2. Bölüm: Yapılmayacaklar Listesi. (Part 2)

1239 Words
"Ah! Bir de kız mı?” dedim gülümseyerek. Kafasını sallarken gülüşü kahkahaya karıştı. "Ben sizi çok tutmayım. Afiyet olsun, bir isteğiniz olursa sahaf bölümündeyim." Yüzümdeki kocaman gülümsemeyle masaya dönerken gözlerim, gözlerini tamamen masaya kilitlemiş Kerem'de kaldı. Dün geceden sonra bunları söylemem sanırım canını sıkmıştı. Ama bana belli etmemeye çalışarak önündekilerden yemeye devam etti. "Bence biz bir daha dışarıda bir şeyler yemeyelim.” dedi bomboş gibi gelen tavırla. "Neden?" Hayal kırıklığıyla sormuştum. Çünkü ben biraz da olsa onu mutlu etmek için bunu yapmıştım ve onun tepkisi... Akıl alır gibi değildi. "Senin sabahları demlediğin çay daha güzel oluyor. burası sanırım yumurtaları toplu haşlıyor ve bak senin yaptıkların gibi kıvamlı değil sarıları..." Gözlerimi kapayıp sabır çekercesine gülerken ben, Kerem beğenmediği çayı bitirdi. "Ayda yılda bir canım dışarıda yemek istedi. Geceden sonra canım çok sıkkındı ne yapsaydım? Ayrıca yumurtalar gayet kıvamlı..." dedim yumurtayı ağzıma atarken. Beni dinlerken sevmedim dediği çayı içiyordu ama yoktu böyle bir şey. Çay da güzeldi yumurta da. Kerem dün akşamdan beri süregelen bebek mevzusuna karşı içindekileri boşaltıyordu olanı yokmuş gibi görerek. Kahvaltımız bittikten ve Kerem hesabı ödedikten sonra sahaf bölümüne geçip birkaç kitap aldım. Ben romanlara bakarken Kerem'de mangalara bakıyor bir iki tanesini elinde tutuyordu. Ödemeye geçtiğimizde elindekileri de alıp ona fırsat vermeden kartımı çıkarıp ödedim. "Ama Farah Hanım böyle olmuyor…” dedi kaşlarını hafif çatıp. "Asıl siz ödeseydiniz olmazdı Kerem Bey…” dedim yarım ağzı gülümserken. Kafeden çıktıktan sonra Kerem arabaya geçti. Ön koltuğa oturmayıp kapı aralığından kafamı uzattım. "Ben biraz yürümek istiyorum, sen direk şirkete geç istersen." dedim. Yürümek aklımda bile yoktu ama yürüsem fena olmazdı. "Ama Farah," dedi endişeli bir sesle. "Yürüyeceğim derken sahilde yürüyeceğim. Ölüme değil merak etme." Kerem arkamdan bakarken ben sahilden tarafa doğru yürümeye başladım. Biraz ilerleyip ardıma baktığımda Kerem hala aynı yerinde duruyor ve bana bakıyordu. Gülümseyerek el salladım ona. Tedirgin bakışlarının yerini gülümseme aldı ve o da bana el salladı. Arabayı çalıştırıp giderken biraz da ben onun arkasından baktım. Hava her zamankinden sıcaktı. Giydiğim mini elbise bile terletiyordu beni ama sahilde yürümek iyi gelmişti. Kaldırım boyunca balon satan, ayakkabı boyayan, mendil satan çocuklar vardı. Her birinden bir şey alıp fazla fazla para ve hemen yanlarındaki simitçiden aldığım simitlerle açmaları verdim. Bugün günlerden cumaydı ama cuma olmasına rağmen çok kalabalık değildi. Kerem de ben de haftanın yedi günü çalıştığımız için pek yürümeye fırsatımız olmuyordu. Olsa bile benim mutlaka bir bahanem vardı zaman geçirmemek için. "Kızım dur hele!" Kendi kendime konuşurken arkamdan seslenen yaşlı teyzenin sesiyle birlikte irkildim. O da nefes nefese koluma tutunup yüzüme baktı. "Ne zamandan beri peşinden koşarım, gel şöyle oturalım…” dedi banklardan birini işaret ederek. Teyze, üzerindeki kıyafetlerden sokakta yaşadığını ya da tüm gününü dışarıda geçirdiğini belli ediyordu. Banklardan birine oturup sol elimi sıkı sıkı tuttu. "El falı bakarım ben. Ama öyle herkese değil. Bahtının güzelliği yüzüne yansıyanlara sadece. Sabahın beşinden beri şuracıkta oturarım amma senin gibi yüzü güzeli görmedim. Elini açıp bakmadım daha amma daha şimdiden söyleyecek çok şey varıdır." Teyzedeki değişik şive hoşuma gitmişti. Çoğu harfi yutuyordu söylerken ve sesi de çok tatlıydı. "Kızım senin gözlerine hüzün oturmuş kalkmak bilmez. Kocan sever seni halbukim…” dedi bana doğru eğilirken. "Hı?" dedim şaşkınlıkla. Parmağımdaki yüzükten anlamış olabilirdi evli olduğumu ama sevmek ya da sevilmek… Bunu nasıl anladı? Elime bakmadan avucumu açıp kendi elini gezdirdi. "Bak bu eller çok maharetli. Amma en güzel yaptığı şey yemektir. Sen niye içindekileri kesip atmak yerine domatesi, biberi, balcanı kesersin ki?" Şaşıp kalışımdan güç alarak konuşmaya devam etti. "Çok mert bir delikanlı senin kocan. Seviversen ne olur ki? Aç gönlünün paslanmaya yüz tutmuş kapılarını. Anahtarını kaybettim deme sakın. Çünkü o kapılarda anahtardır, sihirli kelimedir işlemez. Gönül kapısının anahtarı her zaman kapıyı açacak olandadır. Kocan da yani." Gözümdeki gözlerini eliyle kapadığı avucumun içine dikti. "Yeşil gözleri olan bir bebek olsa fena mı olur? Kocana bir çocuk versen ne olur ki?" Parmaklarımı avucuma doğru büküp elimi yumruk yaptı. Elini bu sefer bu küçük yumruğun üzerinde gezdirmeye başladı. Şaşkınlığımdan ağzımı açıp tek kelime edemiyordum o bunları yaparken. "Bak kızım, şimdi git kocanın en sevdiği tatlıyı yap. Sonra da onu ziyarete git. Bir güzel sarıl ona. Gerisi gelecek zaten…” dedi gülümseyerek. Gülümsediğinde çizgi çizgi olan yüzüne baktım birkaç saniye. "Ne gelecek teyze anlamadım?" dedim başımı hafif sallayarak. "Gelecek kızım. Gelecek gelecek. Anladın mı beni?" İnanmak içimden gelmese de kafamı aşağı yukarı salladım. "Hadi şimdi benim gitmem gerek. Evde bekleyen yok amma, ev işte boş kalmasın. İnsan tek olunca evin boşluğuyla sarılıp uyuyor. Anladın?" Yine kafamı salladım. Bir hışımla ayağa kalkıp ardına bile bakmadan giderken arkasından para vermek için seslendim ve koştum ama yetişemedim. Restorana gittim ve her zaman şef önlüğümle girdiğim mutfağa ilk kez normal kıyafetlerimle girdim. Mutfaktaki herkes şaşkındı haliyle ama açıklama yapmadan tatlıların bulunduğu bölmeden dört porsiyonluk ayva tatlısı çıkarıp kutuya koydum. "Ben bugünlük yokum, yarın görüşürüz." diyebildim mutfaktan çıkarken. Restoranın önünde her zaman bulunan koruma şoför koltuğa geçecekken onu durdurup ben geçtim. Arka koltukta olmak ve arabayı sadece adını bildiğin bir insanın kullanması çok rahatsız ediciydi. Çok yorgun olduğum zamanlarda, araba kullanamayacak kadar kötü olduğumda neyse ama şimdi oldukça iyiydim. Böylesi daha rahattı benim için. Bir saatin sonunda şirkete gelmiştim ve uzun zamandır gelmediğimi girişteki kaldırım taşlarının değiştiğinden anladım. Bu, son günlerde üzülmemem gereken ama üzüldüğüm bir şeydi. Sevmediği kocasının şirketinin önündeki taşlar değişti diye kim üzülür ki? Arabanın kontağını kapıdakilerden birine verip hızla içeri geçtim. Kerem, kendi tatil yapmıyor gibi hiçbir çalışana tatil yaptırmıyordu. Ama çalışanlar aksine mutlu ve istekliydi. Bunu her birinin gözlerinde görüyordum. Hatırladığım kadarıyla Kerem'in odasını ikinci kattaydı ve ikinci kata kadar bütün merdivenleri yürümüş, bütün o uzun koridorları geçmiştim. Sırf başka ne değişmiş görebilmek için. Odasının hemen ilerisinde duran sekreter masasında bu sefer farklı biri vardı. Öncekiler, oturdukları yerden bana selam verirken tanımadığım bu kız, birden telaşlı telaşlı yürümeye başladı bana doğru. Sanki birine bir şey olmuş da bana haber verecek gibi geliyordu. "Hey! Siz nereye öyle sallana sallana! Burası Kerem Sürenoğlu'nun odası, dingonun ahırı değil; öyle her isteyen buraya giremez. Oturun şurada bekleyin, zaten kendisi toplantı da." Sesini yükseltişi, sanki yabancıymışım gibi azarlamaya çalışması beni sinirlendirmişti ama Kerem'in beni gördükten sonraki hali için susmayı tercih ettim. Etraftakiler bize şaşkın gözlerle bakarken, bize bakanlara dönüp gülümsedim. Burada herkes benim kimin neyi olduğumu çok iyi bilirdi. Ne olursa olsun, kimse kimseye yapmadığı gibi bana da saygısızlık yapmazlardı. Eğer Kerem toplantıdaysa bunu kibar bir dille bana söyler, beklemem için bir yer gösterirlerdi. Ama bu adı her neyse, hayvana bile kullanılmayacak tiz sesiyle bana bağırmıştı. "Peki tamam. Şöyle mi oturayım?" dedim. Kafasını sallayıp yeniden yerine kuruldu. Sekreter masasının hemen yanındaki koltuklardan birine oturup beklemeye başladım bende. Kerem'in odasının kapısı açıldığı an görünecek olan koltuğa yani. Çok değil on beş yirmi dakika sonra kapı açıldı ve ona yakın kişi odadan çıktı. Kapı aralık kaldığında Kerem'in masası görünüyordu ve Kerem önündeki kağıda bir şeyler yazıyordu. Kağıdı hemen yanında bekleyen adama verip tam konuşacağı sırada kafasını kaldırdı ve beni gördü. Beni görmesiyle ayağa kalkmasının arasında tam iki saniye vardı ve hızlı adımlarla bana doğru yürümeye başladı. "Farah..." dedi şaşkın bir sesle. Aynı şaşkınlık bakışlarında da vardı. Kerem'in odasından çıktığını gören, hiçbir şey bilmeyen sekreteri de oynak bir sesle ve cilveyle konuşmaya başladı. "Kerem Bey, toplantıda olduğunuz için hanımefe-" "Ne toplantısı Nevin Hanım, karım gelmiş." Azarlayıcı ses bu sefer Kerem'den çıkmıştı ve Nevin denen o kızın yüzü kıpkırmızı olmuştu. Kerem tek koluyla belimi sararken bir yandan da beni odasına götürüyordu. Odaya girer girmez, kapıyı aralıklı bırakıp ona, Nevin’e seslendi. "Nevin Hanım bize iki çay, birinin yanında limon da olsun." dedi ve ekledi. "Karım öyle sever." Acaba o Nevin denen kadının suratı şimdi ne haldeydi?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD