Telefonunu eline aldı sonra tekrar bıraktı. O sırada bir mesaj geldi.
Ekranda sadece iki kelime yazıyordu:
“Arkana bak.”
Kalbi bir anda sıkıştı. Birkaç saniye boyunca ne nefes alabiliyor ne de etrafındaki sesleri duyabiliyordu. Nihayet cesaret bulduğunda yavaşça döndü. Gözleri kalabalığın içinde gezindi ama hiçbir yüz tanıdık gelmiyordu. Yine de içinden bir ses “orada” diyordu, “seni bekliyor”
Ve tam o anda, onu gördü. Kalabalığın, parlayan ışıkların, hareket eden bedenlerin arasından bir siluet yaklaşmaktaydı. Adımlar ağır, emin, ama bir o kadar da duyguluydu. Gri ve lacivert tonlar içinde kaybolan bir figür yavaş yavaş netleşti. Kalbinin ritmi, fondaki müziği bastıracak kadar hızlı atıyordu genç kızın.
Lacivert takım elbisesiyle Mert Ali’ydi bu.
Zaman onun için durmuştu sanki, kalkıp sevdiği adama doğru yürümeye başladığında. Gözlerinde o tanıdık sıcaklık, dudaklarının kenarında aylardır aynı kalan o güvenli gülümseme. Aralarında birkaç metre vardı ama Aslı’nın yüreği çoktan o mesafeyi aşmış, ayların birikmiş özlemiyle ona koşmuştu bile.
Kalabalık birden sessizleşti. Ya da belki sessizleşen sadece onun kalbiydi. Müzik, ışıklar, konuşmalar hepsi bir film sahnesi gibi vakumlanarak arka plana çekildi. Göz göze geldiklerinde ikisi de aynı şeyi düşünüyordu.
“Bu gerçek mi?”
Mert Ali’nin dudaklarından tek bir kelime döküldü, sanki aylardır içinde tutuyormuş gibi.
“Aslı…”
Adını öyle bir söyledi ki, kelime bir duadan, bir kavuşma sesinden farksızdı.
Genç kız bir an nefesini tuttu, duygusallıkla dudakları titredi.
“İnanamıyorum…” dedi kısık bir sesle. “Gerçekten sen… sen geldin. Buradasın.”
Mert Ali de duygulanmıştı ama gülümsüyordu. “Senin için buradayım.”
Bu bir kaç kelime, bütün yolculuğun, bütün yorgunluğun, bütün fedakârlığın özeti gibiydi.
Adımlar birbirine yaklaştı.
Yine de aralarındaki mesafe, sanki ayların özlemini ölçüyormuş gibi uzayıp duruyordu.
Bir adım daha, bir nefes daha, bir kalp atışı daha derken sonunda tam karşısındaydı.
“Çok güzel görünüyorsun,” dedi Mert Ali, sesi titrek ama içten. Buraya gelmek için çektiği onca sıkıntıya fazlasıyla değeceğini biliyordu.
Aslı başını hafifçe eğdi, gülümsemeye çalıştı ama gözyaşları coşmak için dürtüyordu.
“Teşekkür ederim.” O da takım elbisenin içinde harika görünüyordu.
“Ama… buraya nasıl gelebildin?” dedi merakla.
Mert Ali gözlerini kısarak, bir anlık suskunlukla bakışlarını kaçırdı. Yorgunluğu belli oluyordu. Gömleğinin yakasında yol tozu, saçlarının arasında rüzgâr kalmıştı.
“Bunun bir önemi yok,” dedi sonunda. “İzin aldım ve geldim.”
Aslı, onun sesindeki yorgun ama huzurlu tona takıldı.
“Peki ya dönüşün?” istiyordu ki gitmesin, burada nice anılar biriktirsinler.
“Sabah erkenden yola çıkmam gerekiyor.”
Kızın dudaklarında ki gülümseme soldu, gözlerinde ince bir sızı belirdi.
“Yani bütün bu yolu… sadece birkaç saat için mi geldin?”
“Evet.”
Aslı başını iki yana salladı, gözlerinden bir damla yaş süzüldü.
“Sana inanamıyorum Mert Ali… Bu kadar deli olduğunu bilmiyordum.”
Mert Ali onun gözyaşını başparmağıyla sildi.
“Senin için delilikse,” dedi kısık bir sesle, “ben bu deliliği seve seve yaparım.”
Bir an sustu, sonra gülümsedi.
“Seni beş dakika bile göreceğimi bilsem, yine de gelirdim. Çünkü sen buna değersin.”
Kalabalığın ortasında, loş ışıkların altında birbirlerine bakakaldılar.
Zamanın akışı yine durmuştu. Sanki dünya ikisi etrafında dönüyordu sadece.
Mert Ali, elini uzattı. “Benimle dans eder misin?”
Aslı önce bir an durdu bunun rüya olmasından korktu ama bir rüya olamayacak kadar gerçekti yaşananlar. Başını hafifçe eğdi, dudaklarının kenarında belli belirsiz bir tebessüm belirdi ve uzatılan eli tereddütsüz tuttu.
O temas, bir kavuşmadan daha fazlasıydı, bir söz, bir dua, bir yemindi sanki.
Salonun ortasına geçtiler. Müzik yavaşladı. Işıklar loşlaştı. Bir keman sesi, bir piyano melodisi, ardından kalp atışlarını andıran ritimler duyuldu.
Mert Ali’nin eli nazikçe Aslı’nın beline dokundu. Kızın nefesi kesilir gibi oldu, o dokunuşta ayların güveni, özlemi, sevgisi ve vedası vardı. Dans etmeye başladılar, ağır, sessiz ve duyguluydu.
“Görüşmeyeli nasılsın prenses?”
“Şu an çok iyiyim. En son görüşmemizden bu yana üç gün daha büyüdüm.” Genç adam hoş bir kahkaha attı.
“Bak bu harika bir haber.”
“Peki sen nasılsın? Kim bilir neler çektin buraya gelebilmek için… yorgun görünüyorsun.”
“Bu yorgunluğun hiçbir önemi yok. Yorgunluk dinlenince geçiyor.” dedi Mert Ali kulağına eğilerek. “Asıl önemli olan bu güzel gecenin hayatımızdaki önemi. Yıllarca konuşacağımız ve asla unutmayacağımız bir anımız olacak. Biliyor musun buraya gelirken yüreğim göğsüme sığmadı. Ya yetişemezsem, ya bir aksilik olursa diye korktum.”
Aslı gözlerini onun gözlerinden ayırmadan karşılık verdi.
“Teşekkür ederim Mert Ali bunun benim için anlamını bilemezsin.”
Bir süre konuşmadılar. Aslı başını onun omzuna yaslayıp gözlerini kapattı. Aylardır içinde biriken tüm hasreti o anın sessizliğine bırakmıştı. Sadece müzik vardı, onların nefesiyle yoğrulan bir melodi gibi. Birbirlerine sarıldıkça, bütün eksik kalan zamanlar, görüşemedikleri onca aylar tamamlanıyor gibiydi.
Başını kaldırdı, gözlerinde ışığın kırıklarıyla baktı sevdiği adama.
“Sen gelmeden önce bu gecenin benim için hiçbir anlamı yoktu, geceme anlam kattın sevgili askerim.”
Mert Ali, onun yüzüne dokunup bir tutam saçını kulağının arkasına itti. Bakışları hayranlık doluydu.
“Buda bir şey mi asıl sen benim hayatıma anlam kattın.”
Göz göze geldiler. İkisi de ne söyleyeceğini bilemiyordu.
Kalplerinde aynı şey yankılanıyordu: Keşke zaman biraz daha yavaş aksa. keşke bu gece hiç bitmese.
“Birazdan fotoğraf çekilelim güzel bir anımız olsun istiyorum,” dedi Mert Ali. “Sensiz geçen gecelerde tutunabileceğim bir anı daha olsun elimizde.”
“Olur.”
Başını omzuna yaslayıp mutlulukla gülümsedi. Nasılda rahat hissediyordu onun kollarında. Kalbi huzurla atıyordu. Eğer mutluluktan ölmek diye bir şey olsaydı o şu an itibariyle ruhunu teslim etmiş olurdu.
O anda müzik değişti, salondaki kalabalığa yenileri eklenmişti ama olanların hiçbirinin farkında değillerdi sanki dünya bir anlığına onların etrafında dönmeyi bırakmıştı. Onlar için dünya, artık sadece iki kalp arasındaki mesafeydi.
Aslı elini kalbine koydu.
“Bu olanlara inanamıyorum, rüyada gibiyim. En çok istediğim şeylerden bir tanesiydi seninle dans etmek. Ve bu gerçek oldu.”
“Benimde seninle birlikte yapmak istediğim şeylerden biriydi, seni kollarıma alıp dans etmek.”
“Peki diğerleri ne?” diye fısıldadı.
“Onlardan hiç bahsetmesem daha iyi” deyip çapkınca gülümsedi. Aslı yanakları al al olurken bakışlarını kaçırdı.
O gece, ne yıldızlar kadar parlak bir ışık ne de iki kalbin ritmik atması kadar etkileyici bir ses vardı.
Sadece birbirine kenetlenmiş gözlerin sessizce “iyi ki” dediği bir an vardı.
O gece herkes için yılsonu balosu ve bir eğlenceydi, ama Aslı ve Mert Ali için bir büyük bir kavuşmanın şahidiydi.
Sözlerin tutulduğu, kalplerin huzur bulduğu bir gece.
“Seni bir yere götürmek istiyorum,”
“Bu saatte mi?”
“Evet,” dedi kararlı bir sesle. “Bu gece bizim gecemiz.”
“Peki nereye gideceğiz?”
“Sürpriz. Gidince göreceksin.”
Dans bittiğinde Mert Ali elini bırakmadı. Sahnenin kenarına doğru yürüdüler, ışıklar arkalarında kalmıştı. Birlikte salonun dışına çıktılar. Gece serin, rüzgâr tatlıydı. Şehrin sokak lambaları altın rengi ışıklar saçıyor, rüzgâr Aslı’nın saçlarını hafifçe savuruyordu. Mert Ali arabanın kapısını açtı.
“Buyurun prensesim,”
Aslı bir an tereddüt etti, sonra sessizce oturdu. Yol boyunca konuşmadılar. Radyoda aynı şarkı dönüp duruyordu: “Bir veda değil, bir söz bırak bana…”
Şehrin kenarına vardıklarında denizin kokusu içeri dolmaya başladı. Birlikte kıyıya indiler. Dalgalar taşlara çarpıyor, geceye mavi bir ritim veriyordu.
“Burası çok güzel,” dedi çocuksu bir neşeyle, ayakkabılarını çıkardı, çıplak ayakla suya bastı.
Mert Ali öylece durup onu hayranlıkla izliyordu.
“Buraya hep gelirim,” dedi. “Ama bu gece ilk defa seninle anlam kazandı.”
Bir süre konuştular, sonra sustular, sonra birbirlerine baktılar. Her suskunluk, söylenmemiş bir cümle kadar ağırdı.
“Kaça kadar vaktin var?” diye sorduğunda genç kız isteksizce saatine baktı. On ikiye geliyordu. Dudaklarını büzüp dışarı doğru nefes verdi.
“Babam parti bittiğinde haber ver seni gelip alırım demişti.” Birden aklına gelen ani bir fikirle gözleri parladı.
“Bu gece Ayşin’de kalmak için izin almayı deneyebilirim. Burada sabaha kadar takılabiliriz. Tabi senin içinde uygunsa.”
“Bu hayatta istediğim ikinci şeydi.” Aslı diğerlerini de merak ediyordu ama sormadı zaten zamanı gelince hepsini öğrenecekti. Hemen annesini aradı ve geceye kızlarla birlikte Ayşin’ler de devam edeceklerini söyleyip orada kalmak için izin istedi. Rabia hanım gençler eğlensin düşüncesiyle itiraz etmeden kabul etti. Daha sonra Ayşin’i arayıp kısaca olanlardan bahsetti ve sabah onlara geleceğini söyledi.
Şehrin ışıklarını arkalarında bıraktılar el ele tutuşup deniz kıyısı boyunca yürüdüler. Rıhtımda kimse yoktu. Dalgaların sesiyle birlikte, gecenin kokusu üzerlerine siniyordu. Aslı yaşadığı heyecan patlamasıyla bir an için titremeye başladığında Mert Ali nazikçe yanağını okşadı.
“Üşümüş olmalısın.” Deyip ceketini çıkardı, omuzlarına koydu.
“Teşekkür ederim çok düşüncelisin.”
“Seninle ilgilenmek benim görevim.” iki eliyle yakasını düzelterek parmak ucuyla kızın burnuna dokundu zira üzerine büyük gelen ceketin içinde fazlasıyla sevimli ve güzel görünüyordu.
Aslı gözlerini kapattı, bu anın hafızasına kazınmasını istiyordu.
“Keşke zaman böyle dursa,” dedi fısıltıyla.
“Zaten durdu,” diye karşılık verdi Mert Ali gözlerinin derinliklerine bakarken.
Bir süre konuşmadılar. Dalgalar taşlara vuruyor, rüzgâr Aslı’nın saçlarını savuruyordu.
Mert Ali başını yana eğdi, kızın yüzüne baktı.
“Seninle tanıştığım günü hatırlıyorum,” dedi yavaşça. “Bana attığın o ilk mesajı.”
Aslı kıkırdamayla karışık bir ses çıkardı. “Ya Mert Ali beni utandırma.”
“Utanmak sana yakışıyor prensesim yanakların pembe pembe oluyor.” Ay ışığının altında nasılda güzel göründüğünü düşündü. Gözlerini ondan alamıyordu.
“Çok güzelsin.” Elini uzatıp yanağına dokunmak saçlarını okşamak istedi ama onu ürkütmek incitmek istemediği için geri çekti.
Uzun süre konuştular o gece… Çocukluklarından, korkularından, yaralarından, hatta susmayı öğrendikleri anlardan. Her kelime bir sır, her bakış bir vedaydı aslında.
Bir ara Aslı başını Mert Ali’nin omzuna yasladı.
“Sence,” dedi kısık bir sesle, “Vedalaşmak mı yoksa özlemek mi daha zor.”
“Vedalaşmak,” dedi Mert Ali hemen.
“Sevdiğinden ayrılmak, onu bırakıp gitmek, arkada bırakmak çok daha zor. Bir şekilde özlemine teselli bulabiliyorsun, resimlerine bakıyorsun anıları düşünüyorsun geleceğe dair hayaller kuruyorsun ama gitmek kalbinin bir yarısını parçalayıp orada bırakmak demek.”
Aslı gözlerini kapattı, ağlamakla gülümsemek arasında bir çizgide kaldı.
“Bu gecemizi asla unutmayacağım,” dedi.
“Ben de prensesim.” diye karşılık verdi Mert Ali.
Bir ara denizin kıyısında, ay ışığının aydınlattığı taşların üstüne oturup uzunca bir süre yıldızlara baktılar.
Mert Ali cebinden küçük bir defter çıkardı. “Bunu sana vermek istiyorum.”
Aslı şaşırdı. “Nedir bu?”
“Görevler arasında yazdıklarım. Hep seninle konuşur gibi yazdım. Duygularımı, aşkımı, özlemimi…”
Aslı defteri elleriyle kavradı, gözleri doldu.
“Benimle konuşur gibi ha… demek ki ben her zaman seninleymişim.”
“Evet,” dedi Mert Ali. “Kalbim nerede, sen oradasın.”
Gece ilerledikçe şehir tamamen sustu. Kahkahalar, arabaların sesleri, müzikler hepsi uzaklaştı. Bir ara yağmur çiselemeye başladı, adımlarını hızlandırıp sığınacak bir yer aramaya başladıklarında küçük bir sahil kafesi gördüler.
“Çaya ne dersin?”
“Harika bir fikir.”
El ele içeri girdiler. Küçük bir yerdi, eski sandalyeler, cam kenarında bir masa, bir radyo.
içeriyi dolduran romantik müzik. Kimsecikler yoktu sadece yaşlı bir adam oturmuş tek başına çay içiyordu.
“Hayırlı akşamlar ustam çayın var mı?”
“Var delikanlı hemen getiriyorum.”
Birlikte cam kenarındaki masaya oturdular, genç kız önüne konan çay bardağını alıp yudumladı. Rüzgâr kapının altından içeri giriyor, radyonun sesiyle karışıyordu. Aralarındaki sessizlik uzun sürdü ikisi de az sonra gelecek ayrılığın telaşındaydı.
Mert Ali ayağa kalktı, sakince Aslı’nın karşısına geçti.
“Elini verir misin?” dedi.
Aslı usulca uzattı. Birlikte dans etmeye başladılar. Ne müziğe ne zamana aldırmadan, sadece birbirlerinin nefesini dinleyerek dans ediyorlardı.
Aslı başını onun göğsüne yasladı, kalp atışlarını duyuyordu. Her vuruş, bir hatıraya dönüşüyordu.
“Biliyor musun her duamda, her gözyaşımda adın geçiyor.” Sözleri, Mert Ali’nin kalbine bir mühür gibi işledi. Elinin içindeki narin eli sıktı, kokusunu içine çekti.
“Bir bekleyeninin olması çok güzel prensesim,” dedi. “Ben de her gün sana kavuşabilmek için gün sayıyorum.”
Birkaç bardak çay içip yaşlı adama teşekkür ettikten sonra oradan çıktılar, yağmurda dinmişti. Arabayı park ettikleri yöne doğru yürürlerken adımları bu defa isteksizdi.
Saat sabaha yaklaşırken sessizlik biraz daha derinleşmişti. Gecenin karanlığı yerini gri bir sabaha bırakırken, hava ağır ve soğuk bir sessizlikle doluydu. Şehrin yakın sokaklarından bile tek bir ses gelmiyordu. Gökyüzü bile vedanın rengini almış gibiydi, solgun, yorgun, sanki onların ayrılığını hissediyordu.
Arabanın yanına geldiklerinde, veda vakti artık kaçınılmazdı.
“Arabaya mı geçsek?” dedi Aslı, sesi neredeyse fısıltı kadar cılızdı.
Mert Ali, bir an duraksadı. Kabul etmek üzereydi ki son anda içinden bir ses “yapma” dedi. Küçük bir alanda onunla baş başa kalmak ateşle barutu yan yana koymak gibiydi.
“Yok binmeyelim, yarım saatimiz daha var. Burada oturalım,” dedi sakin ama kendinden emin bir tonla.
Aslı başını iki yana salladı. Yüzü bir çocuğun kaybetmek üzere olduğu bir oyuncağa bakar gibiydi. Vedaya hazır değildi. Gözleri dolu doluydu, söylenemeyen binlerce kelime o gözlerin içinde sıkışmıştı. Biraz daha yaklaştı ona.
“Keşke ayrılık hiç olmasaydı,” dedi titrek bir sesle.
“O zaman kavuşmanın bir kıymeti olmazdı,” dedi Mert Ali, dudaklarının kenarında buruk bir tebessümle.
Aslı cesaret bulup ellerini uzattı, Mert Ali’nin yüzüne dokundu. Parmak uçları hafifçe titriyordu. İkisi de sustu. Sadece birbirlerine baktılar. Sözsüz, sade, ama her şeyin söylendiği o bakışlardan biriyle…
Sonra Aslı fısıldadı,
“Seni seviyorum.”
“Ben de seni seviyorum,” dedi Mert Ali.
O anda dünya sustu. Rüzgâr bile yön değiştirmişti sanki, daha yavaş, daha yumuşak esiyordu. Şehrin ışıkları solmuş, sadece onların bakışları kalmıştı geriye. Her şey donmuştu, zaman bile onların yanında kalmak ister gibi ağır akıyordu. Aslı’nın gözleri “gitme” diyordu, dudaklarını kıpırdatmadan, sessiz bir yakarışla. Mert Ali, bu sessizliğin içindeki çığlığı duyacak kadar tanıyordu onu.
Az sonra arabaya bindiklerinde genç adam anahtarı çevirip çalıştırdı. Motorun sesi bile hüzünlüydü. Navigasyona Ayşin’in adresini yazarken kalbinin ritmi hızlandı. Yol boyunca ikisi de konuşmadı. Sadece sessizlik konuşuyordu, gözyaşlarını içine hapseden bir sessizlik.
Adrese vardıklarında Aslı’nın dudakları titriyordu, gözyaşlarını bastırmaya çalışırken dişlerini birbirine kenetledi.
“Her şey için teşekkür ederim,” dedi. “Bugüne kadar yaşadığım en güzel geceydi.”
“Benim için de öyleydi, sevgilim…” dedi Mert Ali. Boğazında düğümlenen bir şey vardı, ne yutsa geçiyor ne de söyleyebiliyordu.
“Kendine dikkat et. Allah’a emanetsin.”
“Sende…”
Aslı ağlamayacaktı. Onun yanında ağlamayacaktı. Ama gözleri, dudakları, elleri, hepsi titriyordu. Arabadan inmeden önce son kez döndü, bir bakışla bin söz söyledi.
“Gidince haber et olur mu? Beni merakta bırakma. Fırsat buldukça yaz bana.”
“Merak etme,” dedi Mert Ali sevdiğine aşkla bakarken.
Aslı dayanamadı. Uzandı, boynuna sarıldı, sanki o anla zamanı durdurabilecekmiş gibi sımsıkıydı sarılışı. İki yanağından öptü, nefesi onun tenine değdiğinde içinden bir parçası kopmuş gibiydi.
“Yolun açık olsun… Hoşça kal,” Kapıyı açıp indiğinde gözyaşları artık durmuyordu. Arabanın uzaklaşan ışıklarına bakarken omuzları titriyor, hıçkırıklarını bastıramıyordu. Mert Ali’nin gidişiyle birlikte gündüz bile kararmıştı. Şehre güneş doğuyordu ama genç kızın gönlünde az önce batmıştı.
Bu adamla güzel bir geleceği olacağına yürekten inanıyordu. O an içinden bir dua geçti ağır, ama umut dolu. “Allah’ım ne olur onu koru ve bana sağ salim geri gönder.”
Bazı vedalar, aslında yeni bir başlangıcın sessiz duasıydı.
Ve o dua, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte yavaşça gökyüzüne karıştı.