2.BÖLÜM "KAYBOLMUŞ"

1913 Words
Bilinmezliğin son demlerini atmıştı hayatım. Sonu olmayan pişmanlıklar, başlangıcı olmayan keşkeler ve daha nicesi beni alıp götüren, sonsuzluğa sürükleyen binlerce pişmanlık kokan kelime... Kifayetsiz kalan kelimeler, onları takip eden cümleler ve ardı kesilmeyen satırlar. Hepsinin birlik olmuş haliydim, sonsuzluğun başlangıcı, bitmişliğin sonuydum. Önümde duran siyah dosyaya üstünde beyaz mürekkeble yazılan yazıya baktım, Kod Adı: Görev, sonum olan dosya ellerimin altında, masamın hemen üstünde duruyordu. Evet ya da hayır beni bok çukuruna itecek olan dosya ellerimin altındaydı. Esmer ve uzun parmaklarım dosyayı kavrarken hala ne yapmam gerektiğini bilmeyecek kadar bataklığa batmış durumdaydım. Evet, bilmediğim bir adamı yakalamaya çalışacak, hapse tıkacak ve ardından açığa alınan görevim ellerimin arasına altın tepsinin içinde sunulacaktı. Hayır, kabul etmeyip, açığa alıcak zorla istifa ettirip aralarına hiç girmemişim gibi davranılacaktı. Sonu ise işsizlik, parasızlık, itibar kaybı ve ardı kesilmeyen binlerce sorun. Ne yapmam gerektiğini bilmeyecek kadar zor durumdaydım. Kapağını açtığım dosyanın ilk sayfasında genel bilgiler yer alıyordu. Adı: Kartal Soyadı: Karadağlı Anne Adı: Canan Baba Adı: Mehmet 15.01.1991 doğumlu benden beş yaş büyüktü diye geçirdim içimden. Puslu gizemin ardında uçsuz bucaksız bir hayat vardı ve benden o hayatın odak noktası olmam istenmişti. benim hikayemde bumuydu? Bir seçim ve onun getirileri. Peki kimsin sen Kartal, kim? Neden benden istediler aklım almıyordu, hem de beni işimden çıkarmak isteyip de seni seçenek sunacak kadar neyin gizemini taşıyorsun? İyice sinirlerim hoplamıştı. Çıkmazdaydım ama kimsenin de çıkarmaya niyeti yok gibiydi. Boğuldukça boğuluyor nefes almam her saniye daha zor duruma geliyordu. Girdabın en ıssız ve soğuk duvarları arasında sıkışıp kalmıştım. Çıkmaya çalıştıkça, duvarlar üstüme geliyordu. bembeyaz duvarların arasında, simsiyah ruhumla bir şölen sunuyordum ruhuma. Aldığım her nefes boğazımda duruyordu adeta. Her şey bir yana içimde bir merak duygusu yerleşmişti... Parmaklarım benden izinsiz diğer sayfaya geçmişti bile... Hobiler, fobi ve genel bilgiler adı altında bir kaç şey karşılamıştı beni: “Futbol da linsans almış olan Kartal Karadağlı en büyük hobileri arasında yer alıyor. Takım tutmadığını, hiç bir şeye de gereğinden fazla bağlanmadığını dile getirmişti bir röportajında, sörf yapmayı, kayak yapmayı, dalgıçlık yapmak diğer hobiler arasında. Resim çizdiği bilinen Kartal Karadağlı kimseye hala çizimlerini göstermediğini ve asla sergi açma gibi bir düşüncesi olmadığını da belirtmişti. Düzenli spor yaptığı da bilinen Karadağlı, geceleri adından da sık sık söz ettiriyor.” Ciddi anlamda hangi piç hazırladı bunu, gazeteci gibi yazmış puşt herif. Genel bilgiler, şirket bilgileri vardı. Hala bir fotoğrafını görememiştim. Sinirle parmaklarımı saçlarımdan geçirdim, adam hakkında elle tutulur hiç bir şey yoktu. İnternet arama motoruna ismini yazsam eminim daha çok şeyi bulabilirdim Parmaklarım söz dinlemez gibi sayfaları çevirmek için can attı. Gözlerim sessizlik girdabına yenildi. Derin bir nefes alıp önümde duran uzaktan çekilmiş fotoğrafa baktım. Hiç birinde yüzü net değildi bu ister istemez sinirimi bozmuştu. “Hale.” diye bağırdım içeriye doğru. Normalde şuan istifa dilekçemi hazırlamam gerekirken çıkmaza girmiş gibi merakına yenildiğim adam hakkında biraz daha bilgi almaya çalışıyordum. “Buyurun, başkomiserim." diye konuştu içeri geçerken. Yüzünde her zaman eksik etmediği gülümsemesi ile odaya girdi. “Burada ki resimleri kim çekti?” diye sordum merakla. Biraz daha masaya yaklaşıp önümde duran dosyaya ve çekilmiş fotoğraflara baktı. “Ahmet çekmişti. Bir şey mi oldu? “diye sordu, fazla meraklıydı. Bu ne kadar istemesem de beni içten içe geriyordu. “Kısmen. “diyip sıkkın bir nefes verdim. “Adamın yüzü hiç bir fotoğrafta belli değil.” “Aaa, öyle mi?” diyip, yanıma koştu. Meraklı şey.... Yanımda ki dosyaya göz gezdirdi. “Cidden de öyleymiş.” diye kendi kendine konuştu. Bunu daha çok bana değil kendine söylüyor gibiydi. “Bana Ahmet’i çağır.”diye emrettim. Tamamdır diyip yanımdan uzaklaştı, bilinmezliğin sahip olduğu adam, daha şimdiden bu kadar canımı sıkan adamdan haz etmez hale geldim. Önümde ki dosyaya baktıkça canım daha çok sıkılıyordu. Tüm bilgiler genel geçerdi, önemli sayılabilecek hiç bir şey yoktu. Bir kahveyi nasıl içtiği dahi yazmıyordu... Sonra biz polisiz diye geçiniyorlardı ortalıkta, yemişim böyle işi, bir adam hakkında bilgiler bu kadar sınırlı olamazdı. Aklım almıyordu. Aylardır araştırma yapıldığı söylenmişti bana şimdiye kadar adamın giydiği don markası dahi biliniyor olması gerekirdi. Bu adam hakkında bu kadar az şey bilinmesi beni endişelendiriyordu. Kapı tıklandı, içeri tahminim üzerine Ahmet girmişti. “Buyurun başkomiserim beni çağırmışsınız.” diye konuştu. Başımı sallayıp içeri girmesini bekledim. Koltuğa oturdu, ellerim arasında duran siyah dosyayı ona uzattım. Alıp açtı, incelemesini sabırla bekledim. “Başkomiserim, hala beni neden çağırdığınızı anlamadım.”diye söylendi. Meraklı bakışlarını yüzüme çevirdi. Benden bir cevap bekliyordu. Hala neden anlamadığını da ben anlamamıştım ama... “Ahmet. “dedim üstüne bastırarak, “Biz polisiz, istesek bir kişinin lastik donuna kadar buluruz di mi?” diye sordum. Olumlu şekilde başını salladı. “Eeeee, o halde Ahmet, bu adam hakkında bilgiler neden sıçan deliği kadar. Adamla röportaj yapsak daha çok bilgi ediniriz. Resimler cabası, adamın yüzünün belli olduğu fotoğraf yok.” “Ama...”diye başlayan sözlerini bölüp bende “Ama.” dedim sinirle, “Adam hakkında hiç bir şey yok başkomiserim. Ne ailesi ne sevdiği bir şey hiç bir şey yok, girdiği mekanlarda bile çıktıktan sonra görüntüler siliniyor. Adam çok iyi korunuyor.” dedi sözcüklerini tamamlarken. Bu kadar gizem beni sinir etmişti. “Tamam çıkabilirsin.” dedim. Başımı iki elim arasına alıp sıkıntılı bir nefes alıp verdim. İyice çıkmaza giriyor daha da battığımı hissediyordum. Şuan çoktan istifa dilekçemi yazmış babam olacak adamın elleri arasına bırakmam gerekiyordu. Ya tamamen gidecektim buradan, ya da bu dosyanın altında beni çıkmaza sokacağına inandığım adamın derin sularında yüzmeyi kabul edecektim. Masanın üstünde duran A4 kağıtlara uzandım, istifa dilekçemi yazarken en sonda isim soy isim ve imza ile bitirmiştim, bunu müdüre teslim ettiğim an, burada ki işim tamamen bitecekti. Bunu gerçekten isteyip istemediğimi sordum kendime ama ben bile bir cevap bulmuş değildim. Ayaklarım, beni müdürün odasına doğru götürdü. Parmaklarım benden bağımsız kapıya uzanıp tıklattı. İçerden gel sesi yükselirken kola uzanıp açtım. Adımlarım güçsüzdü, ben istifa etmek istemiyordum, istifa edilmeye zorlanıyordum. Bir kez daha bu devlette aslında asla adalet olmadığını bir kez daha bugün yüzüme çarpmıştı hayat. İçeri girerken gülümsedim, buradan ağlayarak çıkacağımı bilmelerine gerek yoktu. “Buyurun.”dedim masaya yaklaşırken, elimdekileri müdürün, babam olacak adamın ellerine bırakırken. Bugün benim için bir kez daha baba lafının bende ki yerini öldürmüştü. Cahiliyet sadece okumamış adam da olmuyordu demek.... Elimde ki kağıdı bırakıp çıkmak için hazırlanırken, babamın sesiyle durdum. “Gece.”diyip sustu, sesi düzdü. Gideceğime üzülmüyordu. Oysa ben babam gibi davranmadığı için gerçekten üzülüyordum. “Buyurun müdürüm.”dedim, duygularım açıktı ama bunu anlamayan tek kişi babamdı. “Bunu yapmak zorundaydım.“dedi, sözleri anlamsızdı. Canımı yakıyordu... Oysa bir kızın ilk kahramanları babalarıydı. Benim değil ama ikinci karısından olan çocuğun gerçekten babasıydı. “Önemli değil müdürüm. Göreviniz.” diye konuştum. Sesim düzdü, şuan hiç bir duygu okunmuyordu. Babasının rapunzeli olamadım belki ama ben annesinin küçük nazlı kızı olmaya da razıydım. Hayallerin gerisin de akan düşüncelerim vardı. “İzninizle müdürüm.”dedim babama bakarak, burada daha fazla kalabilecek durumda değildim. Kapıyı ardımda bırakırken aslında baba ve kız olma tüm hayallerimi gerimde bıraktığımdan habersizdim. ?? Batmıştım, daha da dibe batıyor, çıkmak için çırpındıkça daha da çıkmaza giriyordum. Kaçmak istiyordum bu hayattan, babamdan, Bulut’tan, sabah gördüğüm gizemli gözlerden her şeyden kaçmak istiyordum. En çok da kod adı görev adı altında mecburiyete sürüklendiğim Kartal Karadağlı’dan. Aslen Karadenizli damarım vardı, en azından annem Karadeniz’liydi. Kendimi hep oraya daha yakın görmüştüm, bu istemsizce olan şeylerdi belki de beni buna iten babamdı. Babam öksüz ve yetimdi, yetimhane de büyümüştü... Bazen küçüklüğünün acısını hep benden çıkardığını düşünürdüm ama bu kadar iğrenç biri olmayacağı aklıma geliyor bundan vazgeçerken buluyordum kendimi. Gözlerimden akan yaşlarla karakolu terk etmiştim, arabaya bir hışım binmiş nereye gideceğimi bilmeyerek yola koyulmuş, rüzgarın beni götürdüğü yere gidiyordum. Elim torpido da bulunan gözlüğüme gitti, gözlerim şişmişti, bu yüzden gizleme gereği duymuştum. Hızımı yavaşlatıp neredeyse durmuş bile sayılırdım. Bir polis olmama rağmen çoğu zaman kendim bile kurallara uymuyordum. Ne kadar zamandır yoldaydım bilmiyorum. Belki de çoktan evimin yolunu kaybetmiştim bile. Nefes aldıkça, daha da boğulduğumu hissetmem akıl karı değildi. Ben bugün ölmüştüm, arkamda da sadece bana gülen düşmanlar bırakmıştım. Galiba sevenimden çok sevmeyenim vardı ve bu istifama en çok onlar sevinecekti. Arabadan gelen ani sesle, frene bastım. “Kızım inşallah belim kırılmıştır da bir öküz bize çarpmamıştır.” diye konuştum kendi kendime. Sinirle arabadan indim, bugün daha ne kadar sınanabilirdim bilmiyorum ama son demlerimi atıyordum. Arkada olan arabaya doğru giderken şoför koltuğun da oturan adam aşağı indi, badigart benzeri bir adamdı. Yutkunmama sebep oldu. “Öküz müsün lan.” diye giriş yaptım. Neyime güveniyordum bilmiyorum ama fazla kabaydım, bunu biliyordum, bazen kız olduğumdan şüphe etmiyor değildim. “Hanımefendi yolun ortasında olan kişi sizdiniz durmak istedim ama bu kadar yavaş olmanız kazaya sebep oldu.”diye açıklama yaptı, oturup neredeyse ağlayacak bir hali bile vardı. Sinirle saçlarımı çektim. “Ne yani?” diye sordum, “Ben mi suçlu oldum.” “Yok hayır.” diye konuştu telaşla, “Hanımefendi lütfen affedin, ben size ücreti ödeyeyim ama lütfen bizi burada daha fazla tutmayın patronum içerde ve yetişmesi gereken bir uçak var.” “Umurumda değil.” diye çıkıştım, “Polisi çağıracağım.” Gözlerinde korku oluştu, bu koca adam bu patrondan mı korkuyordu yoksa polisten mi? Cebimden telefonu çıkarıp polisi aradım, kendim polistim ama polis arayacak kadar kafayı bulmuştum. Bugünden itibaren artık polis değildim, bu hayatın acı bir gerçeğini yüzüme çarpıyordu. Bu benim acı tarafımdı bu konuyu derinlere atmayı tercih ettim. Adam yanımdan uzaklaşıp arabanın arka tarafına doğru yürüdü, cam açıldı ama için deki kişinin kim olduğunu görememiştim. Sinirle arabanın tekerleğine tekme attım. Her şeyin üst üste gelme gibi bir huyu vardı. Sinirle bir nefes aldım, kaçma ihtimaline karşı plakaya gözüm değdi... Yutkunmama sebep olan şeyi görmek kesinlikle beklediğim şey değildi. Kader dedim kendi kendime ağlarını yeniden örüyordu. Bu sabah olan plakaydı, gizemli adam. Hücrelerim onu görmek için can attı. “34 KK 1118” plakanın sahibi şuan arka koltukta oturuyordu. Göz ucuyla onlara baktım, beni tanımış olamazdı dimi, hem benden önce gitmişti Plakamı görmüş olma olasılığı yoktu. Yanımıza yaklaşan siren sesi araba polisinin sesiydi, polis arabadan inip yanıma geldi. “Şikayeti yapan siz misiniz?” diye sordu, başımı salladım. “Kimliğiniz lütfen." Arabanın kapısını açıp cüzdanımdan kimliğimi alıp uzattım. Üç dakika sonra “Başkomiserim” diye lafa gireceği zaman, “Rahat ol, karşında artık başkomiser yok. Bugün istifamı verdim, normal vatandaş gibi davran bana. Bilinmesin. “diye konuştum sakin bir sesle, oysa içim kan ağladığından habersizdi. İçimde kopan fırtınalar çöllerde olan tüm sıcak kumları yüreğimde ki korların üstünü serpiyor daha da yanmamı sağlıyordu. Siyah arabanın yanında duran badigart yanımıza geldi. “Merhaba, kazayı ben yaptım..”diye konuştu telaşla. Arkasına dönüp arabaya baktı. Sanki içini görüyormuş gibi başını salladı. “Tamamen benim suçumdu bayana hasarı ödeyeceğimi söylememe rağmen kabul etmedi. Lütfen patronum bekliyor. Meselenin daha fazla uzamasını istemiyor.” diye söylendi, bu adam cidden korkmuştu. “Arabada sizden başka biri var mı?” diye sordu polis memuru, badigart hızla başını salladı. “Dışarı çıkmasını söyleyin.” diye emir verdi polis, buna hazırlıksız yakalanmıştım. Yarım saattir bu yolda bekliyorduk ama onun arabadan inme ihtimaline hiç değinmemiştim. İçimi istemsizce bir heyecan kapladı. “Ama.” diye itiraz etti badigart, polisin sinirli bakışları onun geri adım atmasını sağlamıştı. Hızla arabanın yanına gitti. Açık olan pencereden bir şeyler söylerken kapı yavaş şekilde açıldı. Nefesimi tuttum. Sabahtan beri aklımı meşgul eden kişi yavaşlıkla aşağıya indi. Nefes alış verişlerim düzensizleşti kendimi lise ergenler gibi hissetmiştim. Tüm bedeni dışarı çıktı. Gözlerinde gözlükleri vardı, istemsizce göz rengini merak ettim. Esmer teni siyah saçları, kirli sakalları beni sabaha götürmüştü. Kızları kıskandıracak kadar şekilli dudakları vardı. İlk defa kadınlık hormonlarımın çalıştığını hissettim. Yutkunma sebebim olan adam, bir gün bu kalbimin senin için artacağından habersizdim. Tapılası biriydin ve ben kendimi şimdiden tapanların için de görmeye başlamıştım bile. Ve ben sen de kaybolmuştum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD