Dördüncü katta, Mardin'i ayaklar altına seren, gördüğünüz zaman içinizin ısınacağı çok güzel bir oda diyebilirdim. Eline kahve, sunum dosyaları ile saatlerce uğraşmaya değerdi. Almanya'da olan odamı düşününce iki kat mükemmeldi.
Mardin'in her yerini görebiliyordum sanki. Derin derin nefes alırken, kapı çaldı tekrardan. Kaşlarımı çatarak kapıya çevirdiğimde bakışlarımı içeri giren kişi kapıda beni durduran kişinin ta kendisiydi. Giyim olarak, fazla moderndi. Dekoltesini gözden çıkarırsam belki sekreter diyebilirdim ancak o dekolteyle bana daha çok başka şeyler hatırlatıyordu.
Elindeki kahveyi masanın üzerine bırakırken, "Berfin Hanım, sabahki olay için özür dilerim," dedi keyifsiz bir şekilde, ona tepki vermeden hareketlerini seyrettim bir süre. Ardından başımı sallamakla yetindim. "Mirza Bey, iki saatlik işi olduğunu, imzalanması gereken belgeleri akşam eve bırakacağını ve beklemenize gerek olmadığını söyledi."
Mirza'nın neredeyse benden kaçtığını düşünecekken, sekreter, "Odasını Mirza Bey'in yokluğunda kilitlememi tembihledi," dediğinde ana fikir olarak gitmemi ima etti sekreter.
Gözlerimi devirirken, "Çıkabilirsin, Mirza Bey gelene denk burada bekleyeceğimi bildirirsin, odasını yemeyeceğimide dip not düş," dedim sakin kalmaya çalışarak. Sonuç itibari ile bu şirkette her şey bana ve aileme aitti. Mirza'nın odasında sanki bir şey gizliyormuşcasına beni kovdurtması savunulacak şey değildi.
Üstelik babamın yanında söylememiş olsamda ben Almanya'ya dönecektim. Mirza ile uzaktan bir yönetim olacak, babam daha fazla yorulmayacaktı. Yine de babamın kalbini onarmadan gitmeyi düşünmüyordum. Bu konular evde konuşulamazdı.
Sekreter surat asıp odadan çıkarken camdan dışarı bakmaya devam ettim. İki saatin sonunda artık geleceğini düşünürken beni kendi odasında üç buçuk saate yakın bekletmişti. Artık, sinirden kanepede uyuya kalmıştım.
"Berfin!" Mirza'nın sesine gözlerimi araladığımda tepemde dikiliyordu, sert bakışları tam gözlerime sabitken yerimde doğrulup gözlerimi ovdum mahmur mahmur.
Yaptığı hiç hoş bir şey değildi. Kimse bu kadar bekletilmemelidir. Her kim olursa olsun! Mirza'ya dik dik bakmayı sürdürtürken, "Nerden geldin," diye sordum sinirle. "Kaç saattir seni bekliyorum."
Mirza umursamaz bir tavırla yanımdan geçip kendi koltuğuna otururken, "Buyrun Berfin Hanım," dedi önündeki sandalyeyi işaret ederek. Berfin'den hanıma terfi etmiştik. Ayaklarımı yere vura vura karşısına oturduğumda tek kaşımı kaldırıp ona baktım.
"Sözleş-"
"Sevda'ya söylemiştim zaten, eve getireceğimi."
Gözlerimi devirirken, "Sevda söyledi ama evde konuşamayacağım şeyler vardı," dedim hızla. "Almanya'ya geri döneceğim, imza yetkimi kaybetme-"
"Bir dakika, bir dakika." Mirza bana bakarken kaşlarını çattı. "Almanya'ya dönecek misin?"
Öyle bir sordu ki.. gitme diyecek sandım. Kalbimin ritmi değişirken, "Elbette," dedim. Gidecektim, senin olduğun her yer bana cehennem. Huzura, nefes almaya ihtiyacım vardı.
"Babana söylemedin ama." Sinirli çıkmıştı sesi, gözlerimi devirirken umursamazca omuz silktim.
"Sana ne Mirza Bey? Babamla henüz konuşmadım ancak bu böyle olacak. Ben düşündüm ki, faksla hallederiz. Bana fakslarsınız, imzalayıp size tekrar fakslarım. Basit."
Mirza, sinirle bana bakıyordu hâlâ. Anladığım ve sezdiğim kadarı ile memnun değildi. İşleri bu şekilde yürütebilirdik. "Islak imzanın kendisi lazım, fotokobi şeklinde yürümez işler." Dediği şey üzerine gözlerimi devirirken kaşlarımı çattım aynı zamanda.
"Bana fakslarsın, imzalarım sana fakslarım. Dosyaların asıllarını gelene kadar biriktiririm, acil bir şey olursa kargolarım sana asılları. Anlaştık mı?" Mimiksiz bir şekilde bana bakıyordu Mirza. Kulağa mantıklı geliyordu. Zaten eskisi gibi yılda bir kere gelmeyeceğimi de varsayarsak sorun olmaması lazımdı.
Tek kaşımı kaldırıp alayla süzdüm Mirza'yı. "Bir şey demediğine göre beni onayladığını varsayıyorum. Babam imza yetkisini verdiğine göre bundan sonraki bütün işlerinizde size başarılar Mirza Bey." Ayağa kalkıp tepeden bana ters bakışlarını umursamadan gülümsedim, itici bir tebessüm olduğuna eminken Mirza da ayağa kalktı.
"İyi günler Berfin Hanım."
Gözlerimi devirirken, "Ha bu arada," dedim durup ona bakarken. "Burası bir şirket, çalışanlar arası samimiyeti doğru bulmuyorum. Davranışlarınıza çeki düzen vermenizi istiyorum, gitmeden önce bir toplantı ayarlayın bana. Çalışanlar artık kiminle muhattap olmalarını gerektiğini ve yeni kurallardan bahsedeceğim."
Mirza sinirden kasılan suratıyla, "Yeni kurallar derken," dedi imalı bir şekilde.
Gülmemek için kendimi tutarken, "Benim koyacağım kurallar, şirkette ben yokken bütün her şeyden haberim olması gerekiyor. Detayları toplantıda görüşürüz Mirza Bey," diyerek göz kırptım, gözlerinin kara olması ve gittikçe kararmasını düşünürken omuz silkerek bunu umursamamaya çalıştım.
Odadan çıkmadan son kez zehir karası gözlerine bakarken otuz iki diş sırıtmanın verdiği bir rahatlık vardı, içim kesinlikle biraz olsun rahatlarken Sevda'nın dikkatli bakışlarını aldırmadan yürüdüm asansöre doğru.
Kadın dediğin başarılı olmalıydı. Zorda olsa öğrendiğim tek şeydi bu, zorluklar üstesinden gelebilmeli. Hayır demeyi öğrenmeli, kaybetse dahi ayağa kalkmayı bilmeli. Ben öğrendim Mirza beni bırakıp gittiği gün ikinci kere büyüdüm ben.
Büyüttü beni Mirza. ..
Yaptıkları benim büyümeme sebeb olmuştu.
Kapının önünde beni bekleyen Mehmet, kapımı açmıştı. İçeri girmek yerine yürümek istiyordum. Biraz olsun tanımak. "Biraz yürüyeceğim ben," dedim karar vererek. "Sen konağa dönebilirsin."
Mehmet, "Adem ağamın emri var, sizi yanlız bırakmayacağım,"dedi, yine o eski konuşmasına dönmüştü. Orta okul arkadaşı olduğumuzu yarı yamalak hatırlar gibi oluyordum ama fark etmezdi.
Başımı sallarken, "O zaman takip edebilirsin," dedim omuz silkerek. Ağır adımlarla yürümeye başladım. Her yer tanıdık ama bir o kadar yabancı. Biraz tuhaftı. Bu yollarda eskiden yürüyen Hazal vardı, ara ara gelirdi aklıma. Resmi.. hala masamın üzerinde. Andrew, sormuştu. Kim bu diye. Yutkunamadım, kardeşim dedim. Yitip giden bir kardeş.
Sonra Mirza.. o desen başka bir mesele. Aksu ailesi bende yara sanki.
Allah'tan Dicle var. Diclem.. her şeyim diyebilirdim. İyi ki, o oyunu oynaması için ısrar edip onu ikna etmiştim. Abim ile birbirlerine aitlermiş meğer. Anlayamadık.
"Sana bir şey sorabilir miyim?" Yanımda yürümeye başlayan Mehmet'e tek kaşımı kaldırarak baktım. Ne soracağını merak ediyordum doğrusu. Hakkımde ne merak edebilirdi ki.
"Sorabilirsin."
Gülümsedi. "Sen ne zaman bencil birine dönüştün? Yani.. eskiden böyle değildin." Sorusu üzerine olduğum yerde durup ona döndüm. Benden beş altı santim uzundu, başımı hafif kaldırırken çenesine geldiğimi fark ettim.
"Ne demek şimdi bu?"
Omuz silkti. "Doğruya, doğru. Aileni üzüyorsun, sevdiklerini, arkadaşlarını bir nevi çevrendeki herkesi. Sadece kendin mutlu gibisin. Bu çok bencilce bir hareket."
Bencilce.. ben sadece daha fazla üzülmemek için gitmiştim. Neyini anlamıyorlardı!?
"Hangi pencereden baktığın önemli. Burdan böyle gözükmüyor."
"Gittin mi, gittin. Baban üzgün, diğer herkes yarım. Bu yeterince açık bir durum," dedi ciddi bir tavırla Mehmet.
Gözlerimi devirirken, "Ben burda acı çeksem gözlerinin önünde daha çok yanacaktı canları,"dedim sinirle. "Hem sen nerden biliyorsun? Ben çok mu mutlu bir hayatım var gibiyim!? Ailem, herkes burda. Ben.. başka bir şehirde çok mu mutluyum?!"
Güldü, gözleri kısılır gibi oldu. "O zaman gitme. Basit değil mi?"
"Sen karışamazsın bana."
"Birine kızgınsın diye dünyaya kapatamazsın kapılarını!" Sertçe yüzüme vurdu gerçekleri. Yaptığım şeyde tamda buydu. Kaçıyordum. "Mesela, herkes Mirza gibi değil! Bu yüzden babanı üzme. Üzülürsün sonra. Keşke dersin."
Yutkunamazken yumruklarımı sıktım avucumda. Mehmet, neden bir anda bana bunları söylüyordu anlamadım. Sadece, dedikleri gerçekti ve bu can yakıcıydı.
"Konuşma bir daha benimle."
Güldü sadece. "Yıllar sana yeni korkular vermiş anladığım kadarıyla. Neyse, arabadayım ben. Peşinden geleceğim." Arabaya doğru gittiği zaman kaşlarımı çatarak derin bir iç çektim. Yanımdan uzaklaştığı zaman gözlerimi sımsıkı yumup derin bir nefes aldım.
Mehmet'le konuşmamam gerekirdi. Ben gerçekleri duymak istemiyorum ki. Ben zaten biliyordum bunları, başka birinden duymaya ihtiyacım yoktu.
♤
Akşama doğru ortalıkta yeni bir telaş kaplamıştı, gelen misafirle için akın akın yemekler hazırlanmış, takımlar çekilmişti. Mahmur bir halde odadan çıktığımda gördüğüm kişi Çınar olurken gülümseyerek, "Berbat gözüküyorsun kardeşim," dedi alayla. Aynada kendime bakmadan odadan çıktığım için anlık bir pişmanlık yaşarken giyindiği takım içinde oldukça iyi göründüğünü söylerdim. Kesinlikle mükemmeldi!
"Sende fena sayılmazsın."
Gözlerini kısarken, "Keşke bu ailenin tek kızı ben olmuş olsaydım," dedi vahlanarak. "Hayat sana o kadar toz pembeki! Hiç bir şey yapmazsan, babam dönüp neden yapmadın diye kızmaz bile. Ailede en kötü olan sen olsan bile babam tırnağının ucuna zarar gelse benden bilir."
Alayla sıraladığı cümlelerde kıskançlık sezerken otuz iki diş sırıttım. Adem Şadoğlu'nun tek kızı, Berfin Şadoğlu. Bu cümle her şeyi anlatıyordu aslında. Dünya üzerinde kimse bana dokunamazdı, ben o herkesin uzak durması gereken kişiydim. Canımı yakanın, canı yanardı. Abilerim ve babam vardı arkamda. Ama en önemlisi, ben kendi değerimi biliyordum.
Tek başıma yeterim diyebilirdim. "Yazık sana harbiden,"diyerek güldüm. "Ne ilk göz ağrısı, ne zeki ve cool olanı..boş yapan çocuksun bu ailede. Babam o kadar haklı ki!"
Gözlerini devirirken, "Abinle düzgün konuş," diye uyardı beni.
Omuz silkerken, "Kapı gibi babam var arkamda,"dedim, gözlerini devirdi tekrardan. Gülerek avluya baktığım da hala işlerin devam ettiğini gördüm. "Yardıma gidiyorum."
"Çalış, köle."
Sessiz kalıp avludan aşağı merdivenleden indim, karşıma ilk çıkan Fatma ana olurken, "Uyandın mı kızım," diye sordu, karşısında beni görüyordu ama yine sormadan edemiyordu. Tebessüm ederken başımı salladım.
"Akşama misafirler var, istersen sen odadan çıkma. Zaten misafirliğe gelir gibi geliyorsun, bir de yorulma şimdi," dedi telaşlı bir şekilde.
"Gerek yok, size yardım edeyim bende," dedim gülümserken. "Hem sen özlemedin mi Berfin'ini, Fatma ana." Sırıtarak ona bakarken kollarını açtı bana. Sımsıkı sarıldık yeniden.
"Ah benim kuzum," dedi, ses tonu özlem barındırıyordu. Bu ses tınısını duyduğum her an vicdan azabı çekiyordum. "Özlemez olur muyum? Diclem bir yanda, sen bir yanda. İki gurbet yolu bekler olduk."
"Geldik ama şimdi, üzülme daha fazla Fatma ana." Gözleri dolu dolu bana bakarken vicdanım sızlamayıpta ne yapsın!?
"Geldiniz,"dedi sadece. Sarılmayı kesip işimize geri dönmüştük, herkes için büyük bir hazırlıktı. Konakta bu tür şeyler eskidende çok oluyordu, belli bir düzen sonrası buraya dönmek ve bunlara katılmak.. benim için gerçekten güzeldi. Eğleniyordum. Gerekli her şeyi hallettiğimizde kapıyı tıklattı biri. Başımı kaldırıp gelene baktığımda Efe sırıtıyordu. Onu görmeyeli uzun zaman olmuştu.
"Efe!!!" Yerimde duramayıp üzerine atladım neredeyse. Sıkı sıkı sarılırken Efe gülüyordu.
"Fatma ana, alır mısın şu kızı artık," dediğinde göğüsüne hafifce vurup geri çekildim. Onu özlemiştim, bana psikolejik anlamda çok yardım etti geçtiğimiz yıllarda. Vera ve Efe'ye emanet etmişti beni Dicle. İkisi bir olup düştüğüm yerden kaldırdılar beni. Düşününce bile rahatlıyordu insan.
"Neden düğünde yoktun?!" Hesap sormaya başladığımda omuz silkerek dişlerini gösterdi.
"Abin sayesinde demek isterdim ama ondan korkan onun gibi olsun! Önemli bir amaliyata girdik. Mağlum doktoruz," dedi, evet, asistanlıktan kademe çıktığı içindi bu hareketleri ama hala sempatikti. Ona abi bile diyesim gelmiyordu.
"Anladım," diyerek başımı salladım. "Vera yok mu?"
"İstanbul'a dönmesi gerekti, ailedeki sorunları halledip geri dönecek. Hem, Umut'u özlemiş.. Bukre yle zaman geçirecekmiş."
Bukrem.. gülümsedim. "Tamam o halde. Çınar avluda olması lazım, biz burdaki işleri bitirine kadar onunla takıl. Geliyorum birazdan."
Efe gülümseyerek yanağından makas aldı. Çocuk gibiydik hala. Ne ben büyümüştüm sanki, ne de onlar. On sekiz yaşıma kikit vurdular, acılar olmayınca kuş gibi hafifleyip eskiye dönmekten vazgeçemiyordum.
Fatma anayla geri kalan işleri hallettikten sonra kendimi dışarı attım, avluda biriken bir kaç kişi arasında gördüğüm kişi, Mirza, Çınar ve Efe üçlüsüydü. Yanlarına doğru yürüdüm.
"Ee," dedim gülümseyerek. "Ben yokken neler oldu, anlatın bakalım."
Mirza'yla kesişen gözlerimiz, kızgın bakışlarına maaruz bırakmıştı beni. Sabahı atlatamadığı belliyken Efe, "Asıl sende haberler,"dedi imalı bir şekilde. "Andrew gelmedi mi seninle?" Andrew? Ah, Efe!
Andrew'in benim sadece arkadaşım olduğunu bildiği halde bunu demesinin altında yatan sebeb barizdi. Efe, Mirza'yı karşısına almak için çabalıyordu. Tabi bu durum Mirza'nın umrunda olmuş olsaydı. "Gelmesine gerek kalmadan ben döneceğim zaten,"diyerek omuz silktim.
"Dönüş kesin yani,"dedi Çınar. "Ne zaman babama söyleyeceksin?"
Gözlerimi devirirken, "Önce kendimi affettirmem gerekiyor," diye kararlı bir şekilde söylendim. "Sonuçta, bu olması gereken bir şey. Düzen kurup tekrardan başka bir düzen kurmak kolay değil. Hepiniz beni anlamanız gerek, İstanbul, Mardin arasında git gel zor sonuçta. Almanya'da bir düzen kurdum ve bırakıp gelmeye hiç niyetim yok."
Emindim, kararlı tavrımı görüp yerine sinen kişi Mirza olurken Çınar ağabeyim omuz silkti. "Düzen falan umrumuzda değil. Burda zaten bir hayatın var, şimdi şirketinde başına geçtin bir nevi. Almanya'yı yavaş yavaş bırakman lazım."
"Sana göre,"dedim sinirle.. "Sana çok kolay bana çok zor."
"Neden,"dedi en az benim kadar sinirle. Mirza ve Efe bizi dikkatle dinliyorlardı.
"Mardin benim için sadece babamın evi sadece. Ben buraya ait değilim!"
"Aslını mı istemiyorsun şimdide!! Üniversite seni çok değiştirdi," diye neredeyse bağırırken Efe girdi araya.
"Sakin olun çocuklar,"dedi tebessüm ederek. "Kavganın sırası değil."
Omuz silkerken, "Sizin pencereler bizim pencerelere oldukça ters anlaşılan," dedim imalı bir sesle. "Ama alıştım,"diye ekledim. "Giderken sizi gerimde bırakmaya alıştım."
Çınar'a ters bakışlarımı diktikten sonra arkamı döndüm, keyfim yerine geldi diyemezdim ama keyifsizde değildim. Mirza kendi yüzünden gittiğimi biliyordu, umarım vicdanı hiç rahat etmez.
"Berfin!!"
Kaşlarımı çatarak döndüğümde Dicle bana el kol işareti yapıyordu. "Gel demek," dedi yanımda dikilen gölge. Kaşlarımı kaldırıp ona baktığımda, "Çarpılmış gibi gözüktüğüne bakma, yanıma gel diyor," dedi açıklama yaparak.
Gözlerimi devirirken, "Hanım lafzı yok mu,"diye sordum alayla.
"Her zaman hanım diyebiliriz, siz zaten bu evin hanımı değil misiniz?"
Öyle sayılırdım, ben tek kız çocuğu olduğumu söylerdim. Gözlerimi kısarak ona baktığımda kara gözlerini gördüğüm için şanslıydım sanki. Onu özlemiştim. Ben kendimi bildim bileli aynı kişiye sevdalıydım. "Yani," dedim ters bir şekilde.
"İş yerinde patron olabilirsin, eve geldiğinde.. sadece Berfin'sin."
Durdum, dikkatle gözlerinin içine bakarken gülümsedim. "Yanlış anladın," dedim gülerek. "Ben artık senin için hiç bir şeyim."
Kara gözleri, gözlerimin içine bakarken söyledim bunları, eskiden onun söylediği sözlerdi bana karşı. Şimdi ben söylüyordum ona. "Berfin Hanım,"dedi kendi kendine. "Sonra görüşmek üzere." İleriye doğru adım atarken avludan içeriye giren sekreter Sevda, koşa koşa ona doğru ilerledi. Ben daha bu kızın burda işini sorgularken samimi bir şekilde Mirza ile sarılmaları tepemin tasını attırdı diyebilirdim.
"Hoşgeldin Sevda.."
Anladım, zorda olsa anladım.
O kalbe giremeyen tek sevda..benim sevdammış meğer. Mirza, benimle konuşurken ciddi tavrı gitmiş yerine yumuşak tavırlı biri gelmişti. İki kat üzüldüm.
"Kim bu Sevda!?" Sinirle yutkunurken Efe gelmişti yanıma. Baktığım yere bakarken omzuma kolunu attı dostca.
"Demek Sevda ile tanıştın. Sevda, Mirza'nın sözlüsü."
Durakladım, boğazımda oluşan yumrunun haddi hesabı yokken Efe'nin söylediği cümle tekrarlandı defalarca kulaklarımda.