Yaralar...

800 Words
... Are you the fishy wine that will give me a headache in the morning - Sen gizemli şarap mısın bana sabah baş ağrısı verecek or just a dark blue land mine that explode without a decent warning. - Yada yalnızca lacivert toprak mayını mısın nazik bir ikaz olmadan patlayan... Köprü trafiğine tam da Çengelköy girişinde takılmıştı. Akmayan tarfikte şarkıyı dördüncü dinleyişiydi. Sevdiği kısım geldiğinde sesi açtı. Hem kendinde savaşacak gücü bulmak için öfke kırıntılarını bir araya toplamaya çalışıyor hem de öfkeden gözümün kararmaması, onu hataya sürüklememesi için sakin kalmaya çalışıyordu. Günlerdir yaşadığı bu karmaşa sebebiyle elbette bazı önemli noktaları da atlamaktaydı. Aklına gelen ayrıntıyla sıkı bir küfür savurdu kendine. Birazdan çok stresli bir savunma verecekti ve muhatabının iyi gününde olması için içten içe dua etti. Artık Serdar'ı arayıp haber vermesi gerektiğini ve daha fazla oyalanırsa hakkında hiç iyi şeyler olmayacağının idrakiyle teybin sesini kıstı ve yan koltukta duran çantasından telefonunu aramaya başladı. Eline geçen eşyaları tek tek çıkarıyor sanki gizemli bir sandığı deşermiş gibi her parçada duraksayıp anlam vermeye çalışıyordu. Eline aldığı dört bölümlü ilaç kutusuna dikkatlice baktı. Mehmet bir şeylerle oyalanırken kaşla göz arasında etrafı kolaçan etmiş ve yatak başındaki komidin çekmecesinde bu kutuya rastlamıştı. Aceleyle kazağının kolunu çekiştirerek tutmuş ve çantasındaki bir poşetin içine koymuştu. Kutunun üzerindeki parmak izleri de önemliydi. Tıp fakültesinde aldığı farmakoloji dersi ona sadece ilaçların bileşenlerini öğrettiği için, dış görünüşlerine bakarak prospektüsü çözmek olası değildi. Yarın ilk işi bu ilaçları kurumda el altından inceletmek olacaktı. Telefonu açıp Serdar'ı aradı. -Alo Serdar... -Nerdesin sen baş belası? Benimle konuşmadan adım atma demedim mi sana? -Bana engel olmaya çalışacağını biliyordum. -Aferin en azından bu kadar tanımışsın beni. -Neyse bir saate evde olurum. İşin yoksa gelsene. Sakin kafayla şu son yaşananların üstünden bir daha geçelim. Sözleşip telefonu kapattılar. Eve vardığında Serdar'ın arabasını kendi park yerinde gördü. Bu hareketi bile bile yaptığını biliyordu. 'Sinirini bu şekilde çıkaracaksın demek' diyerek ceketinin cebindeki anahtarları çıkarıp Serdar'ın arabasının camına tıklattı ve uyuklayan adama geldiğini bildirdi. Beraber eve yöneldiler. Narin kapıyı açıp, ışığı yaktığında gördüğü manzara karşısında şok olmuştu. Birileri evi savaş alanına çevirmişti. Serdar hemen silahına sarıldı ve Naein'i arkasına aldı. Bütün odaları dikkatlice dolaştılar. -Hiçbir şeye dokunma sakın. -Tamam. Evde kimsenin olmadığını anladıktan sonra bir iki telefon görüşmesi yaptı Serdar. Hırsızlık büroya ve olay yeri incelemeye haber vermişti. Bu esnada dışarda arabada beklemek en iyisi olacaktı. -Bütün bu yaşananların üstüne bir de bu hırsızlık olayıyla mı uğraşacağım? -Hırsızlık olup olmadığını bilmiyoruz. -Ne demek istiyorsun? -Olay yeri ekibi gelince anlarız. Dakikalar sonra evin önüne ekip arabaları gelmeye başladı. Meraklı komşular camlara çıkmış durumu çözmeye çalışıyordu. Serdar sonrasında onlarla da teker teker konuşacaktı... Çalışma masasında elindeki zarf açacağı ile masaya vurarak ritmik sesler çıkaran Turan'ın dalgınlığını çalan telefon bozdu. -Alo Kemal... -Turan dediğin gibi bizim çocuklar evi kolaçan etmişler ama kayda değer bir şey bulamamışlar. Ortalığı epey dağıtmışlar hırsızlık süsü vermek için. Çıkarken de bir kaç kıymetli eşya almışlar. Turan hoşnutsuz olduğunu belli eder biçimde telefonu kapattı. Bu kızda onu rahatsız eden bir şeyler vardı. Ne olduğunu bulmadan da durmayacaktı. Yıllar önce düştüğü yanılgı, onun kadınlara karşı güvenini onarılmayacak şekilde yıkmıştı. Üniversite yıllarında tanıdığı Yasemin, onun hayatının en ücra köşelerine hissettirmeden sızmış, Tunalı ailesinin zayıf noktalarını ele geçirdikten sonra sırra kadem basmıştı. Turan istatistik okumuştu. İyi bir analistti ama kadınları çözmek için hiçbir şifrenin işe yaramayacağını acı bir tecrübeyle öğrenmişti. Yıllar sonra Yasemin'in izine Londra'da rastlamış ve onun babasının hasımlarından birinin oğluyla evli olduğunu öğrenmişti. Hüseyin Turanlı oldukça kudretli bir adam olmasına, dışarıda hasımlarına korku salan, hane içinde de küçük yaşta annesiz kalan evlatlarına karşı şevkat göstermek yerine acı çekmeyi acizlik olarak öğütleyen biriydi. Gökhan'ın zamansız ölümüne dayanamamış, yüksek tansiyona bağlı beyin kanaması nedeniyle de ölmüştü. Peş peşe iki kaybı birden yaşamıştı Turan. Tıpkı Narin gibi... Ekipler işlerini bitirip Narin'e bilgi verdiler ve ifadesini aldılar. Bir kaç imza için emniyete gelmesini tembihleyerek geldikleri gibi birer birer ayrıldılar. Serdar, hırsızlık bürodan arkadaşı olan Cemil ile konuşuyordu. -İlk izlenimin nedir? -Hırsızlık süsü verilmiş bir vaka gibi duruyor. -Tam tahmin ettiğim gibi. -Bak Serdar, hiç bir parmak izine rastlamadık. Kütüphanedeki kitapların, dergilerin, gazetelerin sayfa aralarına kadar aranmış ev. Belge aradıklarını düşünüyorum. Hırsızlık suçu vermek için zaten ortada duran bir kaç zinet eşyasını almışlar. Narin hanımın mesleği ile ilgili bir davayla bağlantılı olabilir diye düşünüyorum. Serdar'ın kafasında bir şüpheli vardı ama emin olmadan Cemil ile paylaşamazdı. Vedalaşıp, daha sonra ayrıntılı konuşmak üzere ayrıldılar. Serdar Narin'e; 'yanılmışım. Basit bir hırsızlık vakası gibi duruyor.' Dedi. 'Ama daha fazla bu evde kalamazsın. Yürü bize gidiyoruz. Annemle konuştum, seni bekliyor.' Diye devam etti. Narin ne kadar itiraz etse de mecbur kaldı gitmeye. Serdar'ın evinde kaldığı o gece epeyce düşünmeye fırsatı olmuştu. Aslında uzun vade de o evde artık kalamazdı. Onu o eve bağlayan herkes ölmüş, ona sadece acı hatıralar kalmıştı. Kira vermediği için işe olan uzaklığına katlanıyordu. Ama artık katlanılacak sınır çoktan aşılmıştı. Yeni bir ev bulma kararıyla gözlerini kapadı...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD