Bütün gece gözyaşı dökerek Yavuz Selim’den kurtulmanın yollarını arayan Handan sabaha karşı uyuduğu için ertesi gün öğle saatlerinde şiddetli bir baş ağrısıyla uyandı. Aslında sadece başı da değil, sanki bütün uzuvları sızlıyordu.
Alnını tutarak yataktan çıkan genç kız gece koltuğun üzerine bıraktığı gri sabahlığı giyerken dışarıdan gelen sesi duydu. Hissettiği baş ağrısına rağmen merakına yenik düşerek ağır adımlarla pencere kenarına gittiğinde ise baltayla odun kesen genç adamı gördü. Daha az önce başını tutan elleri bir anda yer değiştirerek kalbinin üzerine inmiş, korkuyla iki adım geriye sıçramıştı. Gördüğü kişiyi sırtı dönük olduğu için önce Yavuz Selim’e benzetse de dikkatli bakınca o olmadığını anlayarak tuttuğu nefesi bırakıp rahatladı. Ortalama aynı yaşta, aynı boyda ve aynı kiloda olsalar da bu adam ona göre daha açık tenliydi. Üstelik saçları Yavuz Selim’inki gibi uzun değil, aksine çok kısaydı. Tekrar başına giren şiddetli ağrıyla düşüncelerinden uzaklaşarak banyoya gidip yüzünü yıkadıktan sonra üzerini değiştirdi, her zaman çantasında taşıdığı ağrı kesiciyi aldı. Avucunun ortasında duran drajeye bakan Handan’ın aklına babasının sözleri geldi.
Aç karnına ilaç içilmez, kızım derdi babası hep. Oysa bütün bu ağrıların asıl sebebi o ve verdiği saçma söz değil miydi?
Bütün öfkesine, kırılmışlığına rağmen babasının haklı olduğunu düşünerek ilaç öncesi bir şeyler atıştırmaya karar vererek odasından çıktı. Eğer bu evden ve Yavuz Selim’den kurtulmak istiyorsa önce ağrılarını dindirmeli ve kaybettiği enerjisini toplamalıydı.
Aşağı kata inip salona girdiğinde az önce pencereden izlediği kişinin kucağındaki odunları şömineye yerleştirdiğini gördü. “Kolay gelsin.”
Elindekileri yere bırakan genç adam ciddi bir tavırla, “Günaydın” dedikten sonra kendini tanıttı: “İsmim, Talha, gelin hanım.”
Yine gelin hanım denmesiyle sinir nöbeti geçirme seviyesine gelen Handan dişlerini sıktı:
“Sen de kimsin?”
Genç kızın gözlerine bakmamaya yeminli gibi görünen Talha bakışlarını hemen zemine çevirdi. “Meryem Hanım’ın yeğeniyim. Eşinizin bilgisi dâhilinde bir süre burada kalacağım.”
Gelin Hanım denmesi yetmezmiş gibi üstüne bir de Yavuz Selim’in karısı olduğu gerçeğinin yüzüne çarpılmasıyla Handan iyice kontrolden çıktı. “İsmim Handan, Talha... Ve bana bir daha gelin hanım dersen o odunları senin kafana geçiririm!” diye bağırdı.
“Yavuz Selim Bey’in size isminizle hitap etmemden hoşlanacağını hiç sanmıyorum. Şöminedeki odunların yerini almaktansa kafamın kırılmasını tercih ederim, gelin hanım.”
Onun söylediklerine ayaklarını yere çarparak tepki veren Handan, “Öfff!” deyip burnuna gelen güzel kokuyu takip ederek mutfağa yöneldi.
Genç kızın geldiğini gören Meryem Hanım, “Günaydın, Handan Hanım, kahvaltı ve poğaçalarımız hazır” dediğinde Handan iki gündür açlıktan isyan eden midesini doyurmak için masadaki yerini aldı. Şimdilik kaçış planı on dakika kadar ertelenebilir diye düşündü. Bir yandan kahvaltısını yaparken bir yandan da merakını giderebilmek adına sohbet ortamı yaratmaya çalıştı.
“Evde üç kişi misiniz?”
Meryem Hanım tebessüm etti. “Sanırım Talha’yla tanışmışsınız. O benim yeğenim. Kendisi yazardır ve yeni hikâyesini yazmak için bir süreliğine bizimle yaşıyor.”
Orta yaşlı kadının göğsü kabararak yeğeninden gururla bahsetmesi karşısında Handan aklından geçen soruyu sordu. “Peki, onun gibi genç birisi burada sıkılmıyor mu?”
“Talha garip bir çocuktur. Sırf yeni kitabını bitirebilmek için şehir hayatını terk edip buraya geldi” diye cevap verdi.
Handan, Meryem Hanım’la yaptığı kısa sohbetten sonra odasına gidip unuttuğu cep telefonunu çantasından aldığında sinyal olmadığını görünce inanamadı. Odanın içinde sürekli yer değiştirse de telefonunda iletişim kurabileceği herhangi bir belirti göremedi. İşte o zaman kararından emin oldu. Yavuz Selim dönmeden bu evden gitmeliydi. Öfkeyle telefonunu yatağın üzerine fırlattıktan sonra bir çıkış yolu aramaya başladı. Önce iyi bir kadına benzeyen Meryem Hanım’a gidip hangi şartlarda evlendiğini, Yavuz Selim’in ona ne kadar kaba davrandığını anlatmayı istedi. Belki onlar bana yardım edebilir dedi içinden. Çünkü birilerinin onu şehre bırakmasına ihtiyacı vardı. Fakat orta yaşlı kadın ve eşinin patronlarına ihanet etmeme olasılığı çok yüksekti. Çok düşük bir ihtimal olsa da belki çevrede yaşayan, yardım alabileceği insanların olabileceğini düşündü. Pasaportu yanında olduğu için şehre inerse İngiltere’de yaşayan arkadaşına gidebilir, bir süre orada kalabilirdi. Nasıl olsa bankada yeteri kadar parası vardı ve boşanma davası için bir avukata vekâlet vermesi yeterliydi. O an için babasının düşeceği durumdan dolayı ne kadar zorluk çekeceğini biliyordu. Belki babası bir gün onu anlayıp affedebilirdi. Birbirini kovalayan düşüncelerle patlamak üzere olan genç kız cesaretini toplayıp hırkasını giydi. Daha az önce yatağın üzerine fırlattığı cep telefonunu çantasına atarak odasının kapısını açtı. Temkinli adımlarla koridora çıktığında etrafta kimsenin olmamasına sevinerek kapıya yöneldi.
Dışarı çıktığında kendini özgür hisseden Handan tam da dağ evinin bahçe kapısına ulaştığında karşısına çıkan iki kangal köpeğiyle olduğu yerde kalakaldı. Korkuyla atılacak çığlığın hayvanların daha da saldırganlaşmasına neden olacağını düşündüğü için elini ağzının üzerine bastırdı. Eve dönmek için köpeklere bakarak geriye bir adım attığında hayvanlar üzerine gelerek hırlamaya başladılar. Neredeyse boyları beline gelen iki canavara yem olacağını düşünen genç kız arkasını dönüp onlara bakarak koşarken ayağı takılmıştı ki kendini bir çift güçlü kolda buldu.