Andres, Kanita'nın hala dönmemesinden endişelenmişti. İçinde bir huzursuzluk büyüyordu ve bu hissi artık daha fazla bastıramıyordu. Prens Valeri’ye dönerek, “Neden hala dönmedi?” diye sordu. Valeri durumu anlamak için hemen bir hizmetliyi çağırdı ve bilgi aldıktan sonra Andres’e döndü.
“Konuşmaları bitmiş. Kanita odasına çekilmiş. Eğer gitmek istersen, hizmetçi sana yolu gösterebilir,” dedi. Ancak Valeri daha sözünü bitiremeden Andres, hızlıca harekete geçti. Tereddüt etmeden Kanita'nın yanına gitmek için harekete geçti.
Andres’in kalbi, Kanita’nın iyi olup olmadığını öğrenme isteğiyle dolup taşıyordu. Yolda hızla ilerlerken, aklında birçok soru vardı. Kapısına vardığında, derin bir nefes alarak elleriyle kapıyı
hafifçe tıklattı. Kanita'nın tepkisini beklerken, içindeki karışık duyguları bastırmaya çalışıyordu.
Andres, odaya girdiğinde Kanita'yı bulamadı. Etrafta kimse yoktu, ama birden su sesi duyunca hemen diğer odaya yöneldi. Kanita'nın banyo yaptığını fark ettiğinde, içeri girmek için tereddüt etti. Fakat Kanita onu görünce, hizmetçilere çıkmalarını söyledi. Ortamda hafif bir buhar yükselirken, odada bir sessizlik hâkimdi.
Andres, yavaşça küvetin başına oturdu ve nazik bir hareketle Kanita’nın arkasını keselemeye başladı. Parmakları suyun içinde gezinirken, ikisinin arasında bir sessizlik hâkimdi. Sessizliği ilk bozan Kanita oldu. "Neden yanıma gelmedin?" dedi, sesinde bir sitem vardı.
Andres, elleri duraksamadan cevap verdi: "Buradayım ya."
Kanita, gözlerini kapatarak başını hafifçe eğdi. "Hayır, dün gece neden kampa dönmedin, neden ormanda sabahladın?" Bu seferki sorusu daha derindi, altında bir endişe saklıydı.
Andres, sorunun ağırlığını hissetti ama hemen konuyu yumuşatmaya çalıştı. "Silitsia, bunları konuşmamız yersiz," dedi şakacı bir ses tonuyla ve hafif bir gülümsemeyle devam etti: "Yanına gelmemi ister misin?"
Kanita, Andrés'in bu alaycı tavrını anladı ama gözlerini ona dikti. "Ciddiyim, Andres. Neden bana açık olmuyorsun?" Sesinde kararlılık vardı. Bu konuşma, iki tarafın da duygularını derinlemesine sorgulamasına
neden olacaktı, ve her şeyden öte, aralarındaki bağın geleceğini şekillendirebilirdi.
Andres, Kanita'nın sorusunu yanıtlamaktan kaçınmaya çalışıyordu, ama Kanita’nın sabrı tükenmişti. Birden hızla küvetten çıkınca, Andres manzaranın karşısında bir an donup kaldı. Gözleri istemsizce Kanita’yı takip ederken, ne diyeceğini bilemedi. Kanita, hiçbir şey söylemeden bir havluya sarınıp koltuğa oturdu. Öfkeyle dolu bakışlarını Andres’e dikti.
Oda sessizliğe büründü. Buharın odada hâlâ dolaştığı, ortamın sıcak olduğu bu anlarda, aralarındaki gerilim neredeyse elle tutulur hale gelmişti. Kanita, derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştı ama sabrı tükenmişti.
"Andres," dedi soğuk bir ses tonuyla, "neden bana karşı bu kadar kapalı davranıyorsun? Ben seni korumaya çalışıyorum, ama sen sürekli duvar örüyorsun."
Andres, başını öne eğip sessiz kaldı. Gözlerini kaçırarak, sessizce kendi içinde savaşıyordu. Kanita, onun bu tavrına daha fazla dayanamayarak devam etti: "Eğer bana güvenmiyorsan, neden buradasın? Eğer bu işin sonu yoksa, bilmek istiyorum."
Andres, derin bir nefes aldı, ama yine de göz teması kurmaktan kaçınarak konuştu: "Bu senin düşündüğün kadar basit değil, Silitsia..." Sesi alçaktı, neredeyse kendini bile ikna etmeye çalışıyormuş gibi.
Kanita, sabrının sınırlarında, onun gözlerinin içine baktı. "Beni bu belirsizlikle
bırakma, Andres. Ya bana gerçekten açıl ya da aramızdaki her şey biter."
Andres, Kanita’yı kolundan tutup hızla ayağa kaldırdı ve kendine çekti. Görkemli kanatları bir anlığına açılıp kapandı, odadaki havayı neredeyse kesercesine. Kanita, hem öfke hem de derin bir tutkuyla Andres’in gözlerine baktı. İçindeki tüm karmaşa ve gerilim, Andres’in ona olan kararlılığı karşısında sanki eriyordu. Andres, gözlerini ondan ayırmadan fısıldadı, "Bir daha ‘bitmek’ diye bir şey duymak istemiyorum. Sen, benim kalbime mühürlendin. Bizi ancak ölüm ayırır."
Kanita, bu sözler karşısında direnemedi. Andres’in sesi, ona güven ve kararlılık aşılıyordu. Kalbindeki tüm kuşkular, Andres’in varlığıyla yavaş yavaş silinmeye başlamıştı. Onun kollarında kendini
bulurken, gözlerinde derin bir bağlılık parlıyordu.
Kelimeler Kanita’nın boğazına düğümlendi. Andres’e karşı hissettiği yoğun duyguların altında eziliyordu. Daha fazla direnmenin bir anlamı yoktu. Andres’in sıcaklığını ve ona verdiği güveni hissederek, kendini onun kollarına teslim etti. "Ben de seni bırakmayacağım," dedi yavaşça, gözlerini kapatarak Andres’e sarıldı.
Bu an, aralarındaki tüm sınırların ve duvarların yok olduğunu gösteriyordu. Geçmişteki tüm engeller, kaygılar ve yasaklar artık sadece birer anıydı. İkisi de artık biliyordu ki, onları ayırabilecek tek şey ölüm olabilirdi.
Andres, bir an için duraksadı, gözlerinde tutkulu bir kararlılık belirdi. Ardından,
Kanita'nın yüzüne daha da yaklaştı ve dudaklarına tutkuyla yapıştı. Bu öpücük, aralarındaki tüm belirsizlikleri ve geçmişin getirdiği acıları silip süpüren bir ateş gibiydi.
Kanita, Andres’in sıcaklığını hissederken içindeki tüm duyguların bir araya geldiğini hissetti. Bu, sadece bir öpücük değil, aynı zamanda birbirlerine duydukları derin sevginin, bağlılığın ve cesaretin bir ifadesiydi. Kalpleri hızla çarpıyor, sanki dünya etraflarında dönmüyormuş gibi, bu anın tadını çıkarıyorlardı.
Andres’in elleri, Kanita’nın belini kavrayarak onu daha yakın çekti. Bu anın büyüsü içinde, başka hiçbir şeyin önemi kalmamıştı. Zaman durdu, sadece birbirlerine duydukları aşk ve bağlılık vardı. Kanita, Andres’in sıcak nefesini duyarken, geçmişteki tüm korkularının yerini
mutluluğun aldığını fark etti.
Birbirlerinden ayrıldıklarında, ikisi de derin bir nefes aldı. Kanita, gözlerinde bir parıltıyla Andres’e bakarak, "Artık hiçbir şey bizi ayıramaz," dedi. Andres, başını sallayarak, "Evet, artık her şey farklı. Birlikte her şeyi göğüsleyebiliriz," diye yanıtladı. İkisi de, bu yeni başlangıcın getireceği zorlukların üstesinden gelebileceklerine inanıyordu.
Kanitayı kucaklayarak yatağa uzanan Andres, tutkuyla öpüşmeye devam ederken, aralarındaki sınırları zorlamaya başladılar. Kalpleri hızlı hızlı çarpıyor, duygularını saklamaktan vazgeçmişlerdi. Ancak, o anın büyüsü aniden kapının sert bir şekilde vurulmasıyla bozuldu.
Kendilerini hemen toparlayarak
ayaklandılar. Kanita, bir an için ne yapacaklarını bilemedi. Gözleri genişledi, kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu. Andres, panik içinde kapıya doğru yöneldi ve "Kim o?" diye seslendi.
Kapıdan gelen ses, Valeri’nin tanıdık tonu oldu. "Andres, Kanita! Hemen açın, önemli bir durum var!"
Andres, Kanita’ya hızlıca baktı. Yüzündeki endişeyi görünce, içindeki anlık panik yerini bir kararlılığa bıraktı. "Bir saniye!" diyerek kapının önüne doğru ilerledi.
Kapıyı açtığında Valeri, yüzünde bir telaşla içeri daldı. "Hızla gelmeniz gereken bir durum var! Savaş hazırlıkları başlamış, Kraliçe sizden yardım istiyor!"
Hemen içeri geçip üzerini giyinen Kanita, Valeri ve Andres ile birlikte salona indiler.
Kapının açılmasıyla birlikte, içeri giren ikilinin görünmesiyle beraber ortam aniden hareketlendi. Kadehler havaya kalktı, sesler yükseldi ve herkes sevinçle "Hoş geldin, Kanita!" diye bağırdı.
Kanita, kuzeni Valeri’nin omzuna bir dirsek atarak, “Ne kadar komik , Valeri!” dedi. Valeri, gülmekten kendini durduramıyordu, “Baksanıza, yüzlerine! Ne kadar telaşlandılar!” diyerek etrafındaki kalabalığı işaret etti.
İkili, hızlıca ortama katıldı. Kanita, gülümseyerek kızların yanına gitti. Arkadaşlarıyla sohbet ederken, yüzündeki gerginlik tamamen kaybolmuştu. Eğlencenin içinde kaybolmak, ona büyük bir huzur veriyordu.
Andres, Rodrigo ve diğer kanatsızların yanına giderek içki içmeye başladı. Gözleri etrafta dolaşırken, bu sevinç dolu ortamın
getirdiği neşeyi hissetti. Fakat bir yandan, henüz konuşmadıkları ve çözmedikleri meselelerin de olduğunu biliyordu.
Herkes birbirini kutlarken, Kanita ve Andres’in arasında oluşan bağ da daha da güçleniyordu.
Bir süre sonra, eğlence doruğa ulaştığında Valeri, masanın üstünde kadeh kaldırarak “Kanita için! Dönüşü kutlayalım!” diye bağırdı.
Herkes birlikte kadehlerini kaldırarak “Kanita!” diye haykırdı. O an, Kanita’nın kalbinde bir sıcaklık hissetti. Kendini ait hissettiği bu aile, birlikte savaşmaya ve yaşamaya kararlıydı.