2. Bölüm

726 Words
Mardin Havalimanı'ndan çıkıp taş döşeli yollara adımımı attığımda, şehrin nefesi yüzüme çarptı. Güneş, dağların ardında yavaşça kayboluyordu. Altın rengi ışıklar, kadim taşların üzerine serilirken, bu toprakların sert gerçekliğini de fısıldıyordu sanki. Konağa vardığımda ilk fark ettiğim her yerde nöbet tutan silahlı adamlar oldu. Geniş kapının önünde bekleyen iki adam, omuzlarındaki tüfekleri sımsıkı tutuyordu. Ellerim, valizimin sapında daha da sıkılaştı. Küçük valizim, taş zeminde sürüklenirken çıkardığı ses, bu korkutucu sessizlikte yankılanıyordu. Konağın kapısını açar açmaz burnuma gelen odun ateşi ve baharat kokusu bile bana huzur vermedi. İçeri girerken, başımı hafifçe eğip selam verdim. Cihan ne işler karıştırıyordu acaba? Üç gün sonraya dönüş için bilet almıştım. İşlerimi hızlıca halledip buradan gitmek istiyordum. İç avluya adımımı attığımda Necla’yı avlunun bir köşesinde yere çökmüş, ağlarken buldum. Ağlaması ne kadar sessizse acısı da bir o kadar yüksek sesle yankılanıyordu. Deli gibi atan kalbimi bastırmaya çalışarak ona yaklaştım. "Ne oldu, Necla Hanım? Neden ağlıyorsunuz?" dediğimde kafasını kaldırıp büyüttüğü gözlerle bana baktı. Yüzü sanki on yıl yaşlanmış gibiydi. Onu en son gördüğüm zamana göre epey kırışıklığı artmıştı. Kırışıklıkları arasında akan yaşlar yanaklarına derin izler bırakıyordu. “Havin, geldin mi?... Cihan,” dedi hıçkırarak. “Halil Ağa’nın elinde.” Bir an anlayamadım. Halil Ağa mı? Sanki konuştuğumuz kelimeler başka bir dilden geliyordu. Yutkunarak bir adım geri çekildim. “Bozdağlı aşireti mi? Cihan’ın orada ne işi var?” Necla yüzüme baktığında sanki içimdeki bir yer parçalandı. “Cihan,” dedi çatallı bir sesle, “Bozdağlı'ların kızı Fidan’a...” Devamını getiremedi. O anda zihnimde Doğu’nun asırlık kuralları hızla canlandı. Namus, onur ve kan... Hepsi bu topraklarda birbirine karışırdı. Babam bu hikayelerden hep korkardı. Şimdi üvey annemin gözlerindeki çaresizlik, bu korkunun gerçeğe dönüştüğünü gösteriyordu. Daha ne olduğunu kavrayamadan, konağın büyük kapıları gıcırdayarak açıldı. İçeri Halil Ağa girdi. Geniş omuzları, başındaki beyaz kefiyesi ve belindeki gümüş işlemeli tabancasıyla, sanki bu taş konağın bir parçasıydı. Onu yıllar önce babamın cenazesinde görmüştüm. Arkasında ona eşlik eden adamlarıyla birlikte ağır adımlarla avluya ilerledi. Halil Ağa’nın sesi sert, soğuk ve tartışmaya kapalıydı. “Havin kız,” dedi, gözlerini üzerime dikerek. Sırtımı dikleştirip ayağa kalktım. “Hoş geldin. Abinin yediği haltı duymuşsundur. Çünkü bu mesele seni de ilgilendiriyor artık.” Bir an için kanım çekildi. Necla’ya döndüm, ama o bakışlarını yere dikmişti. “O benim abim değil!" dedim sert bir sesle, ardından devam ettim. "Bu da ne demek oluyor Halil ağa? ” diye sordum, sesimdeki titreşimi bastırmaya çalışarak. Halil Ağa, avlunun ortasında durup beni baştan aşağı süzdü. “Cihan, benim namusumu lekeledi. Cezasını çekmesi gerek. Ama analığın bir çözüm sundu.” Necla hıçkırarak yere kapanmıştı. “Havin... Babanın hatırı için seni koruyacaklar. Başka yol yoktu!” Tüm bedenim titremeye başlamıştı. Sinirle ve öfkeyle yumruklarımı sıktım. Çok geçmeden ne demek istediklerini anladım. Kanım donmuştu. “Beni... berdel mi ediyorsunuz?” dedim, sesim buz gibiydi. Beni buraya berdel olmam için çağırmış, hayatımdan koparmışlardı. Halil Ağa’nın bakışları sertleşti. “Cihan Şahin babanın soy ismini taşıyor. Sen de bir Şahin olarak bunda yükümlüsün.Aşirete layık bir evlatsın. Kardeşinin hatasını kanla değil, bu evlilikle temizleyeceğiz. Ağalar buna karar verdi.” Sarı saçlarımı, yola çıkmadan önce sıkıca toplamıştım ama şimdi nefes almak bile zordu. Sanki boğuluyordum. Çocukluğumdan beri bu toprakların hikayelerini duyarak büyümüştüm. Ama bir gün o hikayelerin tam ortasında duracağımı düşünmemiştim. “Benim bu işte hiçbir suçum yok,” dedim, sesim çatallaşarak. “Cihan'ın hatasının bedelini neden ben ödüyorum?” Halil Ağa’nın kaşları çatıldı. “Bu toprakların kuralları böyle kızım. Namus, ailenin yüküdür. Kardeşin hata ettiyse, sen düzeltirsin.” Gözlerimi Necla’ya diktim. O kadın, beni doğurmamıştı, ama babamın mirasına el koymak için beni hep kullanmıştı. Şimdi ise beni hayatta kalan tek oğlunun hatasını temizlemek için feda ediyordu. “Böyle olmaz. Asla kabul etmiyorum!” dedim, ellerimi yumruk yaparak. Ama içimdeki fırtına, Halil Ağa’nın sert duruşuna çarpıp sönüyordu. Halil Ağa, adamlarına döndü ve soğuk bir emir verdi: “Eğer kabul etmezsen tüm Şahin soylular bu gece öldürülecek!" O an başımdaki tüm dünya yıkıldı. Gözlerim karardı, nefesim daraldı. Kulaklarım uğuldamaya başladı. Kaçmayı düşündüm ama nereye? Gitsem bile emir verildiği an cesedim çıkardı. Ya ölecektim ya evlenecektim! İçimdeki fırtına, her şeyin önündeydi. Halil Ağa'nın söyledikleri hala kulağımda yankı yapıyordu. O kadar kolay söylemişti ki... Bunu kabul etmek, birinin hayatını hiçe saymak onlar için hiçbir şeydi. Özgürlüğüm, hayatım... Tüm bunları bu kadar basit bir şekilde bir kenara atmak? Berdel edileceğim kişiyle bir şekilde konuşabilirsem İngiltere'ye geri dönebileceğime dair umudum vardı. O da istemeden bir evliliğe zorlanacaktı. Bu işten kurtulmamın tek yolu onunla anlaşmaktı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD