Ateş, sessizliği fırsat bilerek bir adım daha yaklaştı. O kadar yakındı ki, nefesinin sıcaklığı yüzümü yalayıp geçti. Gözleri, sanki ruhuma işliyordu.
“Bir şey soracağım,” dedi sakin ama tehditkâr bir tonda. “Bakire misin?”
Soruyu duyduğum an, beynimde şimşekler çaktı. Yüzüm alev aldı, ama bu utançtan değil, öfkedendi. Elleri yumruk oldu, nefesim hızlandı.
“Ne dediğinin farkında mısın sen?” diye tısladım. Gözlerim, öfkemle Ateş’inkilere dikildi. “Bana böyle bir şeyi sormaya nasıl cüret edersin? Sen benim ne olduğumu sanıyorsun?”
Ateş tepkime aldırmadı, sanki öfkemden keyif alıyormuş gibi dudaklarının kenarı belli belirsiz yukarı kıvrıldı. “Bunu bilmek zorundayım,” dedi. “Sana meraklı falan değilim Havin. Bu evlilik bir formalite olacak. Yarın resmi nikahımız kıyıldığında bile bu değişmeyecek. Ama seninle bunu yapmak zorundayım. Çünkü yapmazsam, dediklerim gerçek olur. Seni öldürürler. Ve bunu benim ellerimle yapmamı isterler. Kanını ellerime her şekilde bulayacağım. Ama bunun için önünde iki seçeneğin var. Sana seçenek sunuyorum. Kanını hangi yolla akıtmamı istiyorsun?”
Sözleri bütün bedeni mi titretmişti. "Ben bir nesne değilim Ateş Bozdağlı! Beni kendi oyunlarınıza alet edemezsiniz! İstediğini yapabileceğin biri hiç değilim!”
Sözlerim biter bitmez, bir şeyler değişti. Ateş’in yüzündeki karanlık derinleşti. Gözlerinde aniden bir şey parladı; tehdit mi, nefret mi, başka bir duygu mu anlayamadım. Bir anda hareket etti. Elini kaldırıp boynuma yavaş ama kesin bir şekilde sardı. Tutuşu sıkı değildi ama sırtım banyonun kapısına yaslandığında kendimi çok güçsüz hissettim.
“Elini çek!” diye bağırdım. Ama sesim, onun parmaklarının baskısıyla cılız kaldı. Boynumu sıkmıyordu, sadece himayesini belli edercesine beni kavramıştı.
“Dinle beni Havin,” dedi, sesi artık eskisinden de sertti ama garip bir sıcaklık da taşıyordu. Parmakları boynumun yanına hafifçe baskı yaparken, yüzü yüzüme o kadar yakındı ki kaçacak hiçbir yerim yoktu. “Bunu senin için söylüyorum. Bu gece benimle olacaksın. Bunu sen seçmezsen, başkaları seni mahvedecek. Anladın mı beni? Emin ol beni istemeyen bir kadını koynuma almak asla tercihim değil, hiçbir zaman olmadı da. Sadece yetim ve suçsuz bir kızın benim elimde ölmesini istemiyorum.”
Bütün dünyam daraldı o anda. Ateş’in gözlerinden başka hiçbir şey göremiyordum. Sesim, yüreğimdeki korku ve öfkeyle titredi. “Senden nefret ediyorum,” dedim dişlerimin arasından.
Ateş’in dudakları bir an için kıpırdadı, bir şey söylemek ister gibi. Ama sonra sadece gülümsedi, o alaycı, karanlık gülümsemesiyle. “Nefret etmeye devam et Havin,” dedi. “Ama bu gece bana ait olacaksın.”
Ateş, boynumdan elini yavaşça çekti. Soğuk ve sert bakışlarını bir kez daha yüzümde gezdirdi. Elini çektiğinde boynumdaki nemi hissettim. Onun elinin ıslaklığından mı benim terlememden mi anlayamadım. Geri çekilmeden önce, sesindeki tını beklediğimden daha yumuşaktı ama hâlâ kararlıydı.
“Havin,” dedi, adımı söyleyişinde bir ağırlık vardı. “Kararı sana bırakıyorum. Banyoya geri döneceğim. Birazdan çıktığımda hangi yolu seçtiysen ona saygı duyacağım. Ama unutma, bu yalnızca seni değil, bizi de ilgilendiriyor.”
Arkasını dönüp banyoya doğru ilerlerken, kalbimin gürültüsü kulaklarımı sağır ediyordu. Kapı kapandığında ve yalnız kaldığımda, içimdeki kaos bir çığlık gibi yükseldi.
Bir adım ileri, bir adım geri… Odanın içinde volta atmaya başladım. Kafamda düşünceler birbirine çarpıyor, duygularım zincirlerinden kurtulmuş gibi savruluyordu.
“Bunu istemiyorum!” dedim kendi kendime, ama sesim odanın içinde yankılanınca bana bir yabancının sesi gibi geldi. Hayır, istemiyordum. Onunla bu geceyi paylaşmayı, böyle bir çaresizliğin içinde boğulmayı istemiyordum. Ama… ölüm de istemiyordum.
Ölüm! O kelime zihnimde yankılandığında bedenim istemsizce ürperdi. Babamın mirası, kanunları, bu lanetli ağalık düzeni, hayallerim, geleceğim, Londra'da ki arkadaşlarım ve hayatım… Ölümün ne anlama geldiğini iyi biliyordum. Burada kimsenin vicdanı yoktu. Namus adı altında kararlar verilir ve infaz edilirdi. Eğer Ateş dediğini yapmazsa, üvey abim ve onun hataları yüzünden bok yoluna gidecektim. Hayır, yaşamalı ve zamanı gelince beni bu duruma düşüren herkesten intikamımı almalıydım.
Ayaklarım ağırlaştı, sanki bulunduğum odanın her köşesi beni yutmaya çalışıyordu. Ölmek istemiyordum. Bunun ne kadar korkutucu olduğunu kelimelerle anlatamazdım. Her kasım buz kesiyor, her nefesim bir bıçak gibi ciğerlerimi deliyordu. Ama Ateş… Ateş’in koynuna girmek… O da başka bir cehennemdi.
Kendimi aynanın karşısında buldum. Yüzümdeki ifadeye bakarken, gözlerimin bu kadar hırpalanmış görünebileceğini düşünmezdim. Yeşil gözlerim korkuyla kısılmıştı, dudaklarım titriyordu. İçimdeki güçlü Havin’i nerede kaybetmiştim? Üniversitedeki o özgüvenli, kararlı kız ne zaman bu kadar savunmasız olmuştu?
Ama bir şey biliyordum. Hayatta kalmalıydım. Babamın bana öğrettiği gibi, bu dünyada ayakta kalmanın tek yolu güçlü olmaktı. Bu ne kadar aşağılık bir seçim olsa da, yaşamak için gerekiyorsa… içimdeki bütün utancı ve öfkeyi yutup, başımı dik tutmalıydım.
Ateş’in banyodan çıkacağı anı beklerken, adımlarım hızlandı. Zihnimde yüzlerce düşünce dolanıyordu ama hepsi aynı yere varıyordu.
Banyo kapısının gıcırtısıyla irkildim. Ateş dışarı çıkarken, bakışlarımı ona çevirmemek için kendimi zor tuttum. Ama hissettim; bakışları üzerimdeydi. Odanın havası bir anda değişmişti, ağır ve kesif bir gerilimle dolmuştu. Birkaç adım attı ve yatağın kenarında durdu. Altına siyah bir eşofman giymişti. Bacaklarını hafifçe açarak rahat bir şekilde bekledi. Her hareketinde bir tür tehdit vardı. Adamın zaten kendisi de korkutucuydu. Dövmeleri bile karanlıktı. Vücudunun heybeti ona bulaşmaman için adeta gözdağı veriyordu insana. Yüzü yakışıklı olsa da ifadesi ondan uzak durman gerektiğini çığlık atarcasına haykırıyordu.
Ona baktığımda, ifadesinin de garip bir karışımla dolu olduğunu gördüm; sanki hem sabırlı bir avcıydı hem de kafasında başka planlar kuran biri. Bakışlarımın altındaki her detayı incelediğini hissedebiliyordum. Ve tabii ki ne karar verdiğimi fark etti. Üzerimde hâlâ ince bluzum vardı ama bu, kontrolü elimde tutmak için yaptığım küçük bir meydan okumaydı.
“Bu sadece bir kere olacak,” dedim, titremeyen ama keskin bir kararlılıkla çıkmıştı sesim. Ateş’in yüz ifadesi değişmedi ama bakışlarının biraz daha yoğunlaştığını hissettim. Göz göze geldiğimizde ruhumu delip geçen bir ok fırlatıyormuş gibi hissediyordum.
“Eğer bir daha beni buna zorlarsan…” diye devam ettim, boğazımdaki düğümü yutarak, “Seni öldürürüm.”
Sözlerim, odada bir yankı gibi asılı kaldı. Ateş’in kaşları hafifçe kalktı, dudaklarının kenarı belli belirsiz bir gülümsemeyle kıvrıldı. Ama bu alaycı ya da küçümseyici bir gülümseme değildi. Daha çok, karşısındaki cesareti takdir eden birinin ifadesiydi.
“Beni tehdit mi ediyorsun Şahin?” dedi, sesi sakin ama içinde bir tehdit barındıran bir tondaydı.
“Bu bir tehdit değil,” dedim. “Bu bir söz. Hayatta kalmak için ne gerekiyorsa yaparım. Ama bir daha böyle bir şeyle karşılaşırsam, hayatını asla affetmem.”
Ateş yavaşça bir adım attı. Yatağın kenarında dururken ki rahat duruşu gitmiş, yerine daha ciddi bir hava gelmişti. Bana doğru birkaç adım daha attı, aramızdaki mesafeyi kapatarak durdu. Gözleri o kadar yakındı ki, içimdeki nefesi söküp alacak gibi hissediyordum.
“Sen gerçekten inatçı bir kadınsın, değil mi?” dedi, sesi bu kez daha yumuşak ama aynı derecede etkileyiciydi. “Bu kadar cesur olmanı beklemiyordum.”
Gözlerimi ondan kaçırmadım, kaçırmak istemedim. Ateş’in o yoğun bakışlarına karşı koymam gerektiğini biliyordum. Geri adım atarsam, bu savaşta kaybeden ben olurdum.
“Otur,” dedi birden, sesi emredici bir tona bürünerek. Ellerimle yumruklarımı sıkarken, bir süre tereddüt ettim. Ama sonunda yatağa doğru yürüyüp oturdum.
“Bunu kolay yoldan da yapabiliriz,” dedi, gözlerini üzerimden ayırmadan. “Zor yoldan da. Ama unutma, sen ne kadar karşı koyarsan, bu durum ikimiz için o kadar zorlaşacak. Seni buna zorlamıyorum Şahin. Bu senin kararın.”
Sözleri mideme bir taş gibi oturdu. Onunla bu kadar yakında olmak, üzerimdeki o sert ama bir o kadar da garip bir şekilde sıcak bakışlarına maruz kalmak beni deli ediyordu.
“Bu gece bitecek,” diye mırıldandım, gözlerimi yere dikerek. “Ve bir daha asla olmayacak.”
Ateş gülümsedi, bu kez alaycı bir şekilde. “Göreceğiz,” dedi sadece, o gülümsemesinde her şeyi bilen biri gibiydi. Fakat ben kararlıydım. Bu gece yaşanacak ne varsa yaşanacaktı, ama benim için bu bir sondu. Ötesi asla olmayacaktı.