DÜĞÜN GECESİ

1344 Words
En son annesinin cenazesinde gördüğü Kemal Bey ve eşini zorlukla hatırlayan Handan gönülsüzce misafirlere kahvelerini ikram ettikten sonra salonun köşesindeki tek kişilik koltuğa yerleşti. Babasının Kemal Bey'e, “Aslında biz Yavuz Selim'i de bekliyorduk” demesi üzerine söze damat adayının annesi girdi. “Şu an işlerinin en yoğun olduğu sezon olduğu için kendisi gelemedi. Malumunuz, gelecek ay düğün olacak. Öncesinde işleri yoluna koyup balayına rahat kafayla çıkmak istiyor.” Düğün ve balayı kelimelerini aynı cümlenin içinde duymak Handan’ın rengini attırsa da durumu anlayan babasının sert bakışları yüzünden sessiz kalmak zorunda kaldı. Âdetin yerini bulması için formaliteden yapılan kız isteme merasiminden sonra Muharrem Bey, “Verdim gitti” demiş, hatta düğün tarihi bile kararlaştırılmıştı. Yavuz Selim’in annesi, Handan'ın sessizliğine daha fazla dayanamadı. “Kızım senin söylemek istediğin ya da bizden istediğin bir şey var mı?” Genç kız sizden de oğlunuzdan da nefret ediyorum diye bağırmak istese de yapamazdı. Çünkü babası ne kadar modern, ileri görüşlü bir adam olsa dahi verdiği sözden cayacak bir adam değildi. Hoş babası gibi bir adamın böyle bir kararı nasıl verdiğine yıllardır bir anlam verememişti. Onun için Muharrem Bey'in sözü kanundu, değiştirilemezdi. “Ben düğün istemiyorum, efendim. Uygun görürseniz sadece nikâh olursa daha mutlu olurum.” Handan'ın isteğiyle birbirlerine bakan Kemal Bey ve eşi genç kızın da bu evliliğe razı olduğunu sansalar da gerçeği bilmiyorlardı. Tam da burada devreye Handan'ın üvey annesi Zübeyde girdi: “Bizim kızımız oldum olası gösterişten pek hoşlanmaz. O nedenle sade bir nikâh istiyor.” Zübeyde'nin sözleriyle rahatlayan Kemal Bey ve eşi, Handan'ın isteği üzerine evde yapılacak sade bir nikâhın kendileri içinde uygun olduğunu söyleyerek evden ayrıldılar. 1 Ay Sonra Saç ve makyajı bittikten sonra gelinliğini giyen Handan kendini bir yabancıya bakar gibi aynada izlerken gözleri doldu. Hayatında ilk kez göreceği bir adamla evleniyor ve o tanımadığı adamla aynı evi, aynı yatağı paylaşacak olmanın üzüntüsüyle kendi kendini tüketiyordu. Ama ona daha ağır gelen başka bir şey vardı, o da babasının bu yaşayacaklarına izin vermesiydi. Bir babanın kızına bunları yaşatmaya hakkı var mıydı? Babası onu hiç mi sevmiyordu? Aklına annesinden kalan, şu an banka hesabında olan para gelince kendi kendine konuşmaya başladı: Belki de kaçmak için hâlâ zamanım vardır. Bu parayla başka bir yerde başka bir hayat kurabilirim. O, kafasında gerçekleştiremeyeceği planlar kurarken kapısı çalındı. Ardından odaya babası girdi. Beyazlar içindeki kızını süzen Muharrem Bey'in aklına unutamadığı eski eşi gelirken boğazına âdeta bir yumru oturdu. Çünkü Handan bu haliyle tıpkı annesi Asiye’ye benziyordu. Gözlerine hücum eden yaşlara direnen adam Handan'a yaklaştı: “Nikâh memuru ve Yavuz Selim geldi. Hazır mısın, kızım?” Genç kızın gözlerindeki üzüntüyü ve kırgınlığı görmemek mümkün değildi. Onun hissettiklerini az çok tahmin eden Muharrem Bey geçmişte verdiği söz için pişman olsa da vazgeçmeyi gururuna yediremezdi. Ellerini Handan'ın yanaklarına yerleştirerek gözlerinin içine baktı. “Bana kızgın, hatta kırgın olduğunu biliyorum, kızım. Ama verdiğim sözden geri dönemem, beni affet. Artık nedenleri, niçinleri bir kenara bırakıp Yavuz Selim’le mutlu olmaya çalış. O ve ailesi gerçekten çok düzgün insanlar ve ben senin çok mutlu olacağına eminim.” Handan'ın gözlerinden süzülen iki damla yaş üzerindeki gelinliğe akarken Muharrem Bey daha fazla dayanamayıp kızına sıkıca sarıldı. Babasının kollarında salona inen Handan onu bekleyen Yavuz Selim’le yüz yüze geldiği zaman çok şaşırdı. Çünkü karşısındaki adam hayallerindeki çirkin adamın aksine çok yakışıklıydı. Üstelik gülümserken yanaklarında oluşan gamzeleri de ona ayrı bir sempati katıyordu. Normal şartlarda başka bir ortamda karşılaşsalar, Yavuz Selim âşık olacağı türden bir adam olsa da bu durumda ona karşı bir şey hissetmesi mümkün değildi. *** Aile arasında yapılan sade nikâhtan sonra veda vakti gelmişti. Yavuz Selim’le birlikte yeni hayatına başlamak için baba evinden ayrılan Handan'ın içi korkularla doluydu. Özellikle yıllardır korktuğu, hatta kâbus olup rüyalarına giren düğün gecesi sonunda gelmişti. Yanında arabayı kullanan adama kaçamak bakışlar atarken onun kendine dokunduğunu düşündükçe kusmak istedi. Hatta bir ara yolda arabanın kapısını açmak, akan trafikte kendini yola atmayı düşündü ama her şeye rağmen babası için yapamadı. Çünkü Muharrem Bey onun hayatta kalan son yakınıydı. Genç kız son günlerde o kadar çok uykusuz gece geçirmişti ki sonunda daha fazla dayanamayarak kafasındaki soru işaretleri, korkuları ve ruhundaki yorgunlukla yolda uykuya daldı. Üç saat kadar sonra arabanın ani fren yapmasıyla gözlerini ormanın içindeki evin önünde açan Handan önce nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Etrafına bakınırken yanındaki adamın, “Bir süre burada kalacağız” demesiyle ürperdi. Çünkü bulundukları yer medeniyetten uzak, ıssız bir yerdi. Sessizliklerini koruyarak arabadan indiklerinde onları altmışlarında biri kadın diğeri erkek iki kişi karşıladı. “Hoş geldiniz, beyim. Siz de hoş geldiniz gelin hanım.” Dağ havasıyla ince gelinliğinin içinde titreyen Handan kollarını bedenine sararken evin çalışanı yaşlı kadın, “Geleceğinizden haberimiz olduğu için şömineyi yaktık” dedi. Yavuz Selim ve Handan yaşlı kadın eşliğinde içeriye girerlerken evin çalışanı adam da bagajdaki bavulları aldı. Birkaç dakika sonra şöminenin karşısında ellerini ısıtan Handan'ı izleyen genç adam, “Hadi seni odamıza götüreyim de üzerini değiştir, yoksa hastalanacaksın” dediğinde genç kız onun yanında soyunmaktansa şöminedeki közün içinde cayır cayır yanmayı tercih edeceğini düşündü. Ama artık yapabileceği bir şey kalmamıştı. Mecbur Yavuz Selim'in peşine takılarak yatak odasına giderken ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Artık mutsuz olduğu zamanlarda yaşadığı güzel günleri düşünmek de onu teselli etmiyordu. Birlikte yatak odasına girdiklerinde Yavuz Selim genç kızın karşısına geçip, “Birbirimizi tanımadığımız için tuhaf bir evlilik oldu, bunun farkındayım ama zamanla birbirimize alışacağız. Balayımızı sakin bir ortamda geçirmek için bu dağ evini tercih ettim. Gerçi senin gibi gece hayatına düşkün bir kız için pek uygun bir yer olmasa da bundan sonra ben ne istersem o olacak” dedi. Yavuz Selim'in söyledikleri yüzünden Handan tırnaklarını batırırcasına avuçlarının içinde sıkarken cevap vermedi. Onun başı yerde sinirden titrediğini gören kocası konuşmasına devam etti. “Artık eski hayatın geride kaldı. Bana, yani kocana itaat ettiğin, kurallara uyduğun sürece aramızda sorun olmaz. Ben geride bıraktığın hayatı yaşamana izin verecek kadar geniş bir adam değilim, bunu aklına iyice yerleştir.” Son duydukları Handan için bardağı taşıran damla olmuştu. “O hayatı yaşatacak kadar geniş değilim ama o hayatı yaşamış olanı alacak kadar genişim diyorsun yani!” Genç adam duyduklarından sonra Handan'ın kolunu kavrayarak bütün gücüyle sıktığında genç kız kolunun az daha kırılacağını sandı. Canı öyle yanmıştı ki çığlığını bastırmak için dişlerini sıkmak zorunda kaldı. “Benimle düzgün konuş, Handan! Hayatta tahammül edemediğim şeylerden birisi de isyandır. Yerinde olsam kullandığım kelimeleri itinayla seçerdim. Çünkü söyleyeceklerinin bedeli canını acıtacak kadar ağır olabilir” diyen Yavuz Selim Handan'ın kolunu bıraktığında tuttuğu yer sızlıyordu. Genç kız istem dışı hıçkırıklarını durdurmaya uğraşsa da nefesini tutmaya çalıştığı hıçkırıklar her seferinde dudaklarından daha yüksek çıktı. O bir eliyle ağzını kapatıp diğer eliyle gözlerini silerken Yavuz Selim de odanın içinde ileri geri dolanmaya başladı. Ve birden durdu. Buz gibi gözlerle karısına bakarak bağırdı. “Kes sesini ve soyun!” Handan'ın duyduklarıyla kalbi neredeyse durmak üzereydi. “Senden nefret ediyorum!” diye karşılık verdi. Yavuz Selim daha da sinirlenerek iki adımda onun yanına geldi, genç kızın çenesini kavrayarak gözlerine baktı. “Ne dedin sen?” Karşısındaki adamın öldürecek gibi bakmasıyla korkuyla titreyen Handan ne cevap vereceğini bilemedi. Onun ruh hastası olduğunu düşünürken kapı çaldı. “Gel!” Handan'ın önüne geçen Yavuz Selim odaya gelen çalışanına, “Ne var!” diye kükrediğinde genç kız olduğu yerde korkuyla sıçradı. “Beyim telefon geldi, çok önemliymiş” diyerek odadan çıktı. Gelen telefonla genç adamın odadan çıkması Handan'ı biraz rahatlatmıştı fakat ne kâbus, ne de tehlike henüz geçmemişti… Geçmeyecekti. Genç kız geceyi nasıl atlatacağını düşünürken dışarıdaki arabanın çalıştığını duydu. Pencereye koştuğunda ise Yavuz Selim'in arabasının evden hızla uzaklaştığını gördü. Olanlara anlam vermeye çalışırken de odaya evin çalışanı geldi. “Gelin hanım, beyim şehre dönmek zorunda kaldı. Yarın döneceğini size iletmemi söyledi.” Aldığı haberle içi rahatlayan Handan gülmeye başlayıp ardından, “Neden?” diye sordu. Yaşlı kadın, “Bana bir şey demedi ama telefon konuşmasından anladığım kadarıyla fabrikada yangın çıkmış. Zarar çok büyükmüş” dedi ve sonrasında söylediklerinden dolayı pişman oldu. “Ama n’olur siz benden duyduğunuzu söylemeyin. Beyimin sinirinden nasibimi almaktan korkarım.” Kadına bu konuşmanın aralarında kalacağını söyleyen Handan yaşlı kadına ismini sordu. “Meryem, gelin hanım.” Gelin hanım lafına sinir olan genç kız daha fazla dayanamayıp, “Lütfen Meryem Hanım, bana Handan diye hitap eder misiniz?” Şaşıran kadın, “Peki, Handan Hanım” dedi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD