BÖLÜM 1

1202 Words
MAGANDA KURŞUNU YİNE CAN ALDI BGABHA)- Maganda Kurşunu Yine Can Aldı Niğde’nin Ulukışla ilçesine bağlı Çakallar Köyü’nde gerçekleşen düğünde açılan ateş, bir cana mal oldu. 30 yaşındaki Kağan Uluçınar, kim tarafından ateşlendiği henüz belirlenemeyen tabancadan çıkan kurşunla ağır yaralandı. Olay, öğle saatlerinde köy meydanında meydana geldi. Edinilen bilgilere göre, aynı mahallede ikamet eden Uluçınar, öğrencisinin ablasının düğününe katıldığı sırada, kalabalığın arasında bulunduğu anda tabancadan çıkan kurşun sol göğsüne isabet etti. Görgü tanıklarının ifadelerine göre, olayın gerçekleştiği an büyük bir panik yaşandı. Ağır yaralanan Uluçınar, sağlık ekiplerinin müdahalesinin ardından Ulukışla Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Doktorların verdiği bilgilere göre hayati tehlikesi bulunan genç öğretmenin durumunun kritik olduğu öğrenildi. Olayı haber alan ailesi, İstanbul’dan yola çıkarak hastaneye ulaştı. Uluçınar’ın İzmitli iş insanı Nuri Yaşar’ın damadı olduğu öğrenilirken, gönüllü öğretmenlik yaptığı ve özellikle köy okullarında görev almak istediği bilgisine ulaşıldı. Güvenlik güçleri, silahı ateşleyen kişi veya kişilerin kimliğini tespit etmek ve olayın nasıl gerçekleştiğini aydınlatmak amacıyla soruşturma başlattı. *** Yedi yıl geçmesine rağmen aynı gazete haberini defalarca okumaya devam ediyordu. Kare şeklinde kesip sakladığı kağıdın üzerine süzülen gözyaşı, önce haberin satırlarına, sonra da yılların değiştiremediği acısına karıştı. Her seferinde aynı şey oluyordu; sadece onu hatırladığında sol gözünden damlalar düşüyordu. Hıçkırığını bastırarak elinin tersiyle yüzünü sildi. Gözleri buğuluydu, kirpikleri ıslak ve yukarı kıvrılmıştı. Aynaya bakmadı—zaten pek sevmezdi aynaları. Nasıl göründüğünü bilmeye ihtiyacı yoktu. Yalnızca hissettiği şeyleri unutamıyordu. Geçmişin ağırlığı titreyen dudaklarına oturdu, acı bir tebessümle yüzüne yerleşti. O unutulmaya yüz tutmuş ses, zihninin en derininde yeniden yankılandı: "Ağlama! Bilhassa benim gibi biri için hiç ağlama. Onca günahıma bir yenisini daha ekleme. Bakma ıslak kahvelerinle gözüme. Ağlama!" Yıllar geçse de, anılar silikleşse de, bazı sesler hiç kaybolmuyordu. Kimi zaman tatlı, kimi zaman acı… Ama hep derinde bir sızıyla var olmaya devam ediyordu. Gençliğinde kurduğu hayal, duyduğu o sözler, hiçbir zaman hafızasından silinmeyecekti. Ne yaşandıysa, nasıl yaşandıysa öyle kalacaktı. Hayat Devam Ediyordu. Zaman geçiyor, acısıyla tatlısıyla, iyisiyle ve kötüsüyle hayat herkes için devam ediyordu. Elindeki gazete haberine iliştirilmiş vesikalık fotoğrafı parmağıyla okşadı. İçtenlikle ettiği dua, ruhunun huzura kavuşması içindi. Allah’tan onu cennetine almasını diledi. Duasını tamamladıktan sonra haber kupürünü dikkatle katladı, hafifçe göğsüne dokundurdu. Bu kadarı yeterliydi. Yatağının üzerinde duran eski valiz, yıllar önce annesinin evinden gelin olarak ayrılırken yanında getirdiği eşyalarla doluydu. Kapağını açtı, yıpranmış astarının arasında eski anılarla birlikte gazete kupürünü yerleştirdi. Ardından eski kıyafetlerini de katlayarak düzenledi ve fermuarını çekti. Tabureye çıkarak ceviz ağacından oymalı gardırobunun üzerine valizi bıraktı. Zamanında kendi elleriyle işlediği, ucu karanfil desenli beyaz saten örtüyü, tozlanmasın diye üzerine örttü. Tüm anıları o karanfilin altında saklıydı. Hayat da bundan ibaretti—üstünü örttüğümüz şeyler, gerçek kimliğimizin zamanla tozlanmış sayfalarıydı. Tabureden indi, saçlarını düzeltti. Yüzünü kuruladı. Gözlerindeki kızarıklığı hafifletmek için birkaç kez açıp kapattı, fakat başarılı olamadı. Yatak odasının kapısını açtı ve sanki hiçbir şey olmamış gibi, dik omuzlarla dışarı çıktı. ... Yaşadığı evin ara holü kare şeklinde olup karşılıklı kapılarla çevriliydi. Oturma odası gibi düzenlenen bu bölümde, duvar boyunca uzanan geniş pencerenin önüne U şeklinde sedirden yapılmış bir divan yerleştirilmişti. Kış aylarında, odanın tam ortasına soba kurulur, böylece ısının tüm odalara yayılması sağlanırdı. Yaz aylarında ise soba kaldırılır, yerine yuvarlak bir masa konurdu. Masanın üzerinde el emeği göz nuru dantel örtü yer alır, onun tam ortasında ise bahçeden toplanmış taze çiçeklerin bulunduğu bir vazo bulunurdu. Odadan çıktığında hava kararmış, evin ışıkları kapanmıştı. Sadece ara holde, zayıf bir ışık yayılıyordu. Bu ışık, genellikle kayınvalidesi namaz kılacağı zaman açılırdı. İçinden tahmin yürüttü ve yanılmadığını fark etti. Kayınvalidesi her zamanki yerine seccadesini sermiş, yatsı namazını kılıyordu. O namazını tamamlayana kadar, kendisi de rutin işlerini toparlamak üzere ev içinde ilerledi. Çocuklarının odasına girdiğinde, içini huzur kapladı. Yedi yaşındaki oğlu Can her zamanki gibi uykusunda hareketliydi; üstü açılmış, başı yastıktan aşağı düşmüş, ayakları ise duvara dikilmişti. Gülümseyerek yaklaştı, başını düzeltti ve ayaklarını duvardan indirerek üzerini örttü. Alnına düşen kumral saçlarını nazikçe geriye taradı ve hafifçe eğilip öptü. Yanındaki yatakta, beş yaşındaki kızı Buse sessizce uyuyordu. Nasıl uyuduysa öyle kalmıştı; üstünü hiç açmamış, kollarına babaannesinin ördüğü bez bebeğini sıkıca almıştı. Bebeklikten kalan alışkanlığıyla baş parmağını emerek uyuyordu. Parmağını nazikçe ağzından çektiğinde hafifçe huzursuzlandı ancak yeniden almadı. Bebekle daha da sıkı sarıldı, yüzünü döndü. Annesi, kızının omzuna hafif bir öpücük kondurdu ve örtüsünü düzeltti. Çocuklarının odasından çıkmadan önce, her zaman yaptığı gibi Allah'a emanet ederek içten dualar mırıldandı. Önce kendi evlatlarına, sonra yeryüzündeki tüm masum çocuklara iyi insanların eşlik etmesini ve kötülüklerden uzak kalmalarını diledi. Kapıyı sessizce kapattığında, kayınvalidesi namazını tamamlamış, ışığı açmış ve divandaki köşesine yerleşerek tesbih çekmeye başlamıştı. Göz göze geldiklerinde, kayınvalidesi tesbih tutan eliyle çocukların odasını işaret edip sordu: "Uyumuşlar mı?" "Uyumuşlar." Odada çocukların dağıttığı eşyaları toparlamaya başladı. Kızı Buse’nin, elinden düşürmediği süslü bebeğini küçük ahşap beşiğine koyarak yerine kaldırdı. Sanki bir oyuncak değil, gerçek bir bebeği uyutuyormuş gibi üstünü özenle örttü. Sabah olduğunda, kızının “Bebeğim yalnız kalmış, üşümüş!” diye söylenerek etrafına koşturacağını iyi biliyordu. Oğlu Can dersen doğduğundan beri klasik oyuncaklarla ilgilenmeyen bir çocuktu. Dikkatini çeken şeyler hep sıra dışıydı. Şimdilerde ise resme olan tutkusu giderek derinleşiyordu. Eline geçen her boş yüzeyi renklendiriyor, yaşına göre üstün yetenekle desenler oluşturuyordu. Hayal dünyası, yedi yaşında olmasına rağmen oldukça farklı çalışıyordu. Katlanabilir ödev masası yine ortaya gelmişti, üzerinde ise son çizdiği resmi duruyordu. Gözleri resme kayınca tebessüm etti. Can, yine ağzından ateş çıkaran yeşil bir ejderha çizmişti. Yeşilin çeşitli tonlarını kahverengiyle harmanlayarak ilgi çekici bir görüntü yaratmıştı. Öğretmeni, çocuğun yeteneğinin göz ardı edilmemesi gerektiğini vurguluyor, mutlaka değerlendirilmesi gerektiğini söylüyordu. Henüz okuma yazmayı yeni öğreniyor olmasına rağmen bu sanatsal başarısı ailesi tarafından da desteklenecekti. Kayınvalidesi seslenince defteri kaldırdı. "Zülküf'ün çizdiği mi o? Göster bakayım, yine neler çizmiş?" diye sordu. Cevap gecikmedi: "Evet, Can'ın çizdiği resim." dediğinde İsmini özellikle vurguladı. Kayınvalidesi, durumu anlar anlamaz yüzü asıldı. On yıl önce kaybettiği eşinin adının anılması konusunda gelininin ketumluğu bazen canını sıkıyordu. Gelinini sever, sayardı, ancak konu isim meselesine geldiğinde içten içe bir burukluk hissederdi. Çocuğunun adı geçtiğinde ise her zaman olduğu gibi sadece "Can" diyordu, başka bir isim telaffuz etmiyordu. "Can" da neydi? Bir isim, ağızdan dolu dolu çıkmalıydı, bir hıçkırık gibi değil. Ancak bu düşüncelerini sesli dile getirmedi. Yatmaya yakın vakitte tartışma çıkarmanın anlamı yoktu. Yedi yıldır aynı evde yaşarken büyük bir kavga etmeye hiç gerek olmamıştı. Gelini sessizdi, ancak gerektiğinde kararlılığından ödün vermeyen bir yapıya sahipti. Kayınvalidesi, sert mizacına rağmen gelinine her zaman saygı duymuştu. Sabırlı insanların zor bulunduğunu iyi biliyordu. Kendisi çocuğa "Zülküf" diyordu. Oğlu ise annesinin yanında "Zülküf," hanımının yanında ise "Can" olarak sesleniyordu. .... Gelin, "Sobana odun atayım mı?" diye sorarak ortalığı toparlamış, hatta dış kapının önündeki odun kovasını bile içeri getirmişti. Yaşlı kadın saate baktığında gece yarısına yaklaşılıyordu. Bu gece, üç aydan sonra oğlu eve dönecekti. Bekleyip beklememe arasında tereddüt etti. Namaza durmadan önce oğlu aramış ve "Ana, benim gelmem üçü bulur" demişti. Normalde o saate kadar cüzlerini okurdu, ancak gelinine bakınca fikrini değiştirdi. Kanepenin kenarına ağırlığını vererek yavaşça ayağa kalktı. En iyisi sabah görmekti. Sonuçta karı koca aylarca ayrı kalmıştı, oğlunun önce annesini görmesi pek olası değildi. Ağır adımlarla gelinine doğru ilerledi, elindeki odun kovasına bakarak konuştu: "Atma istersen. Sonra çok sıcak oluyor, yatamıyorum. Sabaha karşı vaktin olursa bakarsın, o zaman sönerse atıver." "Olur, öyle yapayım o zaman." Yaşlı kadın, gözlerini kısıp hafifçe gülümsedi ve odasına doğru yönelirken sessizce konuştu: "Haydi sen de hazırlığını yap. Allah'ım tez vakitte kavuştursun. Su gibi akıp gitsin yolları." Gelin arkasından "Âmin" dedi mi demedi mi duyamadı. ........
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD