Yolda, Talaris ve Rodrigo arasındaki hafif bir rekabet yine baş göstermişti. Talaris, “Andres’in havada ne kadar kalabileceğini göreceğiz,” dedi alaycı bir tavırla.
Rodrigo, “Eğer bir sorun çıkarsa, onun yanında olacağım. Ama şimdi daha önemli şeylere odaklanmalıyız,” diye yanıtladı. Talaris bu yanıtı duyunca içinden geçirdiği düşünceleri belli etmemeye çalıştı.
Yolculukları devam ederken, herkesin düşünceleri birbirine karışmış, grup içindeki gerginlik de adım adım artmaya başlamıştı. Herkes, tehlikeli bir yolculuğun daha başında olduklarını biliyordu ve her an her şey değişebilirdi.
Yolculuk sırasında Valeri, ufka bakarak “Biraz daha dayanın,” dedi. “Gece
çökmeden sarayda oluruz.”
Ancak Kanita’nın endişeli duruşu Valeri’nin gözünden kaçmamıştı. Kuzeninin yanına yaklaşıp, alçak bir sesle, “Ne düşündüğünü biliyorum,” dedi. “Neler oluyor? Seni böylesine tedirgin eden şey nedir?”
Kanita derin bir nefes aldı, yüzündeki endişe belirgindi. “Beni gördüklerinde ne tepki verecekler diye düşünüyorum. Sonuçta ben hâlâ onların gözünde lanetli prensesim…” Sesinde geçmişin yüküyle gelen bir keder vardı.
Valeri, atını Kanita’ya daha da yaklaştırarak elini tuttu. Gözlerinde kuzenine karşı derin bir şefkat vardı. “Onların ne düşündüğü önemli değil, sevgili kuzenim,” dedi yumuşak ama kararlı bir tonla. “Önemli olan, senin kendini nasıl gördüğün. Sen güçlüsün, inatçısın ve ne olursa olsun, bu
yolculukta herkese neler başarabileceğini gösterdin. Bununla gurur duymalısın.”
Valeri’nin bu sözleri, Kanita’nın içindeki sıkıntıyı bir nebze olsun hafifletmişti. Onun sıcak dokunuşu ve destek dolu sözleri, Kanita’nın yüreğindeki karanlığı biraz da olsa dağıtmıştı. Gözlerinin derinliklerindeki endişe yerini hafif bir rahatlamaya bıraktı. “Teşekkür ederim, Valeri. Gerçekten,” dedi, hafifçe gülümseyerek. “Bazen unutmam gerekiyor. Güçlü olmam gerektiğini…”
Valeri, “Hatırlatırım, hep yanındayım,” dedi. “Ne olursa olsun.”
Grup, yola devam ederken Kanita’nın morali biraz daha düzelmişti. Ancak saraya vardıklarında nelerle karşılaşacaklarını hâlâ kestiremiyordu. Sarayda bekleyen yüzler, eski korkuları ve acıları yeniden canlandırabilir, ama Valeri’nin desteği ona
güç vermişti. Kuzeni ve dostları yanında olduğu sürece, her türlü zorlukla başa çıkabileceğine inanmaya başlamıştı.
Güneş batmaya yaklaşmış, gökyüzü turuncu ve pembe tonlara bürünmüştü. Nihayet, İris Krallığı'nın görkemli saray kapılarına varmışlardı. Gelişlerini müjdeleyen davul sesleri ve canlı müzik, saray meydanında yankılanıyordu. Sarayın etrafını saran heyecan dalgası, Kanita ve yoldaşlarının ruhuna dokunmuştu.
Yavaşça atlarının üzerinde ilerlerken, Kanita ve diğerleri çevredeki kalabalığı fark etti. Elfler, kanatsızlar ve soylular, sevinç ve korkunun karıştığı ifadelerle onları izliyorlardı. Kalabalığın içindeki bakışlar, Kanita’nın yüreğinde karmaşık duygular uyandırdı. Bazılarının gözlerinde, Kanita'nın
geri dönüşü bir umut ışığıydı; ona bakanlar saygı ve hayranlık duyuyordu. Ancak arada bazı bakışlar, eski korkuların izlerini taşıyordu. Onun geçmişte "lanetli prenses" olarak anılmasının yarattığı gölge, hâlâ tamamen dağılmamış gibiydi.
Valeri, Kanita’nın yanına yaklaşıp fısıldadı, "Görüyorsun, kuzenim. Herkes seni bekliyordu. Onların kalbinde bir yerin var, bunu unutma."
Kanita, etrafındaki heyecanlı kalabalığı izlerken, içinde bir rahatlama hissetti ama aynı zamanda büyük bir sorumluluğun da omuzlarına çöktüğünü fark etti. Korkuyla karışan bakışlar ona geçmişin ağırlığını hatırlatsa da, kuzeninin desteği ve halkın büyük kısmının coşkusu, ona güç verdi. Başını dik tuttu ve atının yelesini hafifçe sıvazladı.
Grup, sarayın önüne yaklaştığında müzik iyice yükseldi. Sarayın büyük kapıları yavaşça açılırken, kraliyet muhafızları onları selamladı. İçeriye adım atarken, İris Krallığı'nın efsanevi sarayının altın süslemeleri, büyüleyici mimarisi ve koridorlarda yankılanan melodiler, yeni bir başlangıcın habercisi gibiydi. Kanita’nın içinde derin bir his vardı; bu yolculuğun sonu, yeni ve daha büyük bir maceranın başlangıcı olabilirdi.
Çok geçmeden Andres, gökyüzünde süzülerek sessizce Kanita’nın arkasına iniş yaptı. Havada süzülen güçlü duruşu, Kanita’ya beklediği cesareti verdi. Onun varlığı, kendini daha güvende hissetmesini sağlıyordu. Andres'in koruyucu tavrıyla arkasında durması, Kanita’ya, bu yeni başlangıçta yalnız olmadığını hissettirdi.
Sarayın büyük kapılarından içeri girdiklerinde, onları amcası Kral Setis ve eşi Kraliçe İlis karşıladı. Kraliçe İlis’in yüzündeki sıcak gülümseme, Kanita’nın yüreğine dokundu. İlis, Kanita’yı sanki kendi kızını görmüş gibi şefkatle kollarına aldı. Kanita, bu samimi karşılama karşısında şaşkın olsa da kendini güvende hissetti.
Kral Setis de onlara yaklaşarak Kanita’ya sarıldı, “Seni tekrar görmek çok güzel, sevgili yeğenim,” dedi. Gözlerinde hem gurur hem de derin bir şefkat vardı. Bu karşılama, Kanita'nın yüreğindeki tüm o korkuları bir nebze daha hafifletmişti.
Kanita hiç vakit kaybetmeden amcası Kral Setis'e dönerek, "Amca, konuşmamız gerek, yalnız," dedi. Sesindeki ciddiyet, Setis'in dikkatini çekti. Kral Setis, bir
şeylerin ters gittiğini hemen anlamıştı. Güler yüzünü koruyarak, ortamdaki gerginliği hafifletmeye çalıştı.
“Hepinizin karnı aç olmalı, konuklarımızı yemek salonuna alalım,” diyerek diğerlerine nazikçe yön verdi. Ardından, yeğenine dönüp daha samimi bir tavırla, “Gel, benimle,” dedi ve ona özel bir oda göstererek, kendisini takip etmesini işaret etti. Kanita, Setis'in ardına düşerken, kafasında binlerce düşünce vardı, ancak şimdi amcasına her şeyi anlatmanın zamanı gelmişti.
Kanita hiç tereddüt etmeden "Lara ve Daris"dedi
Setis, Kanita'nın sert sorusuyla irkilmişti. Lara ve Daris'in isimlerini duyması, içinde sakladığı endişeleri gün yüzüne çıkarmıştı. Ayağa kalkarak, "Sen bunu nereden biliyorsun?" diye sordu. Kanita'nın öfkesi
aniden yükseldi. "Demek ki doğruymuş," diye çıkıştı, gözlerinde hem hayal kırıklığı hem de öfke vardı.
Setis derin bir nefes alarak durumu yatıştırmaya çalıştı. “Yeğenim, kimse gerçekleri bilmiyor. Bildiklerimiz sadece eski söylentilerden ibaret. Henüz kesin bir bilgi yok,” diye yanıtladı. Ama Kanita, öfkesini kontrol etmekte zorlanıyordu.
"Ya büyükbabam Alex? Onun hangi soydan geldiğini nasıl bilmezsiniz?" Kanita’nın sesi kararlı ve sitemkârdı. "Her krallık kendi ırkıyla evlendirildi. Başka bir ırktan gelmesi mümkün değil."
Setis, Kanita'nın öfkesini anlayabiliyordu, ama zamanı gelmeden bu sırları ifşa etmenin tehlikeli olacağını da biliyordu. Kızını yatıştırmaya çalışır gibi ona sarıldı. "Şimdi dinlen, yeğenim. Yarın büyük
salonda bunları konuşacağız, herkesin önünde. Senin daha fazla gerilmeni istemiyorum."
Kanita, öfkesine rağmen kendini kontrol altında tutmaya çalıştı ve amcasının sözlerini kabul etti. Odayı terk ederken dışarıda bekleyen muhafız ve hizmetçiler, onu odasına götürmek için hemen yönlendirdiler. Sarayın soğuk koridorlarında yürürken, zihninde soru işaretleri daha da büyüyordu.