Büyümeni Beklerim

1764 Words
* Ayağa kalktığında Mert Ali’nin yüzünde o sakin gülümsemeyle karşılaştı. Güneş gözlüğünü başının üstüne kaldırmış, ellerini arkasında birleştirmişti. Üzerinde haki yeşil bir gömlek, altında açık renkli kumaş pantolon vardı. Her zamanki gibi sade ama fark edilmemesi imkânsızdı. “Merhaba,” dedi Aslı, dudaklarının kenarı hafifçe kıvrılırken. “Çok bekledin mi?” “Hayır, yeni geldim.” Genç adam durup karşısındaki suru güzelliğe baktı. “Bugün de çok güzelsin.” Bu defa dizlerine kadar uzanan, üzerinde minik kırmızı çiçekler olan beyaz bir elbise giymişti. “Teşekkür ederim.” dedi utangaç bir tebessümle. “Ne dersin, oturalım mı yoksa yürüyelim mi?” “Biraz oturalım.” Tam oturacaklardı ki Mert Ali bir adım geri çekildi. Gözlerinde o tanıdık, tatlı telaş parladı. Arkasında gizlediği eli yavaşça öne çıkarıp tuttuğu kırmızı buketi kıza doğru uzattı. “Bunlar senin için.” Aslı bir an donakaldı, ardından gözleri ışıldadı. “Yaa, Mert Ali… Bunlar çok güzeller teşekkür ederim.” Gülleri koklarken gözlerini kapadı, burnuna karışan deniz ve gül kokusu kalbinde tarifsiz bir sıcaklığa dönüşürken hayranlıkla bakıyordu sevdiği adama. “Rica ederim,” dedi Mert Ali, gülümseyerek kızın mutluluğu içini ısıtmıştı. Diğer elinde tuttuğu paketi özenle onun avuçlarına bıraktı. “Bunları da senin için aldım. Umarım beğenirsin.” Aslı bankın ucuna otururken Mert Ali de yanına oturdu, aralarındaki mesafe yalnızca birkaç karıştı. Fakat o birkaç karışta bile kalp atışlarının sesi yankılanıyor gibiydi. Genç kız merakla paketi açarken kalbi hızla atıyordu. İçinden zarif bir çizim defteri, birkaç renkli kalem ve minik bir pelüş ayıcık çıktı. Hepsi özenle seçilmişti, tıpkı onun zevkine göreydi. “Bunlara hiç gerek yoktu ama… o kadar tatlılar ki! Çok düşüncelisin, teşekkür ederim.” Aslı çizim defterini sayfalarını çevirirken dokularını hissetti, kalemlerin renklerine baktı hepsi kaliteli ve zarifti. “Sana sadece bir kere çizim yapmayı sevdiğimi söylemiştim ama bunu bu kadar önemseyeceğini düşünmemiştim.” dedi, sesi biraz titriyordu. “Ben senin söylediğin her şeyi önemsiyorum Aslı. Çünkü benim için çok değerlisin.” O an Aslı’nın kalbinde bir şey kıpırdadı. Gözlerini yere indirdi, parmaklarıyla defterin köşesiyle oynamaya başladı. “Mert Ali… sen böyle şeyler söyleyince… ne diyeceğimi bilemiyorum.” “Hiçbir şey söyleme. Ben sadece seni mutlu görmek istiyorum. Senin yüzün güldüğünde, dünya biraz daha güzel oluyor.” Aslı başını kaldırıp ona baktığında gözlerinde ciddiyetle karışık bir şefkat gördü. “Beni böylesine anlayan, düşünen biriyle karşılaşacağımı hiç sanmazdım.” “Hayat mucizelerle dolu” dedi Mert Ali, alçak bir sesle. “Senin iyi bir kalbe sahip olduğunu biliyorum. Ben sadece… o kalbe dokunmak istiyorum.” Ortamdaki romantizmi dağıtmak için bu kez küçük kahverengi ayıcığı eline alıp sevecen bir ifadeyle başını yana eğdi. “Baksana şuna… ne kadar tatlı. Ona bir isim verelim mi?” “Olur. Ne olsun?” “Hmm…” Aslı bir an düşündü, sonra gülümsedi. “Karamel ya da fındık olabilir. Sanki fındığa daha çok benziyor.” Mert Ali o kendine özgü sakin gülümsemesiyle baktı ona. “Fındık… Bence harika bir isim. Bu ayıcığa her baktığında gülümse ve beni hatırla istiyorum.” Halbuki aklından hiç çıkaramıyordu ki ama bunu söyleme gereği duymadı. Rüzgâr hafifçe esti, Aslı’nın saçları yüzüne döküldü. Mert Ali usulca elini uzattı, bir tutam saçı kulağının arkasına yerleştirdi. Bir an birbirlerine baktılar. Denizin kokusu, martıların sesi ve gün ışığının altın rengi arasında zaman yine yavaşlamıştı onlar için. Aslı kulağına doğru eğilip fısıldar gibi konuştu. “Biliyor musun? Seninle bu bankta oturmak bana huzur veriyor.” Mert Ali gülümsedi. “Benim için de öyle, prensesim. Seninle olduğum her yer cennetten bir köşe gibi.” Bir süre sessizlik olurken denizin tuzlu kokusu, martıların çığlığı ve ikisinin nefesi birbirine karışıyordu. Mert Ali, gözlerini ufuk çizgisinden ayırmadan konuştu. “Dün teyzeme gittim, ona senden bahsettim. Çok mutlu oldu, tanışmak istiyor.” Aslı’nın gözleri bir anda parladı. “Gerçekten mi? Ama nasıl olacak, ben çok utanırım.” “Bir sonraki gelişimde birlikte gideriz. Tabi istersen.” “İsterim tabi… hem de çok.” Bir süre daha denize bakıp hülyalara daldılar. “Karnın aç mı?” “Henüz değil. Biraz daha oturalım.” Sessizlik yeniden çöktü, ama bu kez daha huzurluydu. Aslı çekingen bir tavırla yavaşça başını Mert Ali’nin omzuna yasladı. Uzaklardan geçen bir teknenin motor sesi, aralarındaki sessizliğe fon oldu. O an, zaman durdu. Dalgalar bile onların mutluluğuna saygı duyup geri çekilmiş gibiydi. Delikanlı hiç kımıldamadan öylece beklerken bu anı ölümsüzleştirmek için telefonunu çıkarıp fotoğraflarını çekti. “Seninle burada günlerce oturup bu manzarayı izleyebilirim,” dedi Mert Ali. Aslı başını kaldırıp onun gözlerine baktı, gülümsedi ama o gülümsemenin içinde bir gölge geçti. “Keşke daha büyük olsaydım… O zaman her şey daha kolay olurdu.” “Sıkıntı değil prenses,” dedi Mert Ali, ellerini onun ellerine uzatarak. “Acelemiz yok Senin büyümeni beklerim. Bir ömür sürse de beklerim.” Bir martı çığlığı aralarındaki o yumuşak sessizliği böldü. Aslı’nın kalbi bir anda daha çok ısındı. Mert Ali’nin sözü basit bir cümleydi ama içinde sığınak kadar güven, dua kadar derin bir sevgi vardı. Bir süre sonra kalkıp yan yana yürüdüler. “Ne dersin,” dedi Mert Ali, başını yana eğerek. “Hamburger yiyelim mi?” Aslı kıkırdadı. “Hamburger mi? Ciddi misin? Bir kızın gönlünü çiçeklerle fethettikten sonra hamburgerle taçlandırmak, kulağa baya stratejik bir plan gibi geliyor.” “Strateji benim işim.” Hafif bir rüzgâr Aslı’nın saçlarını savurdu, Mert Ali’nin gözleri kısa bir an o saçlarda takılı kaldı. Sonra birlikte yürümeye devam ettiler sokaklar gün ortasının neşesiyle doluydu. Sahil boyunca uzanan küçük dükkânlardan müzik sesleri yükseliyordu. Az sonra deniz manzaralı küçük bir kafeye girdiler. Masaların üzerinde mor menekşeler vardı, pencereden içeriye deniz kokusu doluyordu. “Seninle yemek yemeyi sevdim. Çok iştahlı yiyorsun.” dedi Mert Ali, gözlerinin içine bakarak. Aslı’nın yanakları pembeleşti. Gülümseyip gözlerini kaçırdı, ama kalbinin hızlandığını saklayamadı. Ona öyle bakarken nefes alması bile zorlaşıyordu. “Öyle bakma lütfen utanıyorum.” Genç adam konuyu değiştirmeyi uygun buldu. “Hadi gel tatlı yiyip çay içelim.” “Gerek var mı?” “Elbette var. Tatlısız bir gün sensiz doğan güneş gibi…” “Nereden buluyorsun bu lafları.” “Özellikle düşünüp söylediğim sözler değil. Senin yanındayken kalbimden çıkıp kelimelere dökülüyor.” Oradan çıkıp küçük bir pastaneye girdiler. Camekânda rengarenk tatlılar sıralanmıştı, çilekli vişneli cheesecakeler, magnolia, fıstıklı eklerler, renkli makaronlar… Aslı’nın gözleri hemen parladı. “Şuna bak! Çilekli olan çok güzel görünüyor.” “Tamamdır,” dedi Mert Ali, “Bir çilekli cheesecake, bir de fıstıklı ekler. İki tane de çay” Kafenin köşesindeki küçük masaya oturduklarında pencereden dışarıda morlaşan gökyüzü görünüyordu. Cheesecake’in üzerindeki çilek sosu ışığı yansıtıyor, Aslı’nın elleri titrek bir heyecanla çatalı tutuyordu. “Seninle böyle vakit geçirmek… sanki her şeyden uzak yeni bir dünya gibi.” Aslı’nın yüzünde yumuşak bir ifade belirirken genç adam devam etti. “Bazen dünyayı sessize almak istiyorum, sadece senin sesin kalsın istiyorum.” Aslı sustu. Çatalın ucundaki çileği ağzına attı, ardından gülümseyip “Sen böyle konuştukça tatlı bile gölgede kalıyor,” dedi. ikisi birden kahkahalara boğuldu. Bir süre konuşmadan öylece oturdular. Bir anlık sessizlikte yalnızca kalplerinin sesi vardı. Aynı anda sevgiyle çarpan bir çift yürek… Ayrılmadan önce sahil boyunca biraz daha yürüdüler Martılar gökyüzünde daireler çiziyor, güneş yavaş yavaş ufkun ardına doğru süzülüyordu. Aslı, pelüş ayıcığı çantasından çıkarıp ellerinin arasında tuttu. “Bugün… galiba uzun zamandır yaşadığım en güzel gündü.” Mert Ali gözlerini onun gözlerine sabitledi. Zaman çok hızlı akmış ona doyamamıştı ayrılmak istemiyordu. “Bu sadece başlangıç, prensesim. Birlikte yaşayacağımız çok güzel günlerimiz olacak.” Aslı gülümsedi, yüzünde hem huzur hem umut vardı. İçinden bir ses fısıldadı. Keşke zaman burada dursa. Belki de mutluluk, işte böyle sade bir anda gizlidir. Genç kızda zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştı. Güneş yavaş yavaş batıya kaymış, denizin üstü altın sarısına dönmüştü. İçinden gitmemek, biraz daha orada kalmak geçti ama akşam olmadan evde olması gerekiyordu. “Artık gitmeliyim,” “Bir daha ne zaman görüşebiliriz?” Buruk bir gülümsemeyle karşılaştı. “Bilmiyorum Mert Ali ayarlamaya çalışacağım.” Bir şey söylemedi sadece sessizce başını salladı. “Görüşürüz askerim,” “Görüşürüz prensesim,” diye fısıldadı. Sonrada eğilip ani gelen bir cesaretle kızın yanağından öptü. Aslı pembe yanaklarla ona bakarken felç olmuş gibiydi ama diğer yandan bu küçücük temasla karnında kelebekler uçuşuyordu. “Bir dahaki görüşmemize kadar avunabileceğim bir şeye ihtiyacım vardı.” Bu defa Aslı parmak uçlarında yükselip onu yanağından öptü. “Bu da benim tesellim olsun. Hoşça kal askerim.” Mert Ali zorlukla yutkunurken adem elması aşağı yukarı hareket etti. “Güle güle prenses Allah’a emanetsin.” Eve dönerken adımlarını rüzgâr taşıyordu. Elinde ve dudaklarında hâlâ onun sıcaklığını hissediyor, kalbinde bir sızıyla yürüyordu. “Allah’ım, onu koru.” diye dua etti. Eve vardığında akşam serinliği çoktan çökmüştü. Bahçedeki yaseminlerin kokusu, gün batımının son renkleriyle karışmıştı. Aslı kapıdan içeri girdiğinde ilk işi ayakkabılarını sessizce çıkarmak oldu. İçinde, kimse fark etmesin diye bastırmaya çalıştığı bir huzurla bir burukluk kol kola yürüyordu. Salonda televizyon açıktı, babası haberleri izliyor, Rabia teyze elindeki örgüye dalmıştı. Arda ise telefonuna bakıyordu. “Saat kaç oldu nerdesin kızım?” “Annecim sana dedim ya arkadaşlarla ders notlarına bakıp birlikte çalışacağız diye, biraz geç olmuş farkında değilim zamanın nasıl geçtiğinin.” Arda bir şey demedi, sadece bakışlarını üzerinde biraz fazla tuttu. Aslı o bakıştan kaçacak yer aradı. Rabia teyze hemen araya girdi. “Gidip elini yüzünü yıka, sofrayı kuralım.” “Tamam annecim.” Banyoya geçti, musluğu açtığında aynada kendi yansımasına baktı. Gözleri parlıyordu, ama o ışıltı huzurdan çok özlemin yankısı gibiydi. Ellerini yıkarken parmak uçlarındaki sıcaklığı hissetti hâlâ Mert Ali’nin elinden kalma bir iz gibi. Sonra dudaklarına dokundu, onu öptüğüne hala inanamıyordu. Fazla oyalandığını fark etti derin bir nefes alıp aynaya fısıldadı: “Toparla kendini Aslı, mutluluğunu belli etme.” Sofrada sessizlik hâkimdi. Çatal sesleri ve arada Rabia teyzenin yumuşak sesi dışında kimse konuşmadı. Arda’nın gözleri sık sık kardeşine kayıyordu. Geçen gelişinde de olduğu gibi Aslı’daki dalgınlığı, sessiz gülümsemeleri fark etmişti. Kız kardeşi hep neşeliydi ama artık düşünceli görünüyordu. Yemekten sonra herkes kendi köşesine çekildi. Aslı odasında pencerenin önüne oturdu bir süre gökyüzüne baktı. Ay bulutların arasından usulca süzülüyordu. Zihninde sadece ve sadece Mert Ali vardı onunla geçirdiği o muhteşem saatler… aşk belki zamansız çalmıştı kapısını ama iyi ki de çalmıştı. Mert Ali’nin son attığı mesaja baktı “Seni seviyorum” O kelimelerin ağırlığı ve güzelliği kalbini ısıtıp aynı anda sıkıştırıyordu.. İçinde kimseye anlatamadığı bir sevdayla yanıp duruyordu. * Ertesi sabah hava kapalıydı öğleden sonra yağmur bekleniyordu. Gökyüzü griye dönmüş, kuş sesleri bile kısılmıştı. Kahvaltı masasında Rabia hanım dikkatle kızını izledi. “İyi misin kızım? Rengin solmuş gibi.” “İyiyim anne, sadece az uyudum.” “Yine ders çalıştın değil mi?” “Evet.” Oysa ders değil, düşünceler uykusunu bölmüştü. Arda, çay bardağını masaya bırakırken söze girdi. “Bugün seni okuldan almaya geleceğim. Çıkışta beni bekle, birlikte döneriz.” Aslı hemen itiraz edecek oldu ama Arda’nın kararlı bakışlarını görünce sustu. “Olur abi.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD