Sevmek, acı çekmek yada aşık olmak hepsi birer duyguydu. İnsanın hissettikleri, ruhun duygularını
yansıtan birer yansmadan ibaretti. Derin bir nefes aldım. Zira karşımda ki görüntüyü idrak
edebilmem pek olası değildi. Sabahtan beri aklımın köşesini kemiren kişi karşımda duruyordu.
Arabadan indi, kapısı şoför tarafından kapatıldı. Eli cebine giderken telefonu çıkardı, yanımıza
gelmiyordu neden orada durduğunu bilmiyordum ama bu işten hoşlanmamıştım. Şoför yanımıza
gelirken, o olduğu yerde durmayı tercih etmişti. Telefonu kulağına götürdü, on beş saniye sonra geri
kapatıp cebine koydu.
Yedi adımda yanımıza geldi, "Neden beni çağırdınız öğrenebilir miyim?" diye sordu. Sesini ilk defa
duyuyordum, kalındı ama pürüzsüzdü insanın içine bu kadar duyguyu işlemesi normal miydi?
"Evet."dedi polis memuru, beni gösterip, "Gece hanım sizden şikayetçi." dedi. Başımı önce polise ardından takım elbiseli adama çevirdim. Başını salladı, ortama sessizlik hakimken polisin telefonu çaldı, bir dakika diyerek yanımızdan uzaklaştı.
Her ne olduysa o anda olmuş yanımıza geldiği zaman "Biz daha fazla sizi tutmayalım. Yetişmeniz
gereken bir uçak varmış, size iyi uçuşlar Kartal Bey." dedi.
Gözlerimi belerterek polise baktım, ya ne demek gidebilirsiniz. Anasını satım ben böyle adaletin.
Şoför ve o adam yanımızdan uzaklaşırken, sinirle polise baktım. "Bu da ne demek oluyor?" diye
sordum sinirle, aklım almıyordu bir telefonla nasıl bir anda gönderiyordu adamı. "Üzgünüm baş
komiserim ama emir büyük yerden." dedi mahcup bir sesle. Bana kafayı yedirmek için varlardı.
"Kimden emir aldın?" diye sordum sinirle, o telefonda ki kişi kimdi?
"Müdürümüzden." dedi kısaca, devam etmesi için yüzüne baktım. O ara Volvo markalı araba gaza
basıp yanımızdan uzaklaştı. Başımı çevirip tekrar polise baktım, "Cihan Demir." diye konuştu
cümlesine devam ederek. Cihan diye tekrarladım dudaklarım arasında, yıllar sonra tekrar ismini
duymam umarım bana kötü şeylerin habercisi olmazdı. "Ara ve bana ver." dedim sinirle, "...Ama." diye başlamıştı. "Ara." diye kızdım.
"Pe-peki." dedi kekeleyerek. Eli korkarak cebinde ki telefona gitti, tuşları basıp bana uzattı.
Açılan telefona, konuşmasına izin vermeden, "Sen ne diye adamı salıyorsun." diye kızdım, sinirliydim
belki de sinirim en çok kendimeydi. Nedenini ben bile hala çözebilmiş değildim.
"Sen kimsin de, benimle böyle konuşma hakkını kendinde buluyorsun. "dedi sinirle, tanımamıştı beni, tanımasını istemiyordum ama neden bunu yaptığını öğrenmem gerekirdi.
"Gece Aksoy." dedim kısaca, telefon sustu, "Alo." dedim tekrar. Bana cevap vermesini gerekiyordu.
"Gece." dedi fısıltıyla, "Sen nasıl... Yani dur kafam karıştı bu az önce aradığım numara ve sen ne alaka?" dedi, anlaması için ona zaman tanıdım, "Kazayı yapan sen misin? "diye sordu dehşetle, şükür anlamasına sevinmiştim.
"Adamın şoförü Volvo ile vurdu. Ya, tank gelip vursa arabamda o kadar hasar oluşmazdı. Benim arka
kaporta çöktü adamın arabasında çizik yok ve sen." dedim sinirle, "Sen o adamın gitmesine izin
verdin."
"Gece." dedi sakin bir sesle, "Sana bir şey olmadığına sevineceğine araba için üzülüyorsun. Görende
işsiz güçsüz biri sanacaklar seni."
"İstifa ettim." diye konuştum bir çırpıda.
"Pardon." dedi, "İstifa mı dedin, sen mesleğine aşık değil misin? Neden? Nasıl?" diye soruları sıraladı.
"Öyle gerekti." dedim kısaca, açıklama yapmaya üşeniyordum ya da anlayamayacağım onlarca şey
vardı. Zihnimin derinlerine inmiş düşünceler beni git gide zehirliyordu. "Ve sen adamın neden
gitmesine izin verdin?" diye sordum, bunu merak ediyordum aklımı kemiren sorular beni rahatsız
ederdi.
"Kartal benim çocukluk arkadaşım." dedi, anlamamıştım ya da ben doğru duymamıştım.
"Anlamadım." diye cevap verdim. Algılarım kapalıydı şuan, anlama güçlüğü çekiyordum.
"Ne duyduysan o Gece, zamanında çok borçlandığım biri." diye devam etti açıklamasına. Neler
oluyordu aklım almıyor, bir borç insana neler yaptırabilirdi tahmin etmek bile istemiyorum.
"Bu konunun üstünü kapatmayacağım bilgin olsun." diye konuşup telefonu kapatmak için harekete
geçtim. "Gece?" diye konuştu, sessiz kaldım. "Seni özledim." dedi fısıltıyla... Artık hiç bir söyleyeceği söz benim için anlam ifade etmeyecekti.
"Kapatmam gerek, görüşürüz." diye konuştum, dedikleri üstünde durmadım benim için anlamsızdı öyle kalmaya da devam edecekti. Yaptığı onca şeyi unutmayı reddediyordu aklım, kalbim ise kazanamayacağı bildiği savaşa girmeyi reddetti.
Telefonu polise uzatıp arabanın arkasına geçtim, tamponu ellerim arasına alıp bagaja yerleştirdim.
Yine masraf çıkmıştı sinirlendim.
Adımlarımı ön tarafa çevirdim, polis durmuş hala beni izliyordu garipsedim üstünde duramayacak
kadar kafam doluydu. Arabaya binip anahtarı kontağa yerleştirdim, arabanın çalıştığına dair ses
yükseldi kulaklarıma.
Oradan uzaklaşırken, kafamda oluşan ve yerine oturtamadığım onlarca yapboz parçası oluştu.
Karışıklığı sevmezdim. Bünyeme tersti. Kendime bir tatil vermek adına evimin yolunu çevirdim nasıl
olsa araba elbet olacaktı.
❤️🩹❤️🩹❤️🩹
Sabır son demlerini attı, mutluluk ben varım diye savaşmaya başladı. Krallık ben hep tektim ve tek
kalacağım diye söylentiler çıkardı. Kim haklıydı yada kim haksız, hayaller aleminde işler nasıl
ilerliyordu bilmiyorum ama İstanbul gibi bir yerde kararlar duygulardan önce geliyordu ve buna kimse
dur diyip engel olma zahmetine girmiyordu.
Acıtıyordu hem de fazlasıyla, bize en çok yoran şey belki de insanlardı, eşyalar, işler ve benzeri şeyler sadece genel geçer şeyler üzerine kuruluydu.
Yadırgamadım neden ne için diye sorgulama zahmetine girmedim bile sadece uyum sağlamak
kalıyordu.
Garipti ama uyum sağlamak bana göre değildi, insanlara bağlı yaşamak , evlenmek biriyle beraber
aynı yastığı paylaşmak garipti hem de fazlasıyla. Üstünde durmadım, önümde duran buharlaşmış
aynaya elimi götürüp bastırdım elimin izi çıkmıştı. Gözlerim belli oluyordu ama parça parça olması
beni rahatsız etti. Derin bir nefes alıp aynanın tekrar buharlaşmasını sağladım. Küçük bir kalp çizdim,
bir tarafına ok bir tarafına yay çizdim, resmim berbattı bunu kabul etmek acıydı maalesef...
Yeteneklerim vardı ama bunlar kesinlikle sanat üzerine değildi.
Bir tarafına Gece yazdım, diğer tarafına önce Cihan yazdım, içime sinmemiş gibi sildim, Bulut yazdım
mutlu olarak, içimde burukluk oluştu. Sevgilisi vardı ve asla bana ait olmayacak adamdı. Bulut yazan
yeri de sildim. Parmaklarım benden izinsiz şekilde hareket etti. Gözlerimi kapattım usulca, açtığımda
beklediğim şey aslında parmaklarımın Kartal'ın ismini yazması değildi. İçimde olan huzursuzluk yerini sakinliğe bıraktı.
Üstünde durmadım fazla ruh değişimi yaşıyordum bu aralar. Düşünce denizinde boğulurken gelen mesaj sesi beni gerçek hayata döndürmüştü. Komodinin üstün de duran telefona uzandım. Mesaj babamdan geliyordu. "Karakola gel!" ricadan çok bir emirdi bu onun için bir itiraz istemiyorum demekti.
Derin bir nefes alıp aynanın karşısından ayrıldım. Düşüşteydim yokluk iliklerime nüfuz etmişti. Bunu
istemiyorum, düşmeyi aciz durumda olmayı asla istemiyordum. Adımlarım banyo kapısına ulaştı.
Bugün her şey yeterince üst üste gelmişti, daha fazlasını kaldıracak halde değildim. Sabah 06.34'dü
gösteriyordu, bugün her gün aksine spora gitme isteğim yoktu. Normal şartlarda asla ertelemek
istemediğim spor bile şuan bana cazip gelmiyordu.
İki odalı olan evimin bana ait odasına
girdim. Sıradan, sade, sevksiz her şey söylenebilirdi şuan benim için... Ama ben buydum, siyaha aşık
kadın, ama Bulut'un mavi okyanusların da boğulmaktan zerre çekinmeyen beni fark etsin diye bir ara sexi giyinen kadın.
Bakireydim ama bakire olmam kadın olduğumu asla değiştirmiyordu. Evlenmeden olmaz ayağına
yatan biri değildim ama benim değerimi bilen önüne gelenle de yatacak kadar düşmemiştim.
Eski meşe ağacından olan dolabın önüne gelip açtım, çoğu eşyada gibi bu dolapta anneme aitti.
Geri kafalı ya da sevksiz değildim, annemin kullandığı her şeye saygım vardı. Siyah yarım sporcu atleti, siyah kot ve oduncu gömleği mi çıkarıp yatağın üstüne bıraktım.
Üstümde ki havlu yerle bütün olurken, alt çekmecede bulunan siyah ilk çamaşırlarıma değdi elim düşünmeden üstüme geçirip, kıyafetlere yöneldim.
Fazla oyalanmıştım, adımlarımı mutfağa çevirdim. Dünden beri bir şey yemediğim aklıma gelince
sinirlendim. Aç kalmayı sevmezdim... Önüme geleni yer, asla yemeklerde seçici olmazdım ama
benim de sınır çizgilerim yok değildi. Kokusundan dahi nefret ettiğim yemekler vardı.
Çayı ocağa koyarken kahvaltılık malzemeleri için dolaba yöneldim. Teker teker hepsi masada ki yerini
alırken, çayın kaynadığını fark edip aceleyle ocağa koştum. Çayda ki su elime dökülürken
dudaklarımdan, "Siktir." lafı peydah oldu. Bu ara fazla küfür ediyordum, bunu görmezden geldim, her
şeyi geç küfürsüz bir hayat düşünemiyordum. Psikolojim yerinde değildi, bunu acı bir şekilde
gözlemliyordum.
Elimi musluğun altına tuttum, "En azından fazla yanmadı." diye konuştum kendi kendime, bu benim
daima kendimi kandırma biçimimdi. Az yandı, az kaldı, az dayan diye kelimeler kullanıp sürekli kendimi kandırıyordum. Kızaran yere dolapta olan yanık merhemini alıp sürdüm. Sağlam elimle demliği alıp masaya yerleştirdim. Zor bir gün olacaktı ve ben bunu şimdiden sezmiştim. Gözün masada dünden kalma gazeteye gitti. Dün Bulut mesaj attığı için yarım kalmıştı.
Üçüncü sayfa haberler favorimdi ama bugün birinci sayfada kalmayı tercih ettim.
Dün gözümün çarptığı ama üstün de durmadığım habere ilişti gözüm.
"ÜNLÜ İŞ ADAMI KARTAL KARADAĞLI VE MANKEN ÇAĞLA BAĞCA GECE KÜLÜBÜNDE OBJEKTİFLERE
YAKALANDI ARALARINDA AŞK DEDİKODUSU ÇIKAN ÇİFT SORULAN SORULARI YANITSIZ BIRAKTI..."
"Kartal." diye fısıldadım bu aralar çok fazla karşıma çıkmaya başladın. Nedensizce bu tesadüf kavramı
üstüne sığınan rastlantılardan hoşlanmayan biriydim ve bu yeterince canımı sıkıyordu. İki gündür bir şekilde sürekli karşıma çıkıyordu. Arabada, karakoldu, Cihan'ın çocukluk arkadaşı olması cabasıydı. Bu beni yeterince rahatsız ederken daha fazla rastlantı olmaması için dua ettim.
Elimde ki yanığın sızlamasıyla ona baktım. Su tutmuştu, canım yandı. Direncim güçlüydü ama
yanıklardan nefret ederdim.
Sağlam elimle çatalı alıp peynire batırdım, ekmek almamıştım bugün bu daha çok canımı sıkmıştı. Çayımı yudumlayıp ayağa kalktım, kapıya adımlarken askıda duran montumu üstüme geçirdim. Aynı askıda duran kaskıma göz gezdirip sağlam elimde tuttum. Bahçede duran motoruma doğru giderken anahtarı kontağa yerleştirdim.
Dün olan kazadan sonra arabamın tampon kısmı tamamen çökmüştü. Bu yüzden motora dönmek
zorunda kalmıştım. Motor sürmeyi her ne kadar daha çok sevsem de coğrafyanın insanları yüzünden
bu pek mümkün olmuyordu. Ayıplama ve yargılama işlemeleri daima öncelikliydi onlar için. Her ne
kadar umursamasam da bir şekilde rahatsızlık duyuyordum, o yüzden altımda ki güzellik ikinci planda kalıyordu her daim.
Kaskı başıma geçirip, anahtarı çevirip debriyaja bastım. Çalışan motorla önce evden çıkıp ardından
anayola saptım. Rüzgar açıkta kalan saçlarıma hüküm sürerken kendimi zamanın akışına bıraktım.
Elimi rüzgarın şiddetiyle ağrısını daha fazla hissetmeye başlamıştım. Karakola gitmeden önce
hastaneye gitmemin daha doğru olacağını düşünüp sağa saptım. On beş dakika sonra bulduğum ilk
hastanenin içine giriş yapmıştım.
Motorun sesi kulaklarıma tatlı fısıltılar bırakıyordu. İnsan sesinden daha güzeldi bu benim için bir
nebze de olsa seslerini duymamak bana armağan gibiydi. Derin bir nefes alıp, motoru durdurdum.
Girdiğim bahçede çoğu kişinin bakışları baka dönerken umursamadım. Kaskı başımdan çıkarıp,
motorun koluna astım. Esen Rüzgar saçlarımda aheste şekilde dans ederken kendimi ona bıraktım.
Yürüdüğüm yerlerde bile garip bir his sarıyordu bedenimi, umursamadım, üstünde duracak halde
değildim. Elimin acısı her saniye daha da artıyordu... Hızla acil bölümüne giriş yapıp kayıt yerine
ulaştım. Elim kimliğime gitti. Rozete ulaşmak isteyen elim bundan vazgeçti, artık bende normal bir
vatandaştım.
Seri adımlarla müşahede odasına yönelirken, farkında olmadan bir bedene çarptım. Üstünde
durmadım, yüzüne bakma ihtiyacı hissetmedim. Canım yanıyordu ve herkesten önceliğim buydu...
Kapıyı tıklatıp bekledim, içerden gir sesi yükselirken zaman kaybetmeden içeri adımladım.
"Hoş geldiniz."diye konuştu doktor, başımı sallayıp sedyeye oturdum. Şikayetiz ne ayaklarına girmeden elimi gösterdim. Açıklama yapacak gücü kendimde bulamıyordum. Derin bir nefes aldım. Elim su toplamıştı, yanıma gelen doktor elimi incitmekten korkar gibi tuttu. Nasıl tuttuğu değil ama harekete geçmesi gerekirdi. Bozguna uğramış ve dipteydim kurtarmak isteyen kimse yoktu, boğulmaya mahkum bırakılmıştım.
Elimi serbest bırakıp yan dolabın üstünde duran şırıngayı aldı, sabahın erken saatleriydi kimse yok
denecek kadar azdı. Yadırgamadım. Şırıngayı hiç düşünmeden su toplamış yere bastırdı, bu az önce
beni incitmekten korkarak tutan kişi miydi?
Dudaklarımı ısırdım. Acı çektiğimi belli etmeye gerek yoktu. Elimin üstünde duran balon yavaşça söndü, az önce olan balonun yerinde yerler esti. Şırıngayı çıkarıp düşünmeden çöpe attı. Dolaptan aldığı yanık kremini sürdü eli bandaja gitti, elimi sarıp en son da yapışması için bantları yapıştırdı.
Yaptığı ağrı kesici iğne sonunda acım dinmişti, ama yok denecek kadar da az değildi.
Masasına gidip otururken önünde
duran reçete kağıdına bir şeyler yazdı. Tekrar yanıma gelirken başımı kaldırıp ona baktım. Yakışıklıydı, fazlasıyla... Önemsemedim, ya da umurumda değilmiş gibi davranmadım. "Bu ilaçları alıp günde üç defa sürüyorsunuz."diye konuştu ardından, başımı salladım.
Konuşacak dermanı kendim de bulamıyordum. Yerine geçip oturan doktor ile bende kalktım, teşekkür etmek için ağzımı açtım ama benden önce konuştu. "Hoş geldin abi." dedi, kime demişti bilmiyorum ama yüzünde şaşkınlık kırıntıları oluştu.
Önce ayağa kalktı, ardından kapıya doğru yürüdü. Arkama döndüm. Bilinçli değildi yaptığım, istemsizdi nedenini bilmiyordum. "Hoş bulduk."diyen sesle, yerde olan başımı kaldırdım.
Kalp atışlarım hızlandı, aklımda ki ismi kendini tekrar etti. Bir günlük adamın bu şekilde hissettirmesini istemiyordum. Her ne kadar Bulut bilmese de onu seviyordum ve başka birine böyle hissetmek bile ihanet gibi geliyordu bana.
Adımlarım sarsaktı, heyecanım diz boyu, kalp atışlarım benden habersizdi. İyi değildim, tansiyonum
düşmüş olmalı. Kapı eşiğine durup karşımda duran iki adama baktım. Boyları benden bir hayli uzundu.
Normal standartlara göre uzundum ama bu adamların yanında cüce kaldığımı kimse inkar edemezdi.
Doktora hitaben, "Teşekkürler." dedim, başka ne demem gerekiyordu bilmiyorum. Başını salladı
usulca, gözleri hala üstümde odak noktası bendim, aynı harelerinde cehennem ateşini saklayan adam
gibi.
Birbirlerine benzemeleri beni bozguna uğrattı. Kardeşler miydi mi acaba, kendi sorum havada
kaldı. Cevaplayan yoktu, sessizceydi sorum fısıltıyla içten içe sorulan bir soruydu. Üstünde durmadım,
kapı eşiğinden geçmek istedim.
İstediğim olmadı, Kartal tam kapının arasında duruyordu, geçmek istediğim de vücudum onun vücudu tarafından engellendi. Başımı kaldırıp soru soran şekilde baktım, beni tanımasını beklemiyordum. Burada olmasını, ya da o toplantıya gidememiş olmasını beklemiyordum. "Bekle." dedi. Sesi kalın ve toktu, istemsizce yutkunma geldi. İki günde bu kadar tesadüf fazlaydı. Ruhum bu kadar arbedeyi kaldırmıyordu.
"Neden?" diye sordum fısıltıyla, sesime ne olmuştu emin değildim. Kendinden emin olan ruhum şuan
içlere kaçmış savaş taarruzuna geçmişti. "Ben bırakırım." dedi kısaca, her şeyi bekleyen aklım bu
cevabı beklemiyordu. "Teşekkürler." dedim kısaca, "...Ama kendim gidebilirim."
"Buna pek emin değilim." dedi küçümseyerek, göz bebekleri elime değip odağını tekrar gözlerime
sabitledi, "Haline bakılırsa, yardıma ihtiyacın var."
"Buraya tek geldim." diye konuştum kızarak, "Tekte gitmem de sakınca göremiyorum." Bu adam bu
hakkı kendinde nasıl bulabiliyordu. Küstah adam diye geçirdim içimden.
Umursamazca gözlerini üstümden çekti, yanımda ki doktora çevirirken, "Sonra gelirim." dedi kısacık
bir zaman dilimin de, gözlerim doktora değdi. Başını usulca sallayıp bana baktı. "Nereden tanışıyorsunuz bilmiyorum ama... İçimden bir his yine görüşeceğimizi söylüyor." diye konuştu,
"Hay ben anasını herkes müneccim olmuştu başıma."
Gülümsemekle yetinip "Kader." dedim, "Neyi ne
zaman hayatımıza dahil edeceği belli olmuyor. Ansızın davetsiz misafir girebiliyor hayatımıza." bunları neden söylemiştim, ya da söylerken neden Kartal'ın harelerinde oylanmıştı gözlerim bilmiyorum.
Üstünde duramayacak kadar aklım karışmıştı, bunu istemiyordum karışıklık, darmadağın olan zihnime
fazla geliyordu. Verilecek cevapları beklemeden, "İyi günler." diyip, vücuduma değen vücuttan kurtularak, önce odayı ardından hastaneyi terk ettim. Bahçeye yönelen adımlarım bir süre sonra durdu, park ettiğim motorumun yanında çekici ve trafik polisi vardı. Yanlarına hızla yaklaştım. " Ne oluyor?" diye sordum.
"Burada neler oluyordu."
Bugün yeterince sabrım sınanıyordu. Dün arabam bugün de motorum, yarın bakalım başıma neler gelecekti.
"Siz kimsiniz Hanım efendi?" diye sordu polis memuru, "Bu çektiğiniz motorun sahibi ve neden
çektiğinizi öğrenmem gerek?" diye konuştum. Allak bullaktım.
"Yanlış yere park edilmiş, araca ceza yazıyoruz ve çekmek zorundayız. Teslim edeceğimiz yerden ceza
ücretini ödeyerek aracı geri alabilirsiniz."
Sinirli bir nefes aldım, bu kadar aksilik fazlaydı. Kader bana kıçıyla gülüyor ve ben bir şey yapamıyordum. Delirme noktasına gelmem mümkündü. "Peki." dedim sinirle, "Oradan alırım." Polislik unvanını kullanamayacağım aklıma geldikçe delirme noktasına geliyordum. Önce araba
şimdide motor...
"Arabaya geç."
Duyduğum sesle ödüm kopmuştu, başparmağımı dişlerimin arasına koyup üst dişlerimi yukarı
çekerek, "Bismillah." dedim, şu iki gündür başıma gelmeyen kalmamıştı ve ben geriye gitmek
istiyordum. Hayatın geri tuşu olsa sebepsiz yere dün sabaha giderdim.
"İstemiyorum." dedim kısaca, beni etkisi altına almasına izin veremezdim. Bana sağladığı veya
hissettirdiği çekim akıl sağlığıma zarardı. Yanıma gelerek, "Sana sormadım. Yürü dedim!" diye emir
verdi ve emirleri şimdiden canımı sıkıyordu. Elim yanmıştı, arabamın kaportasın da komple çökme olmuş, bu yüzden bir hafta arabasız kalmış, bir de üstüne bugün motorumu kaptırmıştım. Tüm aksilikler beni buluyordu ve bu benim canımı iyice sıkmaya başlamıştı.
Derin nefes alıp yanımda ki adama baktım, benim aksime o derin ve yavaş nefesler alıp karşıda
çekilen motoruma bakıyordu. Bu kadar sakin olması beni gerdi... Ona bakıp, "Araba? "diye konuştum
sorar gibi, beni ardında bırakıp yürümeye başladı.
Hastane önünde duran ve park edilmeye zahmet
edilmemiş arabanın önün de durdu. Garipsedim, benim motorum kenarda durmasına rağmen
çekilmişti ama bu araba hastanenin önünde ve bahçenin tam ortasında olmasına rağmen hiç bir halt yapılmıyordu. Araba kapısını açtı, binmek için hazırlanırken arkadan, "Kartal Bey." diye ince bir sesin yükselmesi ile binmekten vazgeçip gelen kadına baktım. Alaka neydi ? Ya da ne
diye bizi durdurmuştu emin değildim.
Kartal'a baktım, bana değil kadına bakıyordu. İstemsizce gözlerim kadına kaydı, giydiği kırmızı kalem etek dizlerinin bir karış üstündeydi, ona uyum sağlamak ister gibi beyaz ve salaş bir gömlek vardı, saçları dağınık sadece gelişi güzel bir kalemle başında toplanmıştı. Beyaz stiletto, kırmızı rujla tam bir afete dönüşmüştü. Sarışındı en önemlisi de güzeldi... Bende olmayan tüm özellikler vardı.
İçimde kıskançlık tohumları yerleşti bunu istemiyordum, hakkım olmayan adamın iliklerim de bu etkiyi bırakması canımı sıkıyordu. Bu aralar canım fazlasıyla sıkılmaya başlamıştı. Yanımıza adımlayan kadınla gözlerimi şahin edasıyla ona diktim, fazla gergindim bunu hissetmek kötüydü.
"Bu dosyaları imzalamanız gerekli." diye açıklama yaptı. Gereksizdi bu kadar telaşı, koşması, kendini göstermek ister gibi ön plana çıkarmak istemesi, gösterişten başka bir şey ifade etmiyordu benim için...
"Sonra da imzalaya bilirdim." dedi sertçe Kartal, durdurulmak hoşuna gitmemişti ama önemli olan neden hastanede imzalaması için bir kadının koştuğuydu. "Ah, üzgünüm." dedi yapmacık ama cilveli sandığı bir sesle, "...Ama maalesef raporların kurula gitmesi gerek bu yüzden imzanız şart."
Şeytan diyor geçir bir tane o telle düzeltilmiş dişleri yerinden oynasın. Bu aralar ben kendime
inanamıyordum. Ruhum bedenimle yer değiştiriyordu, bana neler oluyordu aklım almıyordu.
Yadırgadım bu hallerimi ben ben değildim. Kartal bir adım kadına yaklaştı, elinde ki dosyayı alıp
arabanın kaputuna yasladı, üstünde giydiği siyah gömlek kollarına ev sahipliği yapıyordu. İmzayı atıp,
dosyayı kadının elleri arasına bıraktı, yüzüne bakma zahmetine girmeden şoför kapısını açıp bindi.
Derdi neydi bu adamın aklım almıyordu, boşverdim benim için ayrılan koltuğa konumlanırken araba
çalıştı. Hastane ortasından çıkmak için hazırlanan Kartal'a baktım, ifadesi sertti fazlasıyla hem de... Buzullar da ki kırılmaz buzullara benzettim istemsizce neden bu kadar katıydı bilmiyorum.
Ardından arkamızda kalan kadına baktım, pür dikkat arabaya bakıyordu, araba bahçeden çıkarken gözlerim hala kadındaydı, kadın görünmeyecek kadar küçülürken gözlerinden yaş aktığına dair yeminler edebilirdim.
Benim hikayem nasıldı bilmiyorum ama ben şimdiden yanımda ki adamın gelecek hayatımda bir yer edebileceğini tahmin edebiliyordum. Ben polis ve mafya aşkı istemiyordum şimdiden kuş gibi çarpan kalbime söz geçirmem ve açıldığı denizlerde yelken olarak seçtiği Kartal'dan kurtulmam gerekti.
Sen, ürkek olup da bunca acıya dayanan kalbim sen beni boğulacağım mavi okyanuslarda yalnız
bırakma.