22

819 Words
Mert’in öncülüğünde satın alınan köklü inşaat firması kısa sürede toparlanmış, adeta küllerinden doğmuştu.Yeni bir firma kurmak yerine, yıllardır sektörde saygın ama mali açıdan zor durumda olan köklü bir inşaat şirketini satın almışlardı. İsim aynı kalmış, ama ruhu tamamen yenilenmişti. Ofisin havası, taze bir başlangıcın enerjisini taşıyordu. Ofisin içine giren herkes bunu hissediyordu: Maketlerin renkleri daha canlı, çizim tahtaları daha dolu, toplantı odaları daha kalabalıktı. Sanki duvarlar bile “yeniden başlıyoruz” diyordu. Yeni projeleri büyük ve iddialıydı: Doğal Yaşam Konseptli Karma Site. İçinde AVM’den spor kompleksine, çocuk parklarından küçük bir sağlık birimine kadar her şey vardı. Okullar açılmış, dört arkadaş da son sınıf öğrencisi olarak stajlarına başlamıştı: Elif, mimarlık bölümünde staj yapıyordu. Her sabah çizim masasına oturuyor, proje müdürüyle detay planları tartışıyor, öğleden sonraları 3D modellemelere gömülüyordu. Bora, şantiyedeydi. Çamur içinde gezdiği günlerin sayısı artmış, yeni yeni “ustalarla muhabbet kurma” evresine girmişti. Emre, bilgi işlemdeydi. Sistem güvenliği, sunucu bakımı, yazılım destek derken bir yandan da Elif’in çizimlerini dijital ortama aktarıyordu. Mola saatlerinde üçü koridorda buluşup kahvelerini yudumluyor, birbirlerine günün dedikodusunu aktarıyorlardı. Bilge ise şirketin tanıtım biriminde staja başlamıştı. Sosyal medya kampanyaları, tanıtım videoları, röportaj çekimleri… Kamera arkasında olmayı seviyor, kurgu programlarının başında saatlerce kayboluyordu. Mert’in bu bölüme “gereğinden sık” uğraması ise şirkette minik minik gülüşmelere sebep oluyordu. Bir sabah kahve molasında Mert cesaretini toplayıp duygularını itiraf etmiş; Bilge’nin gülümseyerek verdiği yanıt bütün ekibin gününü aydınlatmıştı. Ama herkes böyle mutlu değildi. Suna, yazı ailesiyle geçirmiş, sonra İstanbul’a dönmüştü. Arkadaşlarının aynı şirkette, aynı projede çalıştığını görmek onu ister istemez uzaklaştırmıştı. Kendini “dışarıda kalmış” hissediyordu. Öğretmenlik okuduğu için staj yapmıyor, çoğu gün evde tek başına ders çalışıyordu. En çok da Emre'nin yoğunluğu canını sıkıyordu. Emre, ne kadar yorgun olursa olsun Suna’yla vakit ayırmaya çalışıyordu ama... Aralarındaki o eski sıcaklık artık yoktu. Kavga etmiyorlardı ama bir şeyler eksikti. Mesajlar kısa, görüşmeler gergin, buluşmalar tatsızdı. Yaz boyunca biriken o soğukluk, sonbaharda iyice belirginleşmişti. Birlikte olmalarına rağmen… sanki ikisi de yalnızdı. Bir gün, dört anne yine Eliflerin salonunda buluşmuştu. Masada çay, kurabiye, dedikodu… Herkes neşeli, herkes heyecanlıydı. Füsun Hanım ve Sibel Hanım zaten yılların dostuydu. Hukuk büroları ortaktı; mahkemede kavga edip kafede barıştıkları zamanları hâlâ anlatıp gülüyorlardı. Emine Hanım, kendi sakinliğiyle bu ikilinin ateşini dengeleyen biriydi. Ev hanımı olmasına rağmen söyledikleri hep tam yerinde olurdu. Bilge’nin annesi Sevil Hanım ise Ege’nin o tatlı sıcaklığıyla ortama renk katıyordu. Kadınlar koyu bir sohbete dalmışken, yan odada oturan Suna onları istemeden duyuyordu. Her kahkaha, her mutlu cümle onu biraz daha içeri çekiyordu. Derken Sibel Hanım’ın iç çeken sesi duyuldu: — “Keşke benim oğlum da mutlu olsa…” Suna'nın kalbi sıkıştı. — “Suna onu üzüyor. Uygun mu acaba, bilmiyorum.” Cümle bıçak gibi saplandı Suna’ya. Elindeki kalem titredi, nefesi kesildi. Kimse onu dışlamamıştı, ama o dışarıda hissetmek için yeterince sebep bulmuştu.Emre’yi ilk gördüğünde hemen âşık olmamıştı; ilgisine, sabrına, sevgisine kapılmıştı. Belki de “zamana bırakalım” deyişinin sebebi buydu — kaybetmekten korkuyordu. Yine de içinde bastıramadığı bir hırs vardı. Ailesinin maddi durumu iyi değildi, o ise hep daha fazlasını istemişti. Emre, hem kişiliğiyle hem ailesiyle hem de geleceğiyle onun için biçilmiş kaftandı. Son zamanlardaki huzursuzluğu, kararsızlığı… şimdi annelerin ağzından dökülüyordu.Evet, son zamanlarda kendini dışlanmış hissediyordu ama Emre’nin ilgisizliğinden değil, tam tersine fazla ilgisinden boğuluyordu. Emre, ne kadar yorgun olursa olsun onunla vakit geçirmek için zaman yaratıyordu. Ama Suna, bunun Emre’yi ne kadar yıprattığının farkında değildi. Tam o sırada, yan odadan gelen sesler düşüncelerini böldü. Emine Hanım, konuyu dağıtmak istercesine heyecanla: — “Kızlar, gelirken alt kattaki dairenin satılık olduğunu gördüm. Alsak mı? Geldikçe çocukları rahatsız etmeyiz.” Bir anda içerdeki enerji değişti. Kadınların gözleri parladı. — “Harika fikir!” dedi Füsun Hanım. — “Hadi hemen bakalım!” diye ekledi Sevil Hanım. O akşam anneler yine toplanmış, heyecanla alt katı aldıklarını anlatıyorlardı. Üç odalı daireyi nasıl dört odaya çıkaracaklarını tartışıyor, ev planlarını masaya yaymışlardı. Elif ve Bora gülümseyerek onları izliyor, arada fikir veriyorlardı. Kapı çaldı. Mert içeri girdi. “Anneler de buradaymış… Üst kattaki daire satılıktı, ben aldım. Ben de bu binada yaşayacağım.” Bilge’nin ağzından tiz bir ses kaçtı, heyecandan neredeyse bağıracaktı. Elif ve Bora yanı anda şaka derken birbirlerine baktılar ve gülmeye başladılar. Emine Hanım gülümseyerek: — “O zaman tamam, ben Mert’in yanında kalırım, siz de aşağı yerleşirsiniz.” Tam herkes sevinçle konuşurken Suna’nın suratı bembeyaz oldu. Sessizce yerinden kalktı. — “Ben çay koyayım…” dedi. Sesindeki titreme hiç kimsenin gözünden kaçmadı. Mert,Bilge’ye dönüp göz kırptı. Elif tam bir şey söyleyecekken, Füsun Hanım heyecanla lafa girdi, aldıkları evi anlatmaya başladı. Sibel Hanım, Sevil Hanım ve Emine Hanım da araya girince, anlatılanlardan hiçbir şey anlaşılmaz hale geldi. Emre ise sessizce ayağa kalkıp mutfağa yöneldi. Suna’nın arkasından girdi. “Suna, bir dakika. Konuşalım.” “Konuşacak bir şey yok, Emre,” dedi Suna, sesi çatallıydı. “Ben zaten eşyaları toplamaya başladım. Eve dönüyorum.” Bir anlık sessizlik çöktü. O sessizliğin içinde sadece Emre’nin derin nefesi duyuldu. Sessizlik, ikisinin de içinde bir şeyleri kırdı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD