1.Bölüm: Beyaz Frezyalar.

1064 Words
"Tutam tutam, buket buket frezyalar...” Attığım adımların sadece beni ilgilendirdiği günler ne de güzel günlerdi. Sokakta Farah Arslan olarak gezdiğim, akşam geç geldiğimde anneme hesap verdiğim, canım sıkıldığı zaman odamdan çıkmadığım ve o odayı sadece benim kullandığım günler... İnsan bazen kalabalık bir ortamda yalnız kaldığı anı bile özlüyor. Konuşurken duyulmamayı hatta yaşarken ölü muamelesi görmek için can atıyor. Ama bir yere kadar tabi ki bu özgürce yaşadığın ya da adını özgürlük koyabildiğin günler. Hatta o kadar kısa bir süre gibi geliyor ki, ne ara geçti bunca zamanda artık yerimi devretmemin zamanı geldi, diyorsun. Dedim. Tam beş yıl önce bugün 'Ne ara oldu tüm bu yaşananlar?' dedim. 'Ne ara devir teslim zamanı geldi de gidiyorum?' dedim. Bugün benim doğum günüm. Bugün ben 23 yaşına girdim. Adımın önüne birden fazla sıfat eklendi. Önce annemin kızı oldum sonra babamın gözdesi. Sonra oyun oynadığım çocuklara arkadaş, öğretmenime öğrenci, mutfağımın aşçısı, ağabeyime kardeş ve ağabeyime eş... Evet, ben 18 yaşına girdiğim günden beri ağabeyimin karısıyım. Yani 5 yıldır. Aynı evi, aynı mutfağı, aynı bahçeyi, kitabı, bardağı paylaştığım adamla bir de yatağımı paylaştım. Tam beş yıl önce bunu kendi rızamla kabul ettim. Sırf annem için hem de. Annemlerden habersiz nikah dairesine gittik ve evlendik. Şahitlerimiz bile korumalardan ikisiydi. Üzerimde yine ağabeyimin bir doğum günümde hediye olarak aldığı siyah elbiseyle bembeyaz bir hayat için imza attım. Titreyen elimle aile cüzdanını annemlere gösterirken hep üzerimde olan çekingenliğim yok olmuştu. Ağabeyim Kerem, elimi sıkı sıkı tutup tek kelime dahi etmeden gelecek olan tepkileri bekledi. Aldığı tek tepki, babamdan okkalısından bir tokat oldu. Annemin geçirdiği sinir krizleri, babamın ceza vermek için parayı kesmesi ve evden atılmamız attığım adımdan döndürmedi beni. Severek ve içimden gele gele kabul etmemiş olabilirdim ama bu vazgeçeceğim anlamına gelmiyordu. Söz konusu annemdi çünkü. Çok değil onuncu günün sonunda ikna oldular ağabeyimle aramdaki 'tutkulu aşka.' O gün içim rahat bir şekilde uyuyacağımı düşünüyordum ama uyuyamadım. Hani evlenmiştim ya, bir odam yoktu. Ne yapacağımı eski odamın balkonunda düşünürken arabaya taşınan valizler dikkatimi çekti. Dolaplarım boşaltılmış, gidiyorduk bilinmezliğe. Tek kelime etmeden arabaya binip sessizce geçen iki saatin ardından yaşayacağımız evin önün de durduk. Ormanın içi denebilecek ama aynı zamanda deniz kıyısında bir yerde iki katlı, dev bir taş ev. Hayalimdeki evdi. Hep böyle bir evde yaşamak istediğimi söylediğim için bu evi yaptırmış, ağabeyim. Eve girmekten çok, sonrasından korkuyordum. Biz ne yapacaktık? Ne yaşayacaktık? Bu evin taşları üzerime mi yıkılacaktı yoksa yaşayacağım şeylerle? Adımlarım geri geri giderken koluma nazikçe girip eve benimle beraber girdi. Salondaki koltuklardan birine oturup tek tek benden istediği şeyleri söyledi. 1. Kesinlikle ağlamayacaktım. Zaten o beni ağlatacak şeyler yapmazmış. 2. Asla ama asla açık vermeyecektim kimseye. En başta da anneme. 3. Olanlardan ötürü kendimi salmayacak, okuluma devam edecektim. 4. Bana benim iznim olmadan dokunmayacaktı ama her gece yanında uyuyacaktım. Ben istediklerimi ya da istemediklerimi söylemedim. Beni benden iyi tanıyan oydu, isteklerimi söylemeye de gerek yoktu. Eşyaları yerleştirdik ve başladık; yaşamaya. Önce formalite icabı bir düğün ile tüm cemiyet duydu. Görkemli bir otelde haftalarca dillerden düşmeyen bir düğün yapmıştı ağabeyim. Basın ordusu aylarca evin önünden ayrılmadı ama her şeye alışıldığı gibi bizim evliliğimize de alıştılar. Sonrası beni hayrete düşürecek kadar normaldi. Her gün ben okula gittim o da işe. Hayatımızda değişen hiçbir şey olmadı. Her davete kol kola giderdik, yine öyle oldu. Her akşam yemekten sonra salondaki masada ben ders çalışırdım o dosyaları incelerdi, yine öyle oldu. Ben okuduğum bölümden dolayı sürekli mutfakta olduğum için geldi yanımda oturdu, her gün. Ama sıfatlarımız farklıydı. Abi kardeş değil, karı kocaydık. Beni en zorlayan şey ise geceleri aynı yatakta uyumamız oldu. Benim tırnağıma bile dokunmuyordu ama ben uyuyamıyordum. Ben uyumadığım için o da uyumuyordu ilk başlarda. Ama numaradan uyuma konusunda kendimi öyle geliştirdim ki artık o bile fark edemiyordu uyanık olduğumu. Ama bana verdiği sözü tutmuştu. Bir kere bile iznim olmadan elimi tutmamıştı ve ben, içimden gelmeyince koluna dahi girmemiştim. Böyle böyle beş yılı devirdik. O benim varlığıma alışmıştı, alışkındı. Ama ben ona bir türlü alışamadım. Varlığına, bakışlarına hatta kokusuna. Ben evlenene kadar onun kokusunu bile fark etmemiştim. Gece geç geldiği zamanlar odaya girdiğinde bile kendini fark ettiren kokusu, beni cezbetmiyordu. Hayır, onu sevmeyi hiç denemedim, istemedim. Bunca zaman abi dediğim insanı nasıl olurdu da sevmeye çalışırdım! Bunca sene yapamadım, bundan sonra da yapamazdım. Bu kadar şeyin en kötü kısmı da sevmeye bile çalışmadığım bir adamla uzun bir zaman aynı evde yaşayacaktım. Belki de ömrümün sonuna kadar... Arabanın kapısı açılınca eve geldiğimizi fark ettim. Mezun olur olmaz bir restoran açmış ve başında benim bulunduğum şef ekibiyle sabahtan akşama kadar çalışmaya başlamıştık. Çok güzel bir ortam yapmış iyi insanlarla çalışmaya başlamıştım ama işlerin bu kadar yoğun olmasında en büyük katkı Kerem'indi. Öylesine geniş bir çevresi vardı ki. Onun çalışanları bile yemek molalarında benim mekanıma geliyorlardı. Kerem'in zorla göndermesi mümkün değildi. Çünkü ayaklarımın üzerinde durayım diye özellikle devlet okullarında okumam konusunda annemle babama ısrar etmişti zamanında. Şimdi bana torpil yapması hiç ama hiç mümkün değildi. Ben sanırım... Başarıyordum. Şoförümüz Necmi Abi benim kapımı açıp arabayı park etmek için giderken ben yorgun bedenimi eve taşımaya çalışıyordum. Gözüm evin yan tarafındaki arabada takılı kaldı. Babamın arabası. Arabayı görmemle yorgun adımlarım yerini koşmaya bıraktı. Koşa koşa eve girip montumu portmantoya asarken mutfaktan gelen yemek kokusuyla Kerem'in mutfakta olduğunu anladım. Dünden hazırladığım yemekleri ısıtıyordu kesin. Direk salona geçip tamamen cam olan duvarın önündeki koltukta anneme elindeki kitaptan şiir okuyan babama baktım. "Hoş geldiniz..." dedim gülümseyerek. Sanırım yüzümü güldüren en önemli şey, annemle babamın varlığıydı. Babam kitabını açık vaziyette koltuğa bırakırken ayağa kalkıp bana sarıldı. "Hoş geldik hoş da bulduk kızım. Sen de hoş geldin." Babamdan ayrılıp anneme sarılırken ortalarına oturdum. Bu bizde gelenek gibi bir şeydi. Biz onlara gitsek onlar bize gelse ben hep ortalarına otururdum. "Kıskanıyorum ama artık. Bana yer yok mu?" dedi biri, kocam yani. Kerem mutfaktan çıkıp bize doğru gelirken gözlerim onda takılı kaldı. Beyaz gömleğinin ilk iki düğmesini açmış gülümseyerek yanımıza geliyordu. Ama o an çok farklı bir şey vardı onda. Ya da ben de. Çok çok farklıydı. "Farah, hoş geldin canım…” dedi dudaklarını dişlerken. Ben ona gülümserken elimden tutup ayağa kaldırdı. "Bir sorun mu var, yüzün düştü?” dedi. Ama bu sefer parmakları çenemde duruyordu. Kafamı hayır dercesine sallarken neden bakışlarımın takılıp kaldığı hakkında bir yalan bulmaya çalışıyordum. Ki buldum o an. "Sen mutfağa beyaz gömlekle mi girdin?" dedim kaşlarımı çatarak. "Ah! Nasıl unuturum!" dedi yalandan gülümsemeyle. "Neyi oğlum?" diye merakla sordu annemde. "Farah Sürenoğlu Kuralları bir; mutfağa beyaz gömlek, kazak vs. kıyafetlerle giremezsin. Çünkü..." Eliyle yaptığı mikrofonu bana doğru uzattı. "Kirlenir."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD