6.Bölüm

2149 Words
Devran bir süre gözlerini dahi kırpmadan sessizce göğsünde uyuyakalan Hüzün’ü izledi. Kafasını karıştıran o kadar çok soru vardı ki, ne istediği gibi bir çıkış yolu bulabiliyor ne de işleri nasıl yola koyacağına dair fikir yürütebiliyordu. Yarın ilk iş Umut ile konuşarak Hüzün’ün annesinin adresini alacak, sonrada Hüzün’ü buradan bir an önce çıkarmak için ne gerekiyorsa onu yapacaktı. Karar vermenin ve kollarında uyuyan kızdan yayılan huzurla sonunda gözlerini kapattı, çok geçmeden de derin bir uykuya daldı. Aysel bir süre sessizce koltukta oturan adamı izledi. Odadaki sessizlik kendini daha çok gergin hissetmesine sebep oluyordu. Kendisi sanki vebalı bir hastaydı. Ya da en kötü ihtimal AIDS virüsü taşıyor olabilirdi. Adam uzak durmakta haksız sayılmazdı ama bu kendisini tamamen boktan hissettirmekten başka bir işe yaramıyordu. Sessizliği biraz olsun bozmak için lafa girdi. “Adın Umut’tu değil mi? Kaç yaşındasın?” Umut sonunda bozulan sessiz ortamla birlikte gerinerek arkasına yaslandı ve gözlerini Aysel’e dikti. Dakikalardır süren sessizlik vücudunun gerilmesine sebep olmuştu. Bulunduğu ortam sinirlerine pek de iyi gelmiyordu doğrusu. Hüzün’ün bu tarz odalardan birinde, yanında o herifle olması sakinleşmesini mümkün kılmıyordu da. Diken üstünde gibiydi. Evet… Evet, kesinlikle diken üstündeydi. Vücuduna iğneler batıyordu. Salim’in çevirdiği dolaplar aklına geldikçe kapıdan çıkıp koşa koşa o adamı öldürmeye gitmek istiyordu. Aklına gelen cinayet teorileri çok da masumane değildi. Kendisini ilk kez delicesine katil ruhlu hissediyordu. Kadının dikkatle kendisine bakan gözlerini fark edince cinayet teorilerini şimdilik bir kenara bıraktı. “Evet, Umut otuz iki yaşındayım. Aysel’di sanırım…” Sohbeti ilerletecek bir konu bulamayınca bir an sessiz kaldı. Böyle bir ortamda, böyle bir kadınla ne konuşulabilirdi ki? Aslında içten içe buraya nasıl düştüğünü merak ediyordu. Pat diye sorulacak bir şeyde değildi üstelik… Dakikalar geçtikçe sessizlik uzuyor, ikisi de bir diğerinin konuşmasını bekliyordu. Sonunda derin bir nefesi ciğerlerine çekip, biraz önceki düşüncelerinin aksine pat diye merak ettiği soruyu sordu. “Eeee, sen nasıl düştün buraya?” Aysel Umut’un sohbetine katılmasıyla nedensiz bir şekilde mutlu oldu. Cevap alamayacağını düşünmüş, kalbini kıracakmış gibi bir hisle dolmuştu. Konuşmasıyla mutlu oldu. Sessizliğin ardından gelen soruyla üzgünce başını eğdi. İnsanın kendi salaklığını ve cahilliğini dile getirmesi çok kolay bir iş değildi. Hele ki gerçekler hâlâ deli gibi canını yakarken… “Bende otuz yaşındayım. Benim hikâyem biraz daha farklı aslında… On dokuz yaşında âşık oldum ve ailemin izin vermemesine rağmen sevdiğim için onunla kaçtım. Fakat o evlenince çok değişti, göründüğü gibi değilmiş ve beni buraya sattı. Ben, Hüzün kadar cesaretli olmadım ve kaderime razı oldum. Şimdi ona bakınca savaşmadığım için kendime kızıyorum. Onunla bizim durumlarımız çok farklıydı aslında. O, en azından âşık olduğu adam tarafından satılmadı. Nefret ettiği bir adamın bunu yapmasıyla, insanın sevdiği bir adamın bunu yapması arasında çok fark var. On yıldır buradayım ve eski eşimden bir oğlum var, şu an yetiştirme yurdunda. Ben ona gitmek için bir yol bulamıyorum, sadece haftada bir görebiliyorum. O, hâlâ umutla onu oradan çıkaracağım günü bekliyor.” Aysel sanki yıllardır konuşmuyormuş gibi her şeyi anlatmıştı bir anda. Kısa ve öz… Otuz yıllık hayatı buydu işte. Hayatını yaşaması gereken en güzel yıllarında aşkın denizine atlamış, o denizde boğulmakla kalmayıp tüm geleceğini alabora etmişti. Hayallerindeki adamla evlendiğini düşünürken her şey birkaç ay içinde tamamen değişmişti. Dudaklarından acı bir tebessüm döküldü. Bu salaklık değil de neydi? Umut duyduğu gerçeklerle acıyla gözlerini yumdu. Ne kadar da birbirine benzer hayatları vardı. Kendisi haysiyetsiz karısı yüzünden yıllarını dört duvar arasında geçirirken, Aysel ise şerefsiz kocası yüzünden böyle bir cehennemde geçiriyordu hayatını. Gözlerini yeniden kadına çevirdi. “Birbirimize çok benziyoruz,” diye fısıldadı farkında olmadan. Aysel’in soru dolu bakışların görünce açıklama ihtiyacı hissetti. “Ben de eski eşimi öldürdüm. Yani aslında isteyerek olan bir şey değildi, kazaydı sadece ama kayıtlara geçen bu.” Umut’un susmasıyla merakına engel olamayan Aysel “Nasıl oldu peki?” diye sordu. “Bir yıllık evliydik. Bir gün işten erken ayrılıp ona sürpriz yapmak istedim. Fakat eve geldiğimde başka bir adam evden çıktı gitti. Kötüye yormak istemedim ve onun ardından eve girdim. Bizim yatak odamızda çırılçıplaktı.” Aklına gelen görüntülerle ses tonu değişmiş, ellerini damarları ortaya çıkacak şekilde yumruk yapmıştı. “Onu o halde görünce, gerçekleri fark edince kendime engel olamadım. Gözüm o kadar dönmüştü ki en son hatırladığım ona attığım tokatla başını pencereye çarpması ve gerisi dört duvar.” Aysel titreyen dudaklarını engellemek için bütün gücüyle dişlerini sıktı. “Üzüldüm!” diye mırıldanmasıyla Umut konuyu değiştirmek için söze girdi. “Buradan çıkmanın yolu nedir?” diye sordu. “Aslında Hüzün için biraz daha zor olacak; çünkü burada yeni ve çok genç. Bir yaştan sonra Kâzım kendi postalar işine yaramayanları ama çıkış yolu her halükârda bir adamın onu yüklü bir miktarda para ile almasından geçer. Hüzün bu konuda çok şanslı çıktı. Devran duyarlı ve iyi bir genç, eminim onlar mutlu olacak.” Umut anladım manasında başını salladı. Devran denen adama pek güvendiği söylenemezdi. Onun gözünde Devran minik kardeşinin hayatını mahveden adamlar listesinde üçüncüydü. Devran’ı düşüncelerinden uzaklaştırmayı umarak Aysel’i incelemeye aldı. Yaşına ve yaşadıklarına rağmen hâlâ oldukça genç duruyordu. Mavi gözleri yaşadıklarını gözbebeklerinin ardına gizlemiş gibiydi. Böyle bir yerde olmayı kesinlikle hak etmiyordu. “Peki, senin buradan kurtuluşun çok mu zor?” diye sordu merakla. Eğer kurtulma şansı varsa bunu sonuna kadar denemeliydi. Daha çok gençti. Hayatı burada ziyan olmamalıydı. Aysel’in kahkaha atmasıyla kaşlarını çattı. “Beni satın alacak paralı biri çıkmadığı sürece bu imkânsız. Hem kim benim gibi birini ister ki? Devran Hüzün’ün ilki olmasaydı o da uğraşmazdı emin ol! Hoş onun yerinde başkası olsa yine de duyarsız olabilirdi.” Umut düşünceli bir ifadeyle başını eğerken, neden bu kadını kurtarmak istediğine bir anlam veremiyordu. Onu tanıyalı daha birkaç saat olmuştu üstelik. Belki de o küçük çocuğu annesine kavuşturmak istediği için böyle düşünüyordu kim bilir? Çocuklar annelerinin yanında olmalıydılar. Anne kucağının sıcaklığından uzakta büyümemeleri gerekirdi. Beş yaşında kaybettiği annesinin yokluğunu her zaman hissederdi. Bir yolunu bulursa o küçük çocuğu annesine kavuşturacaktı.   Devran sabahın erken saatlerinde gözlerini açtı. Hüzün’ü uyandırmamaya dikkat ederek yataktan kalktı. Hüzün uyanmadan gitmek istemese de bugün yapacak birçok işi vardı. Bardan çıktıktan sonra bir süre kapıda Umut’u bekledi. Gördüğü adamla yaslandığı arabadan ayrıldı ve Umut’a doğru yaklaştı. Dün geceki tuhaf davranışlarının ne anlama geldiğini öğrenmek istiyordu. Hüzün’ün kardeşiyle ilgili bir sorun olduğunu hissediyordu. Adamla tanışmaları doğru bir şekilde olmasa da, ona teşekkür etmesi gerekiyordu. Umut yanına gelince, “Dün geceki anlayışın için teşekkür ederim,” dedi. Umut, Devran’ın niye teşekkür ettiğine bir anlam veremedi ve soru dolu gözlerle ona baktı. Bu adam neden bu kadar sinir bozucuydu? “Dün gece Aysel’i yalnız bırakmadığın için sağ ol. Bize çok yardımcı olmaya çalıştı. Bu arada dün Hüzün kardeşini sorunca sende bir farklılık oldu. Bilmem gereken bir şey var mı?” Umut, Devran’ın bu kadar dikkatli olmasına şaşırmıştı. Aklına gelen küçük Emir ile ciğerlerine temiz bir hava çekti. Emir’in hasta ve zayıf vücudu hastalığı daha fazla taşıyamamıştı. Hastalığının bu kadar çabuk yayılmasında ve düzelmemesinde kesinlikle halasının ve Salim itinin ihmali vardı. Hüzün bu kadar sıkıntıdayken ona kardeşinin öldüğünü söyleyemezdi. “Hüzün şimdilik bilmemeli ama Emir’i maalesef kaybettik.” Devran sarsılarak bir iki adım geri attı. Hüzün’ün bunu duyduğunda ne yapacağını merak etti. Dün gece bu hayatta korumak istediğim tek kişi dediği, onu o cehennemden kurtaralım dediği minik çocuk ölmüş müydü yani? Üzüntüsü katlandıkça öfkeye dönüştü. “Bana o evin adresini ver,” dedi dişlerinin arasından. Umut, “Bana bırak!” diye diretse de Devran sonunda adresi almış, adamın, “Ben de geliyorum,” demesini umursamadan arabasına binip gaza basmıştı. Ayağını gazdan tek bir saniye çekmeden gaza yüklendikçe yüklendi. “Lanet olsun!” diye fısıldadı dudakları arasından. O kadar çok öfkeliydi ki derin derin nefesler alıyor, Hüzün’e bu zamana kadar zarar veren herkese hesabını soracağına dair yeminler ediyordu. Sırf küçük kardeşi hayatta kalsın diye bu lanet yere gelmeyi göze almıştı. Her şeyi onun için yaptığını söylemişti. Şimdi ona o küçük çocuğun öldüğünü nasıl söyleyecekti? Düşündükçe delirecek gibi oluyordu. Birkaç günde hayatı tamamen değişmişti. Sokağın ismini birkaç defa sormak için durmak zorunda kalmış, bahsettikleri merdivenlere gelince arabayı park edip inmişti. Daha önce bu mahallede böyle araba görmemiş sokak sakinleri meraklı bakışlarını arabadan inen gence çevirdi. Devran bir araya toplanmış muhabbet eden gençlere bakıp yanlarına doğru ilerledi. “Burada oturan Salim adında biri varmış, tanıyor musunuz?” “Kumarcı Salim mi?” diyen esmer, uzun boylu çocuğa döndü. “Kumarcı,” diye mırıldandı kendi kendine. Bu adamın bu isimle tanınmasına nedense hiç şaşırmamıştı. “Evet,” diyerek onaylaması ile gencin tarif ettiği merdivenleri çıkmaya başladı. Önüne çıkan ara patikaya dalıp üçüncü kapıdan içeriye adım attı ve hiç beklemeden kapıyı gürültüyle çalmaya başladı. Söylene söylene kapıyı açan adamın bir şey sormasına fırsat bırakmadan anında yakasına yapıştı. “Salim sen misin?” Salim yakasını tutan ellerden kurtulmaya çalışarak, “Asıl sen kimsin?” diye sorduğu anda Devran adamın Salim olduğuna emin olmuştu. Adamın yakalarını daha sıkı tuttu ve gerinerek bir kafa attı. Salim yüzüne aldığı darbeyle evin içine doğru düştü. Devran öfkesini henüz almamıştı. İçeriye daldığı gibi yerden kalkmaya çalışan adama ardı ardına yumruklar atmaya başladı. Hüzün’ün anlattıkları aklına geldikçe daha sert yumruklar atıyordu. “Seni şerefsiz herif! Sen nasıl bir adamsın lan? Öldüreceğim seni! Hüzün’e yaptıklarının hesabını soracağım sana!” Duyduğu çığlık sesiyle başını kaldırdı ve odanın ortasında duran kadına tiksintiyle baktı. Bir anne, kendi evladına yapılanlara nasıl ses çıkarmazdı? Kendi annesi aklına geldi. İki kadın aynı annelik duygusunu taşıyor olamazdı kesinlikle. O sırada Umut içeri girdi ve Devran’ı Salim’den ayırmaya çalıştı. Salimin yüzü gözü kan içinde kalmış, küfürler edip duruyordu. Gürültüyü duyan meraklı sokak sakinleri evin önünde toplanmış, heyecanla içeriyi görmeye çalışıyordu. “Bırak oğlum şunu! Bu pislik yüzünden başının ağrımasına değmez. Hüzün’e ben söz verirken seni hesaba katmadı anlaşılan? Hüzün’ü üzmemek için bırak şu adamı hadi!” Devran, Umut’un ellerinden kurtulup yerde yatan Salim’e bir yumruk daha attı. “Seni mahvedeceğim adi pislik! Ölmek bile bunun yanında ödül kalacak sana! Bundan sonra tek bir lokma ekmeğe bile muhtaç kalacaksın, tıpkı Hüzün gibi!” Adamın yakasını gürültüyle bıraktı ve ayakta duran kadının üstüne yürüdü. “Senin bir anne bile olduğuna inanmıyorum. Dua et ki, bir bayansın ama sorduğum soruya doğru cevap vermezsen inan kadın olman bile beni durdurmaz. Hüzün’ün babası kim?” “Sen kimsin?” diyen kadın cevap vermek yerine soruyla karşılık verdi. Devran iki adım daha atıp kadının tam önünde durdu ve nefretle yüzüne baktı. “Sana Hüzün’ün babasının adını ve soyadını sordum,” diye kükredi. “Bunu bilmen neyi değiştirecek? O şerefsiz herifin kızı umurunda olsaydı bizi bırakıp gitmez, kızına sahip çıkardı.” Devran daha fazla öfkesine hâkim olamayarak kadının boğazına yapıştığı gibi duvara çarptı. Umut’un kendine yönelmesiyle sinirden dönen göz bebekleriyle ona baktı. “Sakın beni engellemeye çalışma o ismi öğrenmeden bırakmayacağım. Şimdi söylüyor musun yoksa seni nefessiz bırakıp öldüreyim mi? Dünyayı senin gibi birinden temizlemek benim için büyük bir onurdur.” Naciye Hanım nefes alamaz hâle gelince kafasını salladı. Söylediği isimle Devran’ın iki eli yana düştü. “Doğru mu bu?” diye sordu tekrar umutla. Aldığı yanıtla neye uğradığını şaşırmış, evden nasıl çıktığını bile anlamamıştı. Kolunu çekiştiren Umut’a hayal kırıklığıyla baktı. “Şimdi değil Umut! İnan şimdi sırası değil. Sonra… Sonra…” diyerek Umut’un elinden kurtulup hızla çıktığı merdivenleri yavaş yavaş inmeye başladı. Arabasına ulaştığı anda koltuğa oturup başını direksiyona gömdü. “Bu nasıl bir oyun böyle? Bu imkânsız, bu koca bir yalan!” Nasıl bir oyunun içine düştüğüne bir anlam veremiyor, tamamen karışan düşüncelerini bir türlü yoluna sokamıyordu. Kalbi yalan diye haykırırken bir kere içine kocaman bir kurt düşmüştü. O kadar isim varken kadının bu ismi söylemesi aptalca bir tesadüf olamazdı değil mi? Aradan ne kadar zaman geçtiğinin farkında bile değildi. Çalan telefonuyla şirkete geç kaldığını fark edip, arabayı çalıştırarak önce üstünü değiştirmek için eve, oradan da şirkete geçmeye karar verdi. Tüm gün boyunca öğrendikleriyle nasıl başa çıkacağını düşünmüştü. Naciye denen kadının yalan söyleme ihtimali yoktu çünkü kendisini tanımıyordu. Tanımadığı bir adama en yakınının adını verecek değildi ya? Ama… Ama böyle bir tesadüf nasıl mümkün olabilirdi? Hayatı son birkaç günde tamamen içinden çıkılmaz bir hâl almıştı. Aldığı kararla birlikte emin olmadan ortalığı bulandırmayacaktı. Önce emin olması gerekiyordu.   Devran on gündür gecelerini Hüzün’ün yanında, gündüzlerini ise şirkette geçiriyordu. Aldığı kararla Hüzün’ü ziyaret ettiği ilk akşam genç kıza çaktırmadan saç örneğini almış, DNA testi için gerekli kanıtları topladıktan sonra iş sonuçları beklemeye kalmıştı. Hüzün ise iki gündür sabahları hissettiği mide bulantıları yüzünden kendini kötü hissediyordu. Kendini kötü hissetmesinin diğer sebebiyse Devran’ın son zamanlarda oldukça sessiz olmasıydı. Hüzün onun bu işe kalkıştığı için pişman olduğunu düşünüyor ama buradan kurtulmasının tek şansı olduğunu bildiği için sesini çıkaramıyordu. İçten içe duyduğu vicdan azabı daha da üzülmesine sebep oluyor, aldığı kararı yeniden gözden geçirmesi gerektiğine dair inancı her geçen dakika artıyordu. Bugün de gözlerini mide bulantısıyla açıp kendini banyoya zor attı. Boş olan midesini tamamen boşaltmış biraz olsun rahatlayıp, elini yüzünü yıkadıktan sonra banyodan çıkmıştı. Her gecenin sonunda olduğu gibi bu sabahta yine tek başına uyanmıştı. İşe yetişmek için erken çıktığını düşünse de, bu durum her gün daha fazla kırıyordu kalbini. Boş odaya üzgünce baktı ve usulca yatağa oturdu. Kalbine yerleşen sıkıntının bugün kendini daha çok hissettirmesi gününün kötü geçeceğin habercisiydi. “Amacın ne Devran? Bu durum beni yormaya başladı artık. İstemiyorsan neden çekip gitmiyorsun ki?” diye  üzgün bir ses tonuyla kendi kendine söylendi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD