4. Bölüm: Duvarlar ve İçindekiler (Part 2)

1012 Words
Evlenmeden önce abim için kavga ederdim ama o artık abim değil kocamdı. Hem de sevmediğim, varlığından dahi hazzetmediğim kocam. Sevmediğiniz insanı kıskanabilir, başkalarıyla paylaşamaya bilirsiniz. Hayatınızda bir yeri vardır ve bu yerde onun varlığına alıştığınız içindir yaptığınız şeyler. Ama ona karşı duyduğunuz kıskançlığı, paylaşamamayı, onu dinlerken dalıp gitmelerinizi ona gösteremezsiniz. Çünkü kendisini sevdiğini düşünür. Ben de sırf bu yüzden Kerem’e olan kıskançlığımı gizledim. Ama onu içtiği kahveden bile kıskandım. Kıskanıyorum da. Oturduğum yerden uzanıp gömleğinin düğmelerini açacağım esnada elimi sertçe tutup beni kendine doğru çekti. "Kaç kere söyledim size, ben evliyim ve karımı da seviyorum Nevin Hanım!" Kerem'in üzerine eğilmiş ve onun benim elimi sıkıyor olması hareket etmemi engelledi birkaç saniyeliğine. O kadar ciddi bir şekilde söylemişti ki bunu, kendimi bir saniyeliğine de olsa Nevin denen kadın sanmıştım. Bu cümleyi kaç kere söyledi bilmiyorum ama bir daha söylemeyeceği kesindi. Nevin dene kadına bu ithamı ne zaman, nerede kurdu diye düşünmek çok isterdim lakin zamanım yoktu. Kerem zil zurna sarhoşken bir de şırpıntıyı düşünemezdim. Duyduğum son sözü hiç duymamışım gibi biraz daha eğilip Kerem'in yüzüne yaklaştırdım yüzümü. "Kerem..." dedim sessizce. Yüzünü benden yana çevirip derin bir nefes aldı. "Hı..." dedi dudaklarını aralamadan. Kendimi tutamayıp yanaklarına dokundum. Ama geri çekti kendini. “Kerem, Farah ben. Karın olan…” dedim hafifçe gülerken. Ellerim hala yanaklarındaydı. Kafasını hafifçe oynatıp gözlerini açmaya çalıştı ama açamadı. “Farah bana dokunmamak için tokat bile atmaz, yanaklarımı niye okşasın?” dedi çocuksu bir ifadeyle. İçimde bir yerlerde, olmayan bir duygunun tomurcuğu patladı. Ve ben bunu hissettim. “Farah’ım ama ben. Valla…” dedim yanaklarını okşamaya devam ederken. “Valla mı?” dedi ve kendimi tutamayıp güldüm bu sefer. “Farah’sın, sen. Benim Farah’ım. Bir tek o böyle güler. Zaten kimse de onun gibi gülemez.” Yüzüme yayılan buruk tebessümle beni görmeyen gözlerine baktım. Beni bu kadar çok severken nasıl kendinden soğuttun ki beni, demek çok isterdim ona. Ama bunu aklı başındayken bile söyleyemezdim. Orası da ayrı bir konu. "Hadi bana yardımcı ol da üzerini örtelim." Kıyafetlerini çıkarmaktan vazgeçmiştim. Biraz daha uğraşsam daha neler duyacaktım kim bilir. Elleri ellerime gitti önce. Yanaklarını ellerimden kurtarıp bir süre sıkı sıkı tuttu ellerimi. Sonrasında bırakıp kendini yatakta bir şekle sokmaya çalıştı. Ama eğri büğrü yatmanın önüne geçemedi. Dolaptan pike alıp üzerini örttüm hemen. Sarhoşluğun verdiği uykuyla sızarken tekrar yanına oturup ona baktım. Kerem... Gerçekten yakışıklıydı hem de haddinden fazla. Bunları düşünmek neden daha önce aklıma gelmemişti ya da neden Kerem'e böylesine farklı bakmamıştım bilmiyorum. Ama pişmanlık duygusunu sonuna kadar yaşıyordum şu an onu izlerken. Daha önce hiç oturup da onu izlememiştim. İzlemek için bir sebep bulamamıştım doğrusu. Şimdi de bir sebebim yoktu ama izliyordum. Neyse. Neredeyse sabah olacaktı ve oda dışarıdan gelen ışıkla aydınlanırken gözüme camın hemen önünde duran frezyalar çarptı. O an yapacağım çerçeveler aklıma geldi ve 'Neden şu an ikimizin fotoğrafını çekmeyeyim?' dedim kendi kendime. Nasıl geldi aklıma bu bilmiyorum ama telefonuma uzanıp kamerasını açtım. Kerem yarı baygın yatıyorken bende omzuna başımı koyup uykulu gözlerle kameraya baktım. Birkaç fotoğraf çektikten sonra kalkmak istedim yanından ama kalkamadım. Telefonu yanıma komodine bırakıp olduğum yerde kalakaldım. Öylesine uykum vardı ki ve bu uyku birden çökmüştü. Bu saate kadar ki uykusuzluğun verdiği yorgunlukla yanında daha doğrusu omzunda uykuya daldım. Uyandığında sorsa ne cevap verirdim bilmiyorum. Lakin bir şekilde ondan önce uyanmalıydım. Kulağıma gelen sesle gözümü araladım. Telefonum çalıyordu ve el yordamıyla etrafımda gezinirken telefon elime geçti. Kimin aradığına bakamayacak kadar uykulu olduğum için arama kapanmadan açıp hızla kulağıma götürdüm. Öylesine uykum vardı ki konuşmaya mecalim yoktu. "Alo Farah Hanım." dedi mekanik olmaya yakın bir ses. Yattığım yerde biraz da olsa ciddileşip boğazımı temizledim. "Buyurun..." "Kerem Bey'e ulaşamıyoruz. Toplantıya geç kaldığı için iptal etmek zorunda kaldık. Arıyoruz açmıyor da." Gözlerimi aralayıp yanı başımda uyuyan Kerem'e baktım. Derin nefesler alarak uyuyordu. Sabaha karşı sarhoş geldi, sızdı kaldı, diyemezdim. "Telefonunu araba unutmuş, biraz rahatsız da bugün gecikebilir." dedim alelacele bir şekilde. Telefonu cevabı beklemeden kapatıp saate baktığımda öğlen ikiyi gösterdiğini fark ettim. Ekrana şok içinde bakıyordum. Resmen bu saate kadar uyumuştuk. Belime sarılı olan kolundan kalkamıyor oluşum aynı zamanda hızlı düşünmeme engel oluyordu. El mecbur başımı omzuna koydum uyanması için. "Demek telefonumu araba da unuttum." Kerem'in ben başımı omzuna koyar koymaz konuşması beni sıçratmıştı. Başımı kaldırıp ona tekrar baktığımda o gözleri kapalı bir şekilde duruyordu. Baş parmağımla damağımı kaldırırken bir elim tam da kalbimin üzerinde duruyordu. Korkmuştum. "Bir de rahatsızım öyle mi?" Kollarını serbest bırakınca hızla yanından kalkıp ayağa dikildim. O da birkaç harekette oturur pozisyona gelip bana baktı. Cevap bekliyordu. "Şey..." dedim alnımı kaşıyarak. Bu aralar da hep alnımı kaşıyordum. "Ney..." dedi zar zor araladığı gözleriyle gözlerime bakarken. "Çok sarhoştun, sabaha karşı geldin eve. Ne deseydim? Zaten bu saate kadar da uyudun?" Başını sallarken bir yandan da eliyle sakalını kaşıyordu. İçimdeki ses bakma dese de baktım. Kocam değil mi? "Sabaha karşı gelmiş olabilirim ama bu saate kadar uyumadım." Ben ona şaşkın şaşkın bakarken ayağa kalktı. İlk başta biraz sendelese de yavaş adımlarla banyoya girdi. Kapısı aralık kaldı ve bu içerisi müsait demekti. Arkasından banyoya girip elini yüzünü yıkayan Kerem'e aynadan bakmaya devam ettim. "Ben uyandığımda sen uyuyordun, uyanırsın diye hareket edemedim. Uyanmanı bekledim." dedi soğuk suyu bilmem kaçıncı kez yüzüne çarparken. "Keşke uyandırsaydın, işe geç kaldık ikimizde." Üzerindeki içki kokan gömleğin düğmeleri açarken hala alkolün verdiği yorgunluk vardı üzerinde. Gömleği sepete atıp öylece kendini soğuk suyun altına bıraktı. Bir yandan da eliyle başını ovalıyordu. "Sen niye bu kadar çok uyudun ben de orasını anlamadım. Alarmsız sabahın altısında uyanırsın sen." "Sen geldikten sonra yattım." Bunu söylediğime bir anda pişman oldum. Çünkü bugüne kadar onu hiç gece yarılarına kadar beklememiş, onun için endişelenmemiştim. Söylediğim şeye şaşırıp şaşırmadığını anlayamıyordum. Arkamı dönmüş öylece bir cevap bekliyordum ondan. "Beni mi bekledin, niye?" Fısıldarken bile suyun çıkardığı sesten daha gür çıkıyordu sesi. "Ne demek niye bekledin? Merak edemez miyim seni? Ben sabaha karşı eve gelecek olsam acaba sen ne yaparsın?" Güldü. Evet sadece güldü. Suyun sesi bastıran sesi bu sefer kahkahaya dönüştü. Başını fayansa yaslamış, gözleri kapalı bir şekilde hem de. Suyu kapatıp duştan çıktı. Havlu dahi almadan bana doğru yaklaşıp hemen karşımda "Sen gecenin bir saati benden uzakta olamazsın." dedi yok bir sesle. "Öyle mi?" dedim kaşlarımı çatarak. "Öyle..." dedi kafasını da sallarken.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD