### **Bölüm 1: Gece Yarısı Kaçışı**
Ay ışığı, yaprakların arasından ince bir hüzme gibi sızarken orman neredeyse canlı gibiydi. Ağaçlar çatlamıyor, fısıldıyordu. Rüzgâr, Lily’nin saçlarını savururken, adımlarının yönü bilinçli değilmiş gibi görünüyordu. Sanki ayakları onu bir yere çağıran bir sese uyarak ilerliyordu—ama bu ses ne dışarıdan ne de zihnindendi. Kalbinin çok derinlerinden gelen, bastırılmış bir hafızanın yankısı gibiydi.
Bu yol, kasabanın dışında kimsenin kullanmadığı patikalardan biriydi. Sanki haritalardan bile silinmişti. Ivy bu yolu duyduğunda ürperirdi. “O taraf tekin değil,” derdi hep. Ama Lily için bu orman her zaman tuhaf bir biçimde tanıdık gelmişti. Sanki geçmiş bir hayattan kalma bir çağrı gibi.
Adımlarının arkasında bir şey vardı. Bastığı kuru dalların sesini bastıran başka bir çıtırtı. Birkaç kez başını çevirdi, hiçbir şey göremedi. Ama ensesindeki tüyler diken diken olmuştu. Her kası gergin, vücudu tetikteydi ama zihni bulanıktı.
Neden dışarı çıkmıştı? Ne arıyordu?
Aslında hiçbir fikri yoktu.
Ya da vardı ama hatırlamıyordu.
Belki de o gece, Ivy’nin odasında onun titrek sesiyle söylediği sözler yüzünden olmuştu.
“Bu gece dışarı çıkma... rüyaların gerçek olabilir.”
Ne demekti bu? Ivy bazen saçmalardı, ama bu farklıydı. O sözde bir korku değil, bir bildiklerini gizleme hali vardı. Lily bunu anlamamıştı ama o an yüreğinde bir gıcıklanma olmuştu. Ve işte şimdi buradaydı. Ormanın içinde, karanlığın tam ortasında.
Ayağının altındaki toprak kaydı. Dengesini kaybetti, dizleri toprağa çarptı. Parmak uçlarıyla yere tutunurken tırnaklarının altına çamur doldu. Sonra… o his.
Bir bakış. Gözle görülmeyen ama iliklerine kadar hissedilen bir bakış.
Bir yerde bir şey vardı. Canlı… ama insan değil.
Sol tarafındaki çalılıklarda bir hışırtı. Kalbi o an göğsünden dışarı fırlayacak gibiydi. Koşmak istiyordu ama dizleri titriyordu. Aklı kaç diyordu, ama bedenini bir mıknatıs gibi çeken o enerjiye karşı koyamıyordu.
Derken, çalılıklar yavaşça aralandı.
Ama bir şey çıkmadı.
Sadece… iki ışık parladı. Göz değildi. Ama göz gibi hissettirdi. Maviydi. Soğuk, keskin, yabancı… ama içinde bir acı vardı. Sanki uzaktan yankılanan bir hatıra gibi. Lily’nin ruhuna dokundu.
Göz göze geldikleri an zaman durdu.
Sadece birkaç saniyeydi belki ama sonsuzluk gibiydi. Göz bebekleri büyüdü, nefesi kesildi. Bilinçle bilinçaltının sınırı kırıldı. Anlamadığı imgeler zihninin kıyısına çarptı. Taht… kan… gece.
Birden o gözler kayboldu.
Ay ışığı, yağmurun ıslattığı sokaklarda yankılanan adımlarına eşlik ediyordu. Lilian, nefesi düzensiz bir şekilde boğazına düğümlenirken, kalbinin deli gibi attığını hissediyordu. Koşuyordu, nereye gittiğini bile bilmeden, sadece uzaklaşmak için. Ama arkasında onu takip eden şey hâlâ oradaydı.
Sokak lambalarının titrek ışığında, gölgelerin arasında şekilsiz varlıklar beliriyordu. İnsan değillerdi—bunu hissediyordu. Birinin nefesi neredeyse ensesinde, ama geriye bakamazdı. Bakarsa tökezleyebilirdi ve durmak ölüm demekti.
*Bu nasıl oldu? Neden buradayım?*
Her şey bir saat önce başlamıştı.
Lilian, geceyi arkadaşlarıyla bir kafede geçirmişti. Sıradan bir akşam, sıradan sohbetler. Ama sonra dönüş yolunda bir ara sokaktan gelen sesleri duymuştu. Bir kavga sandı, belki bir soygun. Merakı ağır bastı ve adımlarını yavaşlatarak gölgelerin içine doğru ilerledi.
Ama gördüğü şey… insan değildi.
Bir adamın boğazına yapışmış, dişlerini onun tenine geçiren birini gördü. Kurbanın bedeni sarsıldı, ama sesi çıkmadı. Sonra, saldırgan başını kaldırdı ve kan damlayan dişleriyle doğrudan Lilian’a baktı.
Gözleri… o gözleri asla unutamayacaktı.
Kaçmaya başlamıştı. Ama çok geçti, onu fark etmişlerdi.
Şimdi, kaçarken her şeyin ne kadar hızlı geliştiğini anlamaya çalışıyordu. Bu bir şaka mıydı? Halüsinasyon mu görüyordu?
Sola döndü, sonra sağa… ama bir çıkmaz sokakta buldu kendini.
"Hayır, hayır, hayır!" diye fısıldadı.
Geri dönecekti ama arkadan gelen ayak sesleri aniden kesildi. Hava ağırlaştı. Sıcak nefesini soğuk geceye savurarak döndü.
Tam o anda, bileğinden biri kavradı ve sertçe kendine çekti. Bir kapı hızla açıldı ve Lilian karanlığın içine sürüklendi.
Bir çığlık atacak zamanı bile olmadı.
Biri onu duvara yasladı, nefesi onun yüzüne çarpıyordu. Gözleri loş ışıkta parlıyordu—insan gözleri gibi değildi.
"**Sessiz ol,**" diye fısıldadı yabancı. "Eğer seni bulurlarsa, işin biter."
Lilian'ın bedeni titredi. Kendisini tutan adamın sesi derindi, tehlikeli bir yankı taşıyordu. Ama daha da korkutucu olan şey, onun *biliyormuş gibi* konuşmasıydı.
*Beni neden önemsiyor? Kim bu adam?*
Dışarıda, sokakta bir hareketlenme oldu. Lilian başını hafifçe çevirdi ama adam onu hemen durdurdu. Eli, nazik ama kesin bir şekilde omzuna bastı.
"Bakma," dedi. "Seni hissetmemeleri için dua et."
Lilian dişlerini sıktı, nefesini tuttu.
Saniyeler, saatler gibi geçti. Sonunda dışarıdaki varlıklar geri çekildi. Ayak sesleri uzaklaştı, ardından gece yine sessizleşti.
Yabancı, elini çekti ama hâlâ gözlerini Lilian’dan ayırmıyordu.
"Beni bulmaları gerekirdi," diye fısıldadı Lilian. "Nasıl—"
"Şanslısın," dedi adam, kaşlarını çatarken. "Ama bu sadece bir başlangıç. Artık onların radarındasın, Lilian ."
**Nasıl adımı biliyordu?**
---
Lilian aniden gözlerini açtı.
Odasının solgun ışığında tavana bakarken, kalbi hâlâ göğsüne vurmaya devam ediyordu. Nefesi düzensizdi, sanki bir maraton koşmuş gibiydi. Başını yana çevirdiğinde alarmının 07:30’u gösterdiğini fark etti.
Bir an için gece olanların sadece bir kâbus olup olmadığını düşündü. O ürkütücü sokaklar, yağmurun soğuk dokunuşu, o parlayan gözler ve gölgelerde kaybolan siluetler… bunların hepsi zihninin bir oyunu muydu?
Ama sonra, yatağının kenarına oturup ellerini gözlerinin üzerine götürdüğünde fark etti. Bileğinde hâlâ bir iz vardı.
**Parmak izleri.**
Biri dün gece onu gerçekten bileğinden tutmuştu. Üstelik, dokunuşun bıraktığı hafif morarma hâlâ teninde duruyordu.
Lilian yutkundu. Kalbi hızlandı. **Bu bir rüya olamazdı.**
Bir an için, gece olanları daha net hatırlamaya çalıştı ama beyninde sis vardı. Sadece kaçtığını, korktuğunu, sonra birinin onu sakladığını hatırlıyordu. Peki sonra ne olmuştu? O adam kimdi? Ve en önemlisi… **onun adını nasıl biliyordu?**
Titreyen elleriyle telefonunu aldı. **Ara.** Tek istediği, bu yaşananların normal bir günün sonucu olduğunu kendine kanıtlamaktı. Birkaç saniye sonra en yakın arkadaşı Ivy telefonu açtı.
"Lily?" Ivy'nin sesi uykulu ve şaşkındı. "Sabah sabah ne oldu?"
Lilian sesi çıkmadan birkaç saniye bekledi. *Ne diyeceğim ki? Dün gece kovalandım mı? Birisi beni sakladı mı? Yoksa kafayı mı yiyorum?*
"Şey… sadece bugün okulda mısın diye soracaktım," dedi sonunda, sesi beklediğinden daha kısık çıkmıştı.
Ivy esnedi. "Tabii ki. Sen iyi misin? Sesin biraz garip geliyor."
Lilian yutkundu. "Dün gece… biraz kötü uyudum galiba."
"Bunu kahveyle çözebiliriz," dedi Ivy. "Sabah dersten önce bir kahve içelim mi?"
Lilian tereddüt etti ama sonra kendini normal hissetmek için **günlük hayatına dönmesi gerektiğine** karar verdi.
"Tamam," dedi. "On beş dakikaya geliyorum."
Telefonu kapattıktan sonra derin bir nefes aldı.
Bu işin içinde bir şeyler vardı. Ama ne olduğunu henüz bilmiyordu.
Şimdilik yapabileceği tek şey, normal hayatına devam etmekti.
Ama çok geçmeden, bunun o kadar da kolay olmayacağını anlayacaktı.
---
Lilian, kabanının yakasını kaldırarak soğuk sabah havasında hızlı adımlarla ilerledi. Güneş yeni doğmuştu, ancak şehir hâlâ uykulu görünüyordu. İnsanlar kaldırımlarda yürüyordu, arabalar caddede ilerliyordu, kahvecilerden taze kahve kokusu yayılıyordu. **Her şey sıradan, normaldi.**
Ama Lilian kendini normal hissetmiyordu.
Kendi düşüncelerinden kaçmaya çalışarak Ivy ile buluşacağı kafeye yöneldi. İçeri girdiğinde tanıdık kahve kokusu ve hafif caz müziği onu karşıladı. Ivy, cam kenarındaki bir masada oturuyordu, saçlarını dağınık bir topuz yapmış, telefonuyla oynuyordu.
Lilian derin bir nefes alarak masaya yaklaştı. Ivy, kafasını kaldırıp gülümseyerek ona baktı. "Bayağı solgunsun. Dün gece gerçekten kötü uyumuşsun."
Lilian hafifçe gülümsedi. "Sanırım öyle."
Bir garson masalar arasında dolaşıyordu. Lilian, kahve siparişi verip sandalyeye oturdu. Dışarıya baktığında, insanların normal bir sabah yaşadığını görmek onu rahatlatmalıydı. Ama içinde bir şey… **yerinde değildi.**
Kafasını hafifçe çevirirken, bir anlığına dışarıda, karşı kaldırımda **birinin ona baktığını fark etti.**
Bir adam. Uzun, koyu renk paltolu, yüzü gölgede kalıyordu.
Ama tam olarak baktığı anda… adam ortadan kaybolmuştu.
Lilian hızla gözlerini kırpıştırdı. Kalbi hızlandı. *Orada biri vardı… değil mi?*
Belki de sadece yorgundu. Belki de aklında olanları büyütüyordu. Kendini sakinleştirmek için derin bir nefes aldı ve Ivy’ye döndü.
"Bugün çok ders var mı?" diye sordu, sesinin olabildiğince normal çıkmasını umarak.
Ivy kaşlarını kaldırdı ama konuşmaya devam etti. Lilian, arkadaşını dinlemeye çalıştı ama zihni hâlâ dışarıda gördüğü adama takılmıştı. **Gerçekten biri var mıydı? Yoksa bu, dünden kalan korkunun bir oyunu muydu?**
Ama içinde bir his vardı.
**O adam gerçekten oradaydı.**
Ve onu izliyordu.
---
Lilian, kahvesinden bir yudum aldı ama tadını bile fark etmedi. Dışarıda gördüğü adamın hayali gözlerinin önünden gitmiyordu. Belki de gerçekten çok yorgundu ve her şeyi kafasında büyütüyordu.
İçini çekerek Ivy’ye döndü. "Dün gece bir rüya gördüm ama çok gerçekçiydi. Sanki… gerçek gibiydi."
Ivy, kahvesinden bir yudum aldıktan sonra ilgisini göstermeye çalışarak başını kaldırdı. "Ne gördün?"
Lilian birkaç saniye tereddüt etti. Olanları anlatmak istiyordu ama bir yandan da saçmaladığını düşündü. Ivy'nin onun delirdiğini düşünmesini istemiyordu. Bu yüzden sadece bir kısmını paylaştı.
"Biri beni kovalıyordu," dedi sessizce. "Gerçek gibi hissettirdi. Kalbim hâlâ hızlı atıyor."
Ivy bir an duraksadı. Lilian, arkadaşının kahvesine bakarak düşündüğünü fark etti.
Sonra Ivy başını kaldırdı… ve Lilian gördü.
O **gözler.**
Bir anlığına—sadece bir an—**Ivy’nin gözlerinde o gece gördüğü parlaklığı fark etti.**
Lilian’ın boğazı kurudu. Gözlerini kırpıştırdı. **Yanlış mı görmüştü?**
Ama Ivy hemen başını yana çevirdi, elini saçlarına götürdü ve sanki hiçbir şey olmamış gibi kahvesini yudumladı.
O an Lilian’ın içinde bir şeyler kırıldı.
**Bu bir hayal olamazdı.**
Dün gece o gözleri görmüştü. O korkutucu parıltıyı. Ve şimdi… **Ivy’de de vardı.**
Lilian’ın nefesi hızlandı ama kendini sakinleştirmek zorundaydı. Ivy’nin dikkatini çekmek istemedi. Zorla bir gülümseme yerleştirerek konuyu değiştirdi.
"Aman neyse, sadece kabustu," dedi alaycı bir kahkahayla.
Ivy başını hafifçe yana eğdi ve ona dikkatlice baktı.
"Sence gerçekten öyle mi?" diye sordu.
Lilian’ın vücudu bir anlığına dondu. Ivy'nin sesi alışıldık şekilde yumuşaktı ama içinde sanki farklı bir anlam gizliydi.
**Sanki her şeyi biliyormuş gibi.**
Lilian hızla toparlandı. Bir şey belli etmemeliydi. "Ne demek istiyorsun?" diye sordu, kahvesinden büyük bir yudum alarak.
Ivy gülümsedi. "Sadece… bazen rüyalar düşündüğümüzden daha gerçekçi olabilir."
Lilian zoraki bir şekilde gülümsedi ama içinde bir şeyler kıpırdanıyordu.
**Ivy bir şey biliyordu.**
Ama ne?
Ve en önemlisi… **Ivy gerçekten kimdi?**
---
Lilian, kahve bardağını sıkıca tutarak kafeden çıktı. İçinde bir huzursuzluk vardı, ama bunu adlandırmakta zorlanıyordu. Ivy’nin gözlerinde gördüğü o anlık parlaklık… Hayal miydi?
Belki de sadece ışığın yansımasıydı. Belki de **yanlış görmüştü.**
Ama içindeki o derin his, her şeyin daha karmaşık olduğunu söylüyordu.
Sokağa çıktığında kalabalığın içinde yürümeye başladı. Şehir sabahın telaşıyla hareket ediyordu. Arabalar hızla geçiyor, insanlar kaldırımlarda aceleyle ilerliyordu. Lilian, kafasını dağıtmak için çantasından kulaklığını çıkardı. Ama tam müziği açacakken…
Bir ses duydu.
"Onun hakkında dikkatli olmalısın."
Lilian dondu. Kulaklığı elinde sıktı ve yavaşça arkasına döndü.
Onunla neredeyse aynı boyda, ince yapılı, koyu renk paltolu bir adam duruyordu. Gözleri keskin ve ciddi bakıyordu. Onu daha önce hiç görmemişti. Ama bakışlarında tuhaf bir tanıdıklık vardı.
"Afedersiniz?" dedi Lilian, kalbinin hızlandığını hissederek.
Adam, ifadesini değiştirmeden ona baktı. "Ivy."
Lilian’ın nefesi düzensizleşti.
"Ne demek istiyorsunuz?" diye sordu, sesi istemsizce alçaldı.
Adam bir adım ona yaklaştı. "O göründüğü gibi biri değil."
Lilian istemsizce bir adım geri çekildi. Bir yabancının durup dururken ona böyle bir şey söylemesi… **Bu normal değildi.**
"Sen kimsin?" dedi, sesi biraz daha sertleşerek.
Adam, bir anlığına etrafına bakındı, sanki birinin onları dinleyebileceğinden şüpheleniyormuş gibi. Sonra gözlerini tekrar Lilian’a dikti.
"Bu şehirde kimse göründüğü gibi değildir, Lilian," dedi yavaşça.
Lilian’ın nefesi kesildi.
**Onun adını nereden biliyordu?**
Bir şey söylemek için ağzını açtı ama tam o anda adam, yüzünde ciddi bir ifadeyle arkasını döndü ve hızla kalabalığa karıştı.
Lilian birkaç saniye olduğu yerde kaldı. İçinde bir korku dalgası yükseldi.
Bu adam… **onu tanıyordu.**
Ve Ivy hakkında bir şeyler biliyordu.
Ama neden?
Bunu düşünmek bile Lilian’ın içini ürpertiyordu.
Ancak bir şey kesindi.
**Dün gece gördükleri gerçekti.**
Ve bunun yalnızca başlangıç olduğunu hissediyordu.
---