5. Bölüm

1163 Words
Odanın içinde donmuş bir hava vardı. Yatağın kenarına oturdum ve etrafıma bakındım. Zaman, taş duvarların arasında sıkışmış gibiydi. Her saniye ağır, her dakika sonsuzdu. Aşağıdaki sesler çoktan kesilmişti. Fakat bir süre sonra kadın bağırışları yeniden duyulmaya başladı. Kimin kiminle tartıştığını bilmiyordum, umurumda da değildi ama seslerin sertliği, buradaki otoritenin ne kadar acımasız olduğunu açıkça gösteriyordu. Derin bir nefes aldım ve başımı ellerimin arasına gömdüm. Kafamın içindeki uğultular, bağırışların yankısıyla birleşiyor, midemde ağır bir taş gibi oturuyordu. Kaç saat geçtiğini bilmiyorum. Zaman burada başka türlü akıyordu. Belki de hiç akmıyordu. Valizimin üzerindeki çantam gözüme ilişince bir an için gerçek dünyaya dönmüş gibi hissettim. Ayağa kalkıp çantamın içine eğilip eşyalarımı karıştırdım. Parfümlerim, makyaj malzemelerim, pasaportum, gidiş için uçak biletimin ardından telefonuma ulaştım. Şarj aletini de çıkartıp hızla bir priz bulup şarja taktım. Bir süre bekledikten sonra ekranı açtığımda bir anda yüzümde sıcak bir dalga hissettim. 30 cevapsız arama vardı. En üstte Lia’nın adı yazıyordu. 20 kez aramıştı. Mesajlar peş peşe dizilmişti: “Neredesin?” “Seni merak ettim Havin, herkes seni soruyor.” “Bir şey olduğunu düşünüyorum. Artık yeter bana dön!” Diğer aramaları görünce elimdeki telefon daha da ağırlaştı. Alex… Onun adı ekranda parlayınca kalbim bir an sıkıştı. İçimde sinirli sancı belirdi. Ne yüzle arıyordu hâlâ? Ama şimdi bunu düşünmenin sırası değildi. Lia’yı geri aramam gerekiyordu. Derin bir nefes aldım ve yeşil tuşa bastım. Telefon birkaç kez çaldı. Ardından Lia’nın endişeli sesi yankılandı: “Havin? Tanrı aşkına, neredesin? İyi misin? Neden telefonumu açmadın?” Sesimi sakin tutmaya çalışarak yalan söyledim: “Uyuyordum, Lia. Tüm gün uyudum. Çok yorgundum. Özür dilerim.” “Tüm gün mü? Bu hiç sana göre değil. Havin, orada her şey yolunda mı? Alex'le mi ilgili?" “Şu an konuşamam. Sonra seni ararım. Gerçekten. Her şey yolunda.” Sesimdeki titremeyi fark ettiğini hissediyordum. Lia, kısa bir sessizlikten sonra derin bir iç çekişle konuştu: “Tamam. Ama bir şey olursa hemen haber ver. Çok merak ediyorum. Yola çıkmadan beni ara ki seni havaalanında karşılayabileyim.” Telefonu kapatmadan önce güçlükle, “Merak etme,” diyebildim. Ardından aramayı sonlandırıp telefonu sessize aldım ve çantanın içine sakladım. Tam o sırada dışarıdan bir araba fren sesi duyuldu. Kalbim duracak gibi oldu. Pencerenin yanına gittim. Perdelerin arasından dışarı baktım. Karanlık avlunun girişinde siyah bir araba durmuştu. İçinden gölgeler indi ve konağın ağır kapısına doğru ilerledi. Arabanın yanında duran adamlardan biri başını kaldırıp doğrudan pencereye baktı. Kendimi geri çekmeye çalıştım, ama hareket edemedim. Sanki zaman durdu. Bakışlarının üzerimde gezindiğini hissedebiliyordum. Gözlerimi kaçırmadan önce gördüğüm şey, yüzündeki gölgelerin bir insanı andırmadığıydı. Daha çok… karanlıktan doğmuş bir siluet gibiydi. Sonunda kendimi geri çektim. Perdeler yeniden yerine düştü, ama içerideki hava daha da daraldı. Dışarıdan ayak sesleri geliyordu artık. Ağır, yankılı, tehditkâr. Konağın taş zemini bu yükü taşıyamıyormuş gibi gıcırdıyordu. Bir an için, az önce duyduğum kadın bağırışları kulaklarımda yeniden çınladı. Konağın içindeki sessizlik yerini bir hareketliliğe bırakmıştı. Şimdi bu sessiz odada yalnızca bir şeyden emindim; Bu gece, hiç bitmeyecekti. Alt katta bir kapı açıldı. Ses, konaktaki sessizliği kesip parçalara ayırdı. Kısa bir süre sonra gelen derin adım sesleri korkumu daha da büyüttü. Artık yalnızca kalbimin çılgınca atışını duyuyordum. Her tok ses, içimde bir çığlık gibi yankılanıyordu. Başımı kaldırıp kapıya baktım. Tül duvağımı çoktan çıkarmıştım. Her bir adım… Her bir titreşim sesi… Beni olduğum yerde donmuş bir şekilde bırakıyordu. Kalbimin artık bir ritmi bile yoktu. Sadece düzensiz çarpmalar ve boğazımda yarattığı o dayanılmaz baskı. Tek yapabildiğim gelen adamla neler konuşacağımdı. Adımlar tam kapının önünde durdu. Sessizlik, korkunun en büyük cezasıydı. Ardından kapı kolu hafifçe kıpırdadı. Nihayet kapı açıldığında odanın içine ağır, tehditkâr bir varlık doldu. Gözlerimi kapı eşiğine diktim. Ayak bileklerine kadar inen koyu renkli paltosuyla Ateş Bozdağlı, aralıktan içeri adımını attı. Hafif bir rüzgâr dalgası gibi varlığı, odanın havasını tamamen değiştirmişti. Onunla beraber içeri dolan karanlık, adeta nefesimi kesiyordu. Yüzü, kömürden yontulmuş gibiydi; her bir hat, kusursuz ve keskin. Sert bir çenenin altında derinleşen sakal gölgeleri, karanlığı daha da yoğunlaştırıyordu. Ancak gözleri… O kahverengi gözler, asla bir insana aitmiş gibi hissettirmiyordu. Derin ve delici bakışları, sanki bütün benliğimi deşip içimde sakladığım her korkuyu dışarı çıkarmaya kararlıydı. Bana baktığında yüzündeki ifade değişmedi. Soğuk, sert ve sarsılmaz bir maske gibiydi. Bakışları omuzlarımdan başlayıp yüzüme kadar çıktı. Sanki gözleri, bir yargıcın kalemi gibiydi; her bakış bir hüküm. “Ayağa kalk,” dedi sonunda. Sesi, derin bir yankı gibi odayı doldurdu. Tek bir kelimesi bile odanın taş duvarlarını titretecek kadar güçlüydü. Kapıyı ardından kapattığında istemsizce irkildim. "Bak, konuşmalıyız," dedim hızla ayaklanarak. Onun gözlerine bakarak cesaretimi toplamaya çalıştım. "Tüm bu olanları kendi aramızda halledebiliriz." Ama sözlerim onun için bir anlam ifade etmiyordu. Ağır adımlarla bana yaklaşmaya başladı. Ağır ve tehditkârdı. Sözlerimi adeta havada kesip attı ve cümleme devam edemedim. Gözleri benimkilerle buluştuğunda nefesim yine kesildi. Bakışlarındaki sertlik, bir fırtına gibi üzerime çöküyordu. Gözleri ismi gibi ateş parlaklığındaydı. "Duvağını çıkarmışsın," dedi, sanki bu hareketim onun otoritesine bir meydan okumaymış gibi. Sonunda derin bir nefes aldı ve birkaç adım daha atıp önüme kadar geldi. Yakınlığı ürkütücüydü. Varlığı, kanımı donduruyordu. "Beni dinleyeceksin," dedi, sesi daha alçak ama bir o kadar tehditkârdı. "Ve eğer bir kez daha kendi kararını vermeye kalkarsan… seni bu taş duvarların içine gömerim. Anladın mı?" Gözlerimi ona diktim, yutkunmaya çalıştım ama boğazımdaki o baskı beni bırakmıyordu. Ateş Bozdağlı’nın her kelimesi, bu gece bitmeyecek korkusunun bir teyidiydi. Sadece başımı hafifçe sallayabildim. Onun varlığı, karanlık bir kabusun canlı kanıtıydı. "Ben burada kalamam. Hayatım Londra’da. Orada bir düzenim var. Okulum, arkadaşlarım, bir hayatım…” diye bağırdım tam karşısına geçtiğimde. Kafamı kaldırıp sert yüzüne bakarken bakışları yüzümü tarıyordu. “Londra’yı unut,” dedi Ateş, sesi alçak ve tehditkâr bir tonla. “Artık buradasın. Burada kalacaksın. Ve ne yapacağını ben söyleyeceğim.” Dondum. Onun bu kadar kesin, bu kadar acımasız olabileceğini tahmin etmemiştim. Ama bir yanım bu kararlılığa boyun eğmeyecek kadar inatçıydı. “Hayır,” dedim, gözlerimi onun gözlerinden kaçırmadan. “Bak bunu konuşabiliriz. İkimiz de bu olayda kurban edildik. Ne sen beni seviyorsun ne ben seni. Anlaşabiliriz. Evliliğimiz devam etsin ama beni Londra'ya yolla. Sen söyleyince kimse bir şey diyemez. Hem ikimiz de böylece kendi hayatımıza bakabiliriz." Ateş, söylediklerime aldırmamış gibi yaklaştı. O kadar yakındı ki nefes alışverişlerimiz birbirine karışmıştı. Bakışlarında korkutucu bir ifade vardı. “Özgürlük mü istiyorsun?” diye sordu, alaycı bir tonla. “Artık özgürlüğe yer yok, Şahin. Benim hayatıma girdikten sonra bunu unutacaksın. Benden izin almadan evden bile çıkmayacaksın." O an, sinirlerim boşaldı. Kalbimin çılgınca atışını susturmak istercesine, tüm öfkemle bağırdım: “Neden bunu yapıyorsun? Beni neden burada tutuyorsun? Beni burada tutmak için bir sebebin yok! Hayatımı mahvetmene izin vermeyeceğim! Neden bu kadar acımasızsın?” Ateş, bir an için sustu. Gözlerinde bir çatışma belirdi. Ama bu duygu sadece bir anlıktı. Hemen ardından yüzündeki sertlik geri geldi. “Çünkü başka çarem yok,” dedi, sesi düşük ama tehditkârdı. “Sen… benim hayatımın bir parçası olmak zorundasın. Londra’yı, hayallerini, özgürlüğünü unut. Artık buradasın.” Onun gözlerindeki o duvarı görebiliyordum. Kendi içinde gizlediği bir acı vardı, ama bana göstermek istemiyordu. Yine de bu sözleri kabul edemezdim. Derin bir nefes alıp geri çekildim. "Ben banyoya giriyorum. Çıktığımda soyunmuş ol!" Diyerek odanın içindeki banyoya doğru yöneldiğinde şaşkınlıktan nefesimi tuttum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD