koltuğuma yapışmıştım. Yol boyunca hiç sesini çıkarmazken ben birkaç defa konuşmaya çalışmıştım ama her cümlemi ağzıma geri tıkmıştı. “Adın ne” dediğimde “bilmediğin bir soru sor” demiş, “tanışmadık” dediğimde “birbirimizi tanımaya ihtiyacımız yok çocuk” demişti. Sonraki dakikalar çenemi kapalı tutarken geçtiğimiz yerlere dikkat ediyordum. Arizona’ya ilk defa gelmiştim. Genelde çöllerle kaplı arazinin bazı yerlerine şehirler kurulmuştu. Burada ne kadar kalacağımı merak etsem de suratsız ihtiyara ağzımı açıp tek kelime etmedim. İhtiyar eski püskü bir motelin önünde park ettiğinde ben araçtan inmeye kalkarken “arabada kal” diyerek indiğinde elim kapı kolunda kalmıştı. Arkama yaslanıp beklemeye başladığımda ihtiyar uzun bir sure çıkmayınca arabadan inip etrafa bakmaya başladım. Bir anda motelin içinden silah sesleri yankılanmaya başladığında, otomatikman arabanın arkasına sindin. İhtiyar koşarak motelden çıkarken görünce ayağa kalkıp “ne oluyor” dedim. “Sik kafalı, neden çıktın arabadan gir içeri” diye bağırarak kendini direksiyonun başına attığında bende kapıyı açıp içeri girmiş, daha kapıyı bile kapatmaya fırsatım olmadan arabayı geri vitese takarak döndürmüştü. Arkasından çıkan adamlar arabanın ardından ateş etmeye devam ederken “siktir siktir” diyerek kafamı ellerimin arasına alıp aşağıya sindim. Yan tarafımdan “kapını kapat geri zekâlı” diye bağırdığında kapımın açık olduğunu unutmuştum. Kapımı kapatıp arkama baktığımda sakin bir şekilde akan trafikten başka bir şey yoktu. “Buda neydi” dediğimde dudaklarının arasına bir sigara yerleştirip çakmağı çakarken “sana hoş geldin partisi” diyerek iki ağzındaki sigarayla seyrek dişlerini göstererek sırıttı. Ağzımın içinde “bir delinin eline düştüm” diye Türkçe homurdandığımda “deli seni siksin” diye Türkçe cevap alınca gözlerim dışına fırlayarak ona baktım. Hala sırıtmaya devam ederken “Türkiye’den gelen öğrencilerimden hiç mi bir şey öğrenmedim sanıyorsun” derken aksanlı olsa da Türkçeyi iyi konuşuyordu. “Anlıyorum” diyerek sessiz kaldığımda yumruğunu omzuma indirerek “karı gibi utanma çocuk, benim yanımdaysan utanmayı unutacaksın” derken telefonu çaldığında gülerek “aha diğer çaylak arıyor” dedi. “Çaylak” diyerek telefonu açtıktan sonra onu dinlerken, bana dönüp “telefonun nerede sik kafa” dediğinde bavulumda unuttuğum telefonu hatırlayarak “bavulumda” diyerek arkaya uzandım. “Aç o telefonu anneciğin merak etmiş” derken gülmeye devam ediyordu. Sarp ile anlamadığım bir lisanda konuşmaya başladıklarında hakkımda ne dediklerini merak etsem de büyük ihtimal hiçbir zaman öğrenemeyecektim. Ben telefonumu alıp açtığımda Sarp’tan birçok çağrı ekrana düşmüştü. Başka arayanım yoktu. Olması da imkansızdı zaten. Sarp’ın teklifini kabul ettiğim gün yeni bir hat almış tüm arkadaşlarımı geride bırakmıştım. Bana Aslı’yı hatırlatacak her şeyden uzak durmalıydım. Eski bir apartmana geldiğimizde ihtiyardan arabadan inip “valizini alda gel” deyince dediğini yaptım. Apartmana girdiğimizde ağır koku beni karşılarken burnumu elimle kapatma isteğimi zor bastırmıştım. Çıktığımız merdivenler pislik içinde ve idrar kokuyordu. Midem kalkınca ağzımı elimle kapatırken ihtiyar bana dönüp gülerek “pek hayal ettiğin gibi değil ha sik kafa” dediğinde sinirle kafamı iki yana salladım. Adam ağzını açtığı her saniye sik demese olmuyordu. En üst kata çıktığımızda cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açıp geçmem için kenara çekildiğinde buranında apartmanın içinden farklı olmadığını gördüm. Mutfak ile bir olan oturma alanına girdiğimde içerideki boş bira şişeleri ve pizza kutuları her yerdeydi. Koltukların üstündeki çıplak kadın fotoğraflarının olduğu dergileri görünce kaşlarım havaya kalkarken ihtiyar ilk defa utanmış gibi görünüp “dağınıklık için kusura bakma sik…” demişti ki “bana şöyle seslenmekten vazgeç” diye bağırdım. Önümden geçip dergileri toplarken karşımda bir anda doğrulduğunda bakışındaki sertlik karşısında sesimi yükselttiğim için pişman olsam da duruşumu bozmadım. Korkup kaçacak değildim ama on dakika sonra keşke kaçsaydım diye düşünecektim. İlk yumruğu çenemin altına isabet ederken ben daha ne olduğunu anlamadan karnıma ikinci yumruğunu geçirdiğinde elimdeki valizim düşerken iki büklüm olarak nefessiz kaldım. Saçlarımdan tutup yüzümü kaldırdıktan sonra yumruğunun gelişini gördüğümde karnımdaki elimi kaldırarak engel olsam da sendelemiştim. Doğrulup üstüne atladığımda beni üst üste attığı yumruklarla yere sermişti. İhtiyar resmen Mike Tyson çıkmıştı. Yerde acıyla inlerken arkamdan bir tekme daha vurup “bana bak sik kafa” dediğinde acıyla nefes almaya çalışırken ona bakmaya çalıştım. Üstüme doğru eğilip beni yakamdan tutarak kaldırırken “burada patron benim sik kafa, ben değiştirene kadar senin adın sik kafa, anladın mı? İtirazın varsa iki saat sonra ülkene dönüş uçağı var. Götüne bakarak geri dönmek istiyorsan hemen bir koltuk ayırtabilirim” dedi. Beni ayağa kaldırırken inlemekten başka bir ses çıkartamıyordum. Cevap vermediğimde enseme tokat atarken “cevap ver” deyince “dönmüyorum” diye fısıldadım. Kulağıma asılıp çekerken “ne dedin lan duymuyorum” diye bağırdığında kulağım uğuldamaya başlamıştı. “Cevap ver” diye kulağımın zarını patlatırcasına tekrar bağırınca “dönmüyorum” diye haykırdım. Sonunda beni serbest bıraktığında “aferin sik kafa” dedikten sonra kapıya ilerleyip “benim biraz işim var ben gelene kadar yerleş, gerçi sadece tek oda var o da benim sen koltukta yatacaksın eşyalarını kafana göre bir yere tık” dedi ve arkasından kapıyı çarparak çıktı. O gider gitmez kendimi acıyla koltuğa bırakırken ihtiyarın vurduğu yerler daha çok sızladı. Elimle karnıma dokunurken yavaş yavaş nefes almaya çalışıp acımı azaltmak için uğraştım ama nafileydi. Yutkununca ağzımdaki metalik tadı fark ettiğimde elimi sızlayan dudağıma götürünce patladığını anladım. “Siktir orospu çocuğu” diye homurdanırken, ayağa kalkarak banyoyu bulmak için evde gezmeye başladım. Küçük koridora girdiğimde karşıma iki kapı çıkmıştı. En yakınımdakini açınca doğru tahmin olduğunu gördüm. Bir kişinin anca sığdığı banyoya girince karşımdaki aynada şimdiden şişmeye başlayan gözümü ve dudağımı görmüştüm. Elimi ıslatıp çenemden sızan kanı yıkadıktan sonra yaralarıma bastıracak buz bulmak için mutfağa gittim. Kapısını açtığım buzdolabı bomboştu. Bir umut buzluğunu açtığımda aynı boşlukla karşılaşırken küfür ettim. Kapısın sertçe çarpıp ağır adımlarla tekrar koltuğa çökerken telefonum çalmaya başladığında cebimden çıkartarak “ne var” diyerek açtım. Karşıdan Sarp kıkırdayarak “Ric ile tanışmışsın” dediğinde “bok kafalı ihtiyar” diye homurdandım. Sarp koca bir kahkaha patlatırken “seni sevmiş” dediğinde “ah çok ateşli bir aşk yaşadık” diye terslendim. Sarp gülmeye devam ederken “ona karşı gelen ilk çaylaksın Can, beni aylarca sik kafalı diye çağırdı bir kere bile sesimi çıkarmadım” dediğinde “bir cümle içerisinde o kelimeyi kaç defa kullanıyor sayamadım” dedim. “Alışırsın. Ric’in yanında geçirdiğin süre boyunca her şeye alışırsın.” “Alışmak zorundayım” diye fısıldadığımda Sarp gereksiz ayrıntılara girmeye başlamıştı. “Beren’in durumu iyiye gidiyor. Doktorları ilk başlara göre daha sakin olduğunu söylediler. Alp sürekli ziyaretine gidiyor. Dün buradaydı. Yeni bir iş kuruyormuş motor satışına başlayacağını söylüyor.” “Sarp” dediğimde konuşmasını kesince “zamanı geldiğinde onları arayacağım komiser, bana onları anlatmaktan vazgeç, arkadaşlarımı unutmadım. Sadece zamana ihtiyacım var” dedim. “Peki, sen bilirsin ama Alp’in yanımıza gelme sebebi seni bumlamazı istemesiydi” dediğinde endişeye kapılırken “ne dediniz” dedim. “Bunun mümkün olmadığını söyledik. Arama yapabilmemiz için kayıp olduğunun kanıtlanması gerektiğini söyledik ki senin onlara gönderdiğin mesajdan kendi isteğinle gittiğin belli oluyordu. Bu yüzden seni arayamayacağımızı belirttik ama bazı evraklar için sana ihtiyacı varmış.” “Evrak mı?” “Evet, Beren hastaneden çıktığında ona evlilik teklifi etmeyi düşünüyor ve bebeğin velayetini almayı düşünüyormuş. Yani Dna testinde babası sen olduğun için bebek ailende Alp’lerin onu evlat edinebilmesi için senin onayın gerekiyor.” Gözlerimi yumup bunları düşünürken iç çekerek “Beren hastaneden çıktığında bana haber ver, ben bebekle ilgili tüm yükümlülüğü babama devrettim. Velayeti almak istediklerinde babama söylemeleri yeter ben onunla konuşurum” dedim. “Tamam” dedikten sonra “hoşça kal” diyerek telefonu kapattığımda Richard da kapıdan içeri girmişti. Elindeki poşetlerle içeri girerken koltukta yayılmış halime bakıp gülerek “tembellik mi yapıyorsun sik kafalı” diyerek son kelimeleri bastırarak söylediğinde “evet bok kafalı” diye homurdandım. Elindeki poşetleri tezgaha koyarken vücudu kasılıp bana döndüğünde “ne dedin sen” deyince az önce yediğim dayağın etkisiyle korkuyla yerimde kıpırdansam da söylediğimi geri almadım. “Bok kafalı dedim” dediğimde bana bir süre hiç sesini çıkarmadan baktıktan sonra kahkahalara boğuldu. Gülerek kafasını iki yana sallayıp “sevdim seni oğlum sevdim seni” derken aldıklarını poşetten çıkartıyordu. Hepsini çıkardıktan sonra “o tembel kıçını kaldır da buraya gel, bana yemek hazırla” dediğinde itiraz etmek istesem de kendimde aç olduğum için ayağa kalkıp yanına gittim. Aldığı hazır köfteleri görünce sevinmiştim. Kızartmaktan başka bir şey yapmam gerekmiyordu. Ben ambalajlarını açmaya başlarken o “benim işemem lazım” diyerek yanımdan ayrıldı. Kullandığı cümlelere yüzümü buruştururken bir sene sonra onun gibi olacağımı biliyordum. O banyoda gözden kaybolurken ben bir tava alıp yağ dökerek köfteleri kızartmaya başlamıştım. Yemek hazır olduğunda Richard koltuğa kurulmuş televizyon izliyordu. Köfteleri tabağa alıp yanına gittiğimde sehpaya uzattığı ayaklarına vurup sehpadan düşmesini sağlarken köftelere yer açtım. Bana ters ters bakarken arkama dönüp aldığı yeşilliklerle yaptığım saltayla geri döndüğümde yerinden kalkıp tezgaha gitmişti. Ben onun kalktığı yere kurulurken elinde iki birayla geri döndüğünde birini önüme bırakarak yanıma geçti. Teşekkür ederek bir yudum alıp yemeye başladığımda “ee anlat bakalım” deyince “neyi” dedim. “Kimi kaybettin de yolun buraya düştü” diyerek direk sorduğunda omuz silkerek “anlatacak bir şey yok” dediğimde bir daha konuşmadı. Sessizce yemeklerimizi yedikten sonra “ben yatıyorum” diyerek odasına gittiğinde bende ortalığı biraz toparlayarak koltuğa uzanmıştım. Yorgunluk ve yediğim dayakla uykuya daldığımda ilk başları huzurlu olsa da sonraları yine kabusa dönmüştü. “Can elini ver” diyerek heyecanla elime atılan Aslı, neşeyle gülümserken elimi karnına bastırdığında hareketi hissetmiştim. “oğlumuz” diyerek konuştuğunda gülümserken, elimin altındaki hareketi tekrar hissettim. Aslı bana dönüp “hissediyor musun Can o bizim oğlumuz” dediğinde ona daha çok yaklaşırken “evet bebeğim” diyerek yanağından öptüm. “Her şey senin yüzünden” dediğinde “Aslı” diyerek geri çekilirken, elimdeki ıslaklığı fark ederek kafamı eğdim. Kan içinde olan ellerimi gördüğümde “Aslı” diye bağırarak kafamı kaldırdığımda gözleri kapalı solgun yüzü geriye doğru düştü. “Hayır” diye haykırırken etrafım karardığında tekrar “hayır” diye haykırdım. Ne kadar bağırırsam bağırayım karanlıktan kurtulamazken kanlar içindeki cesedi yanımda yatıyordu. Başım aşağı dökülen buz gibi suyla sıçrayarak uyanırken ardı ardına küfür ederek nefes nefese doğruldum. Omzuma değen eli refleksle geri itip kalkmaya çalışırken karanlıkta bir şey göremiyordum. “Sakin ol çocuk” diyen kalın sesi duyduğumda yerime geri çökerken oda aydınlandığında gözlerimi araladım. Gördüğüm kabusun etkisiyle hala derin nefesler alırken Richard yanıma gelerek “iyi misin?” dediğinde ellerimle yüzümü kapatarak “evet” dedim. Başka bir şey demeden yanımda dikilirken kafamı kaldırıp ona baktığımda seyrek saçlarını kaşırken “eğer uyuyamıyorsan uyku ilacı var” dedi. “Gerek yok teşekkür ederim” dediğimde “inat etme sik kafalı, belli ki sorunların var kendi başına uyumayı öğrenene kadar kullan işte” diyerek odasına gidip kısa bir süre sonra geri geldi. Elindeki ilacı bana fırlatıp arkasını dönerken “bir tane iç ve zıbar” diyerek gözden kaybolmuştu. Verdiği ilacı elimde evirip çevirirken sonunda onsuz uyuyamayacağıma karar vererek bir tane almıştım. Olay yeri incelemenin fotoğraflarına baktığım günden beri gecelerim benzer kabuslarla bölünüyordu. Aslı’yı rüyalarımda görmediğim tek bir gecem yoktu. Vicdanım beni rahat bırakmıyordu. Tek tesellim artık adalet için çalışarak vicdanımı biraz olsun rahatlatmaktı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD