Hilal teyze bizi güler yüzle karşılamıştı. Dışarının soğuğundan sonra evin sıcaklığı beni mutlu etmiş, kemiklerime kadar ısınmıştım. Hilal teyzeye yardım edip bir şeyler hazırladıktan sonra hep birlikte bir şeyler yedik. Aslı ile çay demledikten sonra Hilal teyzenin yanına geçtik. Geçen olan olaydan konu açılınca kalbimden hasta olduğumu söylemiştim. Bana acıyarak bakmak yerine iyi dilekler sunmuşlardı. Hilal teyze de tutturmuştu birlikte dilek dilemeye gidelim diye. Bir güzel okuyup üflemişti üstümüze üstümüze. Onun bu hali ikimizi de güldürmüştü. Çayları getirmek için mutfağa geçtiğimizde çalan zil ile Aslı kapıya bakmaya gitmişti. Ben de çayları doldurmuş, tepsiyi alıp içeri geçecekken Hilal teyze seslenmişti.
"Damla. Kızım sana zahmet bir bardak daha çay ekleyiver."
Bir bardak daha ekleyip tepsiyi aldığım gibi mutfaktan çıktım. Tepsiyi düşürmemek için adım attığım yere bakıyordum. Salonun girişindeki koltukta oturan Hilal teyzenin çayını uzatıp tam arkamda kalan koltuklara döndüğümde ise bana sırıtan iki kardeşi görmem ile şaşkınca onlara baktım.
"Hoşgeldin."
Ne cevap vereceğimi bilemeyerek Baran'a baktım.
"Ho-hoşbuldum. Sen de hoşgeldin."
***
Hemen karşımda oturan Baran'ın gözlerinin üzerimde olması sebebyle yerimde kıpırdanıp duruyordum. Aslı'nın da abisinden pek farkı yoktu. Gözleri bir bana dönüyor bir de abisine sonra da kıkırdayıp duruyordu. Bir de anlasaydım keşke neyin onu bu kadar güldürdüğünü. Sinirle Aslı'ya bakıp tekrar önüme dönecekken Baran ile yine göz göze gelmiştik. Ne istiyordu bu çocuk benden? Beni öldürmekti sanırım niyeti? Kalp atışlarım tavan yapmak üzereydi çünkü.
"Damla."
Adımı ondan duymak tuhaf hissettirmiştir. Kimsenin demediği gibi çıkıyordu dudaklarından adım. Ruhumu okşuyor ki sanki ağzından çıkan her bir harf.
"Bir bardak daha çay doldursana."
"Oğlum ayıp kız misafir iş yaptırıyorsun. Aslı kalk kızım abine çay doldur."
"Olmaz!", "Olmaz!"
Aslı ve Baran'ın aynı anda haykırması ile irkilmiştim. Kaşlarım çatılı ikisine bakıp umutsuzca başıma iki yana salladım. Nesi vardı bunların?
"Sorun değil Hilal teyze getiririm ben. Başka isteyen?"
"Yok kızım ben daha içmeyeyim."
Başımla onaylayıp ayaklandım. Baran'ın önündeki sehpadan bardağı alacakken, benden önce davranıp bardağı almış ve bana uzatmıştı. Titreyen elimle uzandığımda soğuk elim sıcak eline demişti. O saniyelerde yaşadığım şeyi tarif etmek mümkün mü bilmiyorum. Yine de havai fişeklerin içimde patladığını ve tenimin aniden ısındığını söyleyebilirim sanırım. Bardağı aldığım gibi mutfağa geçtim ve titreyen ellerimle biraz zor olsa da çayı doldurdum. Sakinleşmeye çalışarak içeri geçtim ve çayı Baran'a uzattım.
"Teşekkür ederim zahmet oldu."
"Estağfurullah. Afiyet olsun."
Tekrar koltuğa oturduğumda hala bana bakıyordu. Ben de ona baktığımda ilk kez o gözlerini kaçırdı ve sehpaya koyduğum çay bardağını döndürmeye başladı. Ara sıra küçük yudumlar alıyordu. Bana bakmamasını fırsat bilip onu incelemeye başladım. Yüz hatları çok keskin değildi ama kaşlarının ortasında ve alnında birkaç silik çizgi vardı. Neyin izleri idi diye düşünmeden edemedim. Bu yaşında neden bu kadar çizgi vardı yüzünde? Sahi kaç yaşındaydı Baran?
"Damla telefonun çalıyor. Damla!"
Aslı'nın sesi ile Baran'ın yüzüne kenetlenmiş gözlerim aniden kocaman olmuşlardı. Ne yapıyordum ben Allah aşkına? Resmen gözlerimi çocuğa dikmiş izliyordum herkesin içinde. Utançla Aslı'ya dönerken Baran'ın bana bakarak yine o serseri gülüşünü takılmasını, koltukta iyice yayılıp kollarını bağdaştırmasını görmek daha çok utandırmıştı beni.
"Efendim Aslı ne demiştin?"
"Telefonun çalıyordu ama sustu bile."
Sehpaya bıraktığım telefonu hemen elime alıp arayan kişiye baktım. Gördüğüm isimle tuhaf bir ürperti geçti içimden. Ne mutluluk, ne kalp çarpıntısı ne de utanç kaldı benden geriye. Hepsi yerini hüzne, büyük bir boşluğa bıraktı.
" Aslı bana telefonla konuşabileceğim bir yer gösterir misin?"
Aslı ayaklandığında ben de peşinden kalkıp Hilal teyzeden müsaade istedim. Kısacık bir an Baran'a baktığımda çatık kaşlarıyla bana bakıyordu. Alnındaki kırışıklıkların sebebi şimdi anlaşılıyordu. Sürekli Çatık kaşlı gezerse olacağı buydu. Aslı bana odasına kadar eşlik etmiş sonra da beni yalnız bırakmıştı. Numaraya tıklayıp ara tuşuna bastığımda bile tedirginlikten ellerim titriyordu.
"Merhaba Murat Bey kusura bakmayın yetişemedim telefonunuza."
"Sorun değil Damla. Nasılsın?"
"Sağ olun iyi olmaya çalışıyorum."
"Krizlerin ne alemde?"
"Bu aralar sık oluyor."
"Anlıyorum. Damla sana doktor bir arkadaşımın numarasını ve çalıştığı hastanenin adresini vereceğim. Ona gitmeni ve bir an önce tetkiklerini yaptırmanı istiyorum. Ben de doktorun olarak buradan takip edeceğim ama orada arkadaşım daha yakın ve emin ol iyi bir doktordur. Zaten sürekli iletişim halinde olacağız. "
" Peki Murat Bey en kısa zamanda gideceğim. "
" Tamam haberlerini bekliyorum. İyi günler. "
" Murat Bey?"
" Efendim Damla."
"Li-listede herhangi bir değişiklik var mı?"
"Üzgünüm Damla liste hala aynı. Biliyorsun ki listeye ikinci girişin. Durumum çok kötü olmadığı takdirde doku uyumu gerçekleşen diğer kişiye hak geçecek. Sana daha umutlu konuşmak isterdim ama maalesef durum bundan ibaret. "
" Ben... Te-teşekkür ederim Murat Bey. İyi günler."
Titreyen ellerime ve akmak için can atan gözyaşlarıma engel olmaya çalışarak yatağa oturdum. Bacaklarım tutuyordu sanki. Gözümün önüne gelen simsiyah perde tuhaf hissettiriyordu. Ölüm gibiydi. Soğuktu... Ben de soğuktum. Buz gibi olmuş bedenimle ölüden tek farkım arada teklese de çırpınarak atmaya çalışan kalbimdir. ÖLÜM... Dört harf iki heceden oluşan bu simsiyah kelime. Acımasızdı. Her şeyden, herkesten Acımasızdı. Ölüm acımasız geliyordu. Sessiz, ürpertici geliyordu. Azrailin nefesi hep ensesinde oluyordu insanın. Hayatımın büyük bir bölümünde hissetmiştim ben ensemdeki soğuk nefesi. Sessiz gelmemişti bana ölüm. Yine de acımasızdı ölüm. Omzuma dokunulduğunda yanıma oturmuş olan Aslı'yı fark ettim.
" Damla ne oldu? Biraz şey... kötü görünüyorsun."
"Yok.. yok bir şey Aslı. Hadi içeri geçelim ayıp oldu Hilal teyzeye de."
"Olmaz bir şey sen iyi ol da. Hem istediğin her zaman bana anlatabilirsin bunu unutma."
Aslı'ya sarılıp sırtını sıvazladım. Gülümsemeye çalışsam da bunu gücüm yoktu.
"Unutmam..."
İçeri geçtiğimizde merak ve endişelerin cirit attığı iki çift göz yüzümde gezinmeye başlamıştı. Hilal teyzeyi bir şekilde ikna etsem de Baran kolay kolay ikna olacağa benzemiyorum. Yarım saat önce gülen adam gitmiş, yerine çatık kaşlı bir Baran gelmişti. Gözlerini benden ayırmıyordu. Acıyla baktım ona. İmkansızıma... Bana öyle bakma Baran. Sen benim için nasıl imkansızsan ben de senin için imkansızım. Bana öyle bakma lütfen..
***
Annemlerin gelişinden sonra eve geçmemizin üzerinden saatler geçmişti. Yatağıma kıvrılmış düşüncelerden kaçmaya çalıştıkça daha fazla yutuyordu beni karanlığım. Yatağımdan doğrulup odamda adımlamaya başladım. Beynim patlayacakmış gibi hissetmem normal miydi? Kalp atışlarım endişe ve korku temalarını yansıtırcasına pat pat atarken, göğüs kafesime yaptığı baskı ile inceden inceye canımı yakıyordu. Gözlerimi yumup derin bir nefes aldım. Bundan kaçarım yoktu. Eninde sonunda yaşayacaktık bunu. Kendime güçlü olduğumu söyleye söyleye salona geçtim. Annem ve babam birbirlerine sarılmış film izliyorlardı. Onları üzecek olmak her ne kadar canımı sıksa da daha fazla uzatmanın anlamı yoktu. Belki de onlarla vedalaşmak için sayılı zamanım kalmıştı. Karşılarına geçip oturduğumda ikisi de dönüp bana bakmıştı. Uzanıp sehpadaki kumandayı alıp televizyonu kapattım. Tüm gücümü toparlayıp derim bir nefes aldım. Artık geri dönüşü yoktu. Her şeyi anlatmalıydım.