YENİ KAYNANA

1317 Words
Miran sabahın erken saatinde geldi. Daha güneş tam doğmamıştı ki konağın içinde ayak sesleri, fısıltılar dolaşmaya başladı. Onun geldiğini duyan herkes toparlandı, yüzler ciddi bir ifadeye büründü. Babasıyla doğruca misafir odasına geçtiler. Kapı kapandı. İçeriden sadece yükselen bir tartışma tonu geliyordu, kelimeleri seçilmiyordu ama öfke belliydi. Yüzleri asık çıktı ikisi de. Miran 'ın yüzünde hem isteksizlik hem öfke vardı; babasının yüzünde ise buyurgan bir sertlik… Bu evliliği istemediği, hatta nefret ettiği o kadar belliydi ki. Ben ise her zamanki gibi kahvaltı sofrasını hazırlıyordum. Çay dolduruyordum, ekmek dilimliyordum, her şeyi ben taşıyordum. Yabancı gibi, evin bir köşesinde unutulmuş bir eşya gibi. Miran sofraya oturduğunda bir kez bile “Bu kız benim karım, böyle hizmetçi gibi koşturamazsınız.” demedi. İnsan kendi onuru için bile söylerdi… ama o söylemedi. Beni karısı olarak bile görmüyordu zaten. Bilinmez bir tiksinti ile yüzünü benden kaçırıyordu. Arada bir bakışlarımız çakıştığında sessiz bir nefret ateşiyle karşılaşıyordum. Kahvaltı bitince bana bakmadan buyurdu. “Git bana takım elbise getir.” O küçücük oda bana yetiyormuş gibi bir de Miran ’ın kıyafetleri sıkıştırılmıştı dolaba. Dolaptan bir takım aldım getirdim. Baktı. Yüzünde küçümseyici bir ifade belirdi. “Böyle mi getiriyorsun? Bu ne biçim hali? Git ütüle. Banyoya giriyorum, bana kapıya getir.” Ses tonunda bir emir değil, aşağılayıcı bir tahammülsüzlük vardı. Daha dün bütün evin kıyafetlerini ben ütülemiştim. Parmaklarım yanıp su toplamıştı ama kimin umurunda? Kimse “kızın haline bakın” demiyordu. Ütüyü çalıştırdım, Miran’ ın kız kardeşi odama girdi. Dolabımı açtı izin istemeden, kapıyı bile çalmadan. Elbiselerin arasından birini çekip aldı, bana fırlattı. “Düğünde bunu giyersin.” İtiraz etme hakkım olmadığını biliyordum. Rahmetli kaynanam her şeyi düşünmüştü benim için bu elbiseyi kocasının düğünde giyeceğim aklına bile gelmezdi. Ele güne karşı kötü görünmeyeyim diye düşünmüştü belki de. Bir akraba düğünü olur falan. Uzun, belden oturtmalı, işlemeli bir elbiseydi. Elbiseyi ütüledim, takım elbiseyi ütüledim… Üst kata çıktım. Elbiseyi kapıya asmayı düşündüm ama düşerse, kırışırsa yine ben suçlanacaktım. Bu yüzden kapının önünde ayakta, başım eğik bekledim. Biraz sonra kapı açıldı. Miran, saçlarından süzülen su damlalarıyla, bornozuyla karşımdaydı. Başımı otomatik olarak eğdim. Öğrenilmiş bir refleks gibi. Elbiseyi ona uzattım. Bir anda çenemi kavradı. Acıyla yüzümü yukarı kaldırdı, zorla göz göze getirdi beni. “Ne o? Utanıyor gibi mi yapıyorsun? Görende namuslu bir şey sanacak seni.” Bu kez kaçırmadım. Gözlerimi dik, donuk bir öfkeyle ona kilitledim. Bari gözlerimden içimdeki çaresizliği anlamayacak kadar kör olmasın istedim. “Bakireyim ben.” dedim sertçe. “İnanmıyorsan köyün ebesine sor. O kontrol etti. Namussuz değilim.” O an kaynanamın neden bunu yaptırdığını ilk kez anlamıştım. Beni korumaya çalışmış. Benim çocuk olduğumu görmüş. Miran’ı n yüzü alayla kıvrıldı. “Sen beni salak mı sanıyorsun?” dedi hırlayan bir sesle. “Birlikte olmanın başka yolları olduğunu bilmiyor muyum? Belki daha zenginini bulurum diye geri durmuşsundur. Belki de arkadan siktirmek daha zevkli gelmiştir. ” Beni delirtmek istediği o kadar belliydi ki… “Ben kimseyle birlikte olmadım.” dedim hırsla. Gülerek, küçümseyerek yaklaştı. “Kimse sikmediği kadın için ölüme koşmaz. O herif Ağa düğününde silah çekerken öleceğini bilmiyor muydu? Artık ne yaptıysan… ne kadar etkilediysen… seni evli görmek yerine ölümü seçti. Kendini becertmek konusunda yetenekli olmalısın. ” “Ben onun beni sevdiğini bile bilmiyordum.” dedim bir anda patlayarak. “Neredeyse bütün suçu bana yüklüyorsun. O adamdan bile bu kadar nefret etmiyorsun. Neredeyse onu haklı bulacaksın diye korkuyorum!” Miran ’ın yüzü karardı. Soğuk, buz gibi bir nefretle konuştu. “Dişi köpek kuyruk sallamazsa erkek köpek peşinden dolaşmaz. ” " Git anneme sor. " dedim. Öfkeyle baktı. " Belki de o evden pay almak için annen doldurdu seni. Anasına bak kızını al derler. Belki anan da sana benziyordur. " O an… Bir daha hiçbir şey söylemedim. Dili anneme kadar uzanıyordu. Bu adam benim sözümü duymayacaktı. Beni insan yerine koymadığı sürece anlamayacaktı. Savunmam, masumiyetim, gerçekler, kanıtlar… Hiçbiri onun gözünde bir anlam taşımıyordu. Ben o an kesin olarak anladım. Bu evlilikte tek düşmanım töre değildi. Töreden daha kör, daha sağır bir düşmanım vardı. Miran. ... Düğünde bana da takmam için birkaç parça altın verildi; kimseden bir söz duymadım, yüzüme bakan olmadı ama ağa gelini olduğum için adet yerini bulsun diye hem bana takılan takılardan verdiler hemde takı takmam için. Elime tutuşturulan bilezikleri taktım, zorla gülümser gibi yaptım. İçimde hiçbir şey yoktu. Bir boşluk… bir hiçlik. Üzerimde ise bir servet var ama hiçbir işime yaramıyor. Düğüne gitmek mecburiyetti. Kimse “sen gelme” demedi, kimse “gel” de demedi. Ben zaten bu ailenin içinde görünmezdim. Miran bir kez bile yanıma gelmedi. Bir an bile “karım” diye yanımda durmadı. Düğün alanının en uç köşesinde arkadaşlarıyla içki içti. Arada bir kahkaha attılar benimle ilgisi olmayan, benim duyamadığım bir dünya. Ama genelde yüzü asıktı. Sanki ben hiç yoktum. Sanki ben onun hayatındaki en gereksiz ayrıntıydım. Gecenin ilerleyen saatlerinde kalabalık azalmaya başladığında önce Mirzat Abi çıktı ortaya. Valizini arabanın bagajına koymuştu bile. Yurt dışına dönecekti, “uçağım var” dedi ama hepimiz biliyorduk: Bahane… Bu evliliğin hiçbir parçasını görmek istememişti zaten. Görev icabı gelmişti. Veda ederken bile yüzünde ağır bir hayal kırıklığı vardı. O gittikten kısa süre sonra da Miran çıktı yanımdan geçmeden. Sanki nefes alırken bile benden rahatsız oluyor gibiydi. Bana dönüp bir tek bakmadı. Ne elveda, ne hoşça kal… Hiçbir şey. İstanbul' a döndü. Evde kalanları ise akrabaları topladı arabalarına. Herkes birilerinin peşine takılıp giderken kimse beni çağırmadı. Bir tek kişi bile “Nare, sen de gel” demedi. Düğün ışıkları sönmüş, müzik susmuş, meydan boşalmıştı. Ben ise meydanın ortasında duran bir çöp parçası gibiydim. Kimsenin sahiplenmediği, kimsenin fark etmediği. Bir an çekip gitmeyi düşündüm. Sonra Mirzat Abi' nin dedikleri geldi aklıma. Üzerimdeki takılar ne işe yarar ki peşinde töre varsa. Üstelik annem de burada. Yalnız başıma yürüyerek döndüm eve. Gece zemheri gibi soğuktu ama içim daha soğuktu. .... Ertesi gün... Gelin yani artık Mehmet Ağa’ nın yeni karısı çok memnundu durumundan. Dün gece düğünde bir an bile surat asmamıştı; oynamış, gülmüş, saçlarını savura savura herkesle sohbet etmişti. Kendinden emindi. Ağa konağına bir kraliçe edasıyla yerleşmişti. Sabah tüm köyün alışkın olduğu silah merasimi yapıldı. Gökyüzü dolu dolu kurşun sesleriyle çınladı. Mehmet Ağa yüksek bir gururla karım bakire çıktı diye duyurdu. Sanki bu kadın için övünç, erkek için üstünlük madalyasıydı. Ben kahvaltı sofrasını hazırlıyordum o sırada. İçimde hiçbir kıpırtı yoktu. Bomboş hissediyordum. Çalışanların çoğu ortada yoktu; düğünden kalan tembellik hala üzerlerindeydi. Ya da görmek istemiyorlardı. Gelinin adının Hayriye olduğunu o sabah öğrendim. Sözde bana yardım etmeye geldi. Elinde bir bardak su vardı, bir de küçük bir hap. Mutfağa girerken yüzünde tatlı, masum bir ifade vardı ama yanıma yaklaşınca o maske düştü. Bir anda çenemi tuttu. Tırnakları çeneme battı. Zorla ağzımı açtı ve hapı içeri itti. “Yut bunu. Yoksa gebertirim seni.” Sesi öylesine soğuktu ki… Asla şaka yapmadığı belliydi. Kendimi geri çekmeye çalıştım ama beni duvara yapıştırdı. Omuzlarım acıdı, nefesim kesildi. Benden iri, güçlüydü. Karşımda dimdik duruyordu. 25 yaşında yapılı biri. Ben daha 16 yaşında zayıfım. Zorlukla nefes alarak sordum. “Ne bu…?” Kadın hafifçe gülümsedi. Delirmiş birinin gülüşüydü. “Zehir değil herhalde.” dedi alayla. “Yut. Yoksa daha kötü yöntemlerim de var.” O an ölmeyi bile umursamayacak kadar bitkindim. Hapı yuttum. Yutar yutmaz yüzümü bıraktı. Tırnaklarının bıraktığı acı yeni yeni hissediliyordu. Sonra şaşırtıcı bir şekilde yüzüme yumuşak gibi görünen üç parmak darbesi kondurdu. Okşama ile vurma arası tedirgin edici, küçültücü bir hareket. “Aferin.” dedi. “Söz dinlersen iyi geçiniriz. Korkma. Sadece ertesi gün hapı. Aklını başına al da sakın benden önce hamile kalayım deme.” Kadının gözleri delice parlıyordu. Sanki Miran ’la bir rekabete girmiş gibiydi. Sanki evdeki herkesle yarışıyordu. Ama en çok benimle. “Bu kadın manyak.” dedim içimden. Miran ’ın düğün için geldiğini biliyor, kendi yerini sağlamlaştırmak için saçma bir tedbir alıyordu. Ben hiçbir şey demedim. “Birlikte olmuyoruz” desem inanmayacaktı. Zaten Miran evde bile değil ki… Nasıl olsa kendi kendine anlayacaktı. İlacı da içtim ya… Ona göre sorun kalmamış olmalı. Ama içimde bir his vardı. Bu kadın bu evde en az Miran kadar baş belası olacaktı. Belki daha bile fazla.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD