Gecelik Partisi.

1989 Words
Keyifli Okumalar... Nazlı sabah gözlerini sertçe dürten güneş ışığı ve parkeyi döven topuklu ayakkabı sesiyle zorlukla açmıştı. “Günaydın tembel prenses!” diye seslendi Melis, ellerinde iki büyük karton kahve bardağıyla. Başını yastıktan kaldırmaya yeltendi ama yüzünü buruşturdu. “Beş dakika daha…” diye inledi, sesinde gece boyu süren zihinsel yorgunluğun yankısı vardı. Ara ara uyandığı zamanlarda aklına Kıvanç`ın kendisine "küçük kız" demesi gelmişti. Mantıklı yanı adamın onu kendisinden uzak tutmak için öyle dediğini anlatmaya çalışsa da gururu bunu asla kabul etmiyordu. O yirmi altı yaşında yetişkin bir kadındı. "Küçük kızmış. Hah uyuz!" diye mırıldanmıştı sabaha karşı tuvalete gitmek için kalktığında. “Beş dakika yok. Bugün ‘ben hiçbir şey düşünmeden mutlu olacağım’ günü. Ve o gün şu an başlıyor!” Melis neşeyle perdeyi tamamen açtı. Odaya dolan gün ışığıyla birlikte Nazlı gözlerini kırpıştırarak doğrulmak zorunda kaldı. "Off kızım ya." diye söylense de Melis onu umursamadı. Elindeki kahvelerden birini kendisine uzattı. “Sana vanilyalı badem sütlü, tarçınlı.” Ardından küçük bir paket çıkardı. “Ve kruvasan... gerçek Fransız tereyağlı. Hayır diyemezsin.” Nazlı yastığa yaslanıp kahveyi aldı, dudaklarını bardağın kenarına götürmeden önce arkadaşına gözlerini kısmıştı. "Dün kulüpte tanıştığın adamla gece iyi gitmedi mi? Güneş doğmadan tepemdesin." diye sordu. Melis gözlerini devirdi, sabah güneşi kadar neşeli bir kahkaha attı ve ipek sabahlığının etekleri yatağın ucuna dökülürken oraya yerleşti. “Hayır tatlım. Harika bir gece geçirdim. En iyileri listesine girdi bile.” Nazlı göz ucuyla ona bakıp güldü. “En azından birimiz güzel bir gece geçirmiş.” dedi, sonra kruvasanından bir parça koparıp ağzına attı. Fransız tereyağının o çıtır ve yumuşak birleşimi damaklarında erirken, kafasını biraz yana eğdi. Melis’in kaşını kaldırarak beklediğini görünce, bir iç çekip dünden beri yaşananları anlatmaya başladı. “Evet, Kıvanç Bey beni hâlâ küçük kız olarak görüyor.” “Bizim seksi koca adama bakın hele,” dedi şakayla, sonra bir an duraksayıp Nazlı’nın yüz ifadesini süzdü. “İkinci fotoğrafı ona atmamalıydım,” diye fısıldadı Nazlı suçlulukla. “Kızım, saçmalama,” dedi Melis hızla. “Yanlışlıkla da olsa Kıvanç Karadağlı’nın dikkatini çekmişsin. Onunla tanışmak için ruhunu şeytana satacak birkaç arkadaş tanıyorum. Ne diyorsun sen?” Nazlı, kahvesinden bir yudum daha alıp bardakla oynarken mırıldandı: “Bana ateşle oynama, yanarsın küçük kız dedi, Melis.” Melis bir an duraksadı, sonra sesi yumuşadı. “Bunu bir kadının tüm hayatını değiştirmesinden korkan adam söyler aşkım,” dedi, saten sabahlığının kuşağını gevşetirken. Ardından tatlı bir sitemle devam etti, “Erkekleri tanımadığın o kadar belli ki.” Nazlı yerinden doğrulurken dudaklarını büzdü. “Benim bir sevgilim var Melis. Hem Kıvanç babamın iş ortağı. Benden de dokuz yaş büyük.” Melis elini havada savurarak yürümeye başladı. “Ee ne olmuş senden büyükse ve Fikret Amca`nın iş ortağıysa? Dünyanın öbür ucunda ne halt yediğini bilmediğimiz bir erkek arkadaşını demiyorum bile.” Genç kadın Melisin Keremi sevmediğini biliyordu. Onu daha ilk gördüğünde bunu söylemişti. Melis nedense kibar ve ilgili olan Keremi sevmemiş ondan iyi enerji almadığını söylemişti. "Kerem`e ihanet edemem canım." dedi. Sesi kulağına en çok kendini ikna etmek çıktığını fark etti an irkilmişti. Melis ayağa kalktı. "Kerem`i siktir et yavrum ve o güzel kıçını yataktan çıkar da hazırlan. Kahvaltıya gidiyoruz." Nazlı konunun bir anda değişmesine şaşırmadı. Çünkü Melis Arıkan böyleydi. Yargılarla, sorgularla oyalanmazdı. Hayat onun için ya yaşanırdı ya da unutulurdu. "Beni nereye sürüklediğini söyle bari ona göre hazırlanayım." dedi Nazlı sitem etmeden. "Erhan bizi yatında kahvaltıya davet etti." “Şu Erhan dediğin…” diye yavaşça söze girdi. “Bildik Erhan Kalemoğlu mu? Karısından zorlukla boşanan adam…” Melis, dudaklarını kıvırarak başını hafifçe salladı. "Ta kendisi, tatlım." Nazlı olaylı boşanmayı duymuştu. Selin Kalemoğlu, toplumun zarif zarif giyinen, sessizce gülümseyen hanımefendilerinden biri olarak tanınırdı. Ama boşanma sürecinde maskesini indirip altında nasıl bir çelik irade taşıdığını herkese göstermişti. O artık villa verandasında detoks suyu içen zarif bir ev kadını değil, eski kocasının itibarını paramparça eden bir strateji ustasıydı. Erhan onu terk ettiğinde Selin geri adım atmamıştı. Aksine her bir adımını avukatıyla birlikte örmüş, gazetecilere tek kelime etmeden sadece belgeleri sızdırmıştı. Erhan'ın yurt dışındaki gizli hesaplarını, iş seyahati adı altında gittiği romantik kaçamakları, bazı gece kulübü faturalarını mahkemeye sunmuştu. Sonunda pes eden Erhan bir malikaneyi, üç lüks arabayı ve yüksek tazminatı bırakıp imzayı atmıştı. **** Akşam, Port Montenegro’nun üzerine sessizce serilmişti. Gökyüzü mor ile gece mavisinin arasında salınıyor, güneşin son izleri denizin üzerinde altın bir tül gibi dalgalanıyordu. Rıhtım boyunca yürüyen insanlar, ışıklarla süslenmiş tekneler ve uzaktan gelen yumuşak caz melodileri... Hepsi Nazlı’ya bir filmin içinde yürüyormuş gibi hissettiriyordu. Günü güzel geçmişti. Önce Erhan`ın lüks yatında kahvaltı etmiş sonra iki arkadaş gezmişlerdi. Akşam ise Melis Erhan ile buluşmaya gidince Nazlı sahilde vakit geçirmek istemişti. Gün içinde Kerem ile konuşsa da Kıvanç`ı da hatırlamıştı. Son mesajına cevap vermemişti ama vermeyi istiyordu. Yürürken yanından geçtiği banka oturdu. Ayaklarını uzattı, ellerini kucağında birleştirdi. Rüzgar saçlarını usulca savururken, dalgaların kıyıya dokunuşu yavaş bir ninni gibi ruhunu okşuyordu. Gözleri suyun üstündeki ışıklarda gezinirken, birinin yanına oturduğunu fark etti. Genç bir kızdı bu. Yirmili yaşlarında, belki de kendisiyle yaşıttı. sade bir zarafeti vardı. Uzun saçları omzuna düşüyor, açık teni gece lambasının solgun ışığında neredeyse parlıyordu. Birkaç saniye sessizce oturduktan sonra, Nazlı’ya dönmeden konuştu. Sesi temizdi. Açık, net ve doğrudan. “Have you ever thought about killing yourself?” (“Hiç intiharı düşündün mü?”) Nazlı, başını hafifçe çevirip ona baktı. Soruda bir tehdit ya da umutsuzluk yoktu. Bu, bir acının içinden geçen bir dürüstlüktü belki. Ya da basit bir merak. Ama Nazlı, şaşırmadı. Sadece gülümsedi. Denizden esen rüzgâr, yanaklarına çarpan hayatın kendisiydi sanki. Başını hafifçe salladı. Sonra cevap verdi. İngilizce ama yavaş ve net: “No. I love living.” (“Hayır. Hayatı seviyorum.”) Genç kız, bu cevabı duyduğunda dönüp ona baktı. Göz göze geldiler. Kızın yüzünde kısa bir sessizlik oldu, sonra dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi. Bu, bir onaylamaydı belki de. Ya da ihtiyaç duyduğu bir cevaptı. Onlar bir birine bakarken kızın telefonu çalmaya başladı. Bakışlarını kendisinden çekerek yanına bıraktığı çantayı açtı ve telefonunu çıkardı. Nazlı kızın ekrana bakarken yüzünün aldığı şekle kaşlarını çattı. Kız bıkkınlıkla telefonu cevapladı. En şaşırtıcısı da farklı dilde konuşmasıydı. "Ben çocuk değilim anne. Peşimdeki köpeklerini çek artık. Evet. Onları atlattım. Nerede olduğum seni ilgilendirmez." diyerek telefonu kapattı ve hırsla çantasına attı. Kafasını çevirip Nazlı`ya baktığında gözlerindeki ifadeyi fark etti. Bedenini ona döndürerek "Sen Türksün." dedi. Nazlı gülümseyerek kafasını salladı. Aldığı teyitle gözlerini deviren kız elini uzattı. Nazlı karşılık verdi. "Merhaba ben Güneş. Sen?" diye sordu. "Ben de Nazlı." "Memnun oldum Nazlı." Güneş Türkçesi biraz aksanlı olsa da iyi konuşuyordu. "Ben de Güneş. Söyle bakalım şimdi intihar mı düşünüyorsun?" diye sorduğunda Güneş kafasını iki yana salladı. "Hayır. Senin de dediğin gibi hayatı seviyorum. Ama az önce korumalarımdan kaçarken öfkeliydim ve yok olmak istiyordum." diyerek omuz silkti. Nazlı anlayışla kafasını salladı. "Annen baskıcı sanırım." "‘Baskıcı’ kelimesi onun yanında masum kalır. Kadın beni biri kaçıracak diye korktuğundan adamlarını sürekli peşime takıyor. Telefonum her saat çalıyor. Kimle görüştüm, nereye gittim… Her şeyin hesabını veriyorum." Genç kadın kafasını salladı. "Korumaya çalışıyordur. Sevdiğinden." Bu söz ağzından çıktığı anda, beyninde bir çığlık koptu. Bilinçaltının kilitli çekmecesinden fırlayıp gelen o cümle, kendi annesinin sesiyle zihnine kazındı. “Seni bir erkeğe becermesi için satacak kadar seviyorum, tatlım. Çok seviyorum yani.” Sözlerin yankısı içini delip geçti. Boğazında bir yumru oluştu. Derin bir nefes aldı ama sanki ciğerleri dolmuyordu. Güneş, Nazlı’nın yüz ifadesindeki değişimi fark etmişti. Kaşları endişeyle çatıldı. "Senin annen de mi böyleydi?" Nazlı, bakışlarını tekrar Güneş’e çevirdi. Yüzü yumuşaktı ama gözleri doluydu. Uzun bir an boyunca konuşmadı. Sonra başını eğdi ve "Bir zamanlar…" dedi fısıltıyla. Güneş anlayışla başını salladı. "Sanırım yasak bölgeye girdim." dediğinde Nazlı gülümsedi. "Annem babamla beni terk etti. Nerede? Ne yapıyor bilmiyorum. Uzun zaman oldu." Yıllar önce önce annesi gittiğinde arkasında enkaz değil yerle bir olmuş hayat bırakmıştı. O gece babası eve döndüğünde, yüzü ifadesizdi. Sadece elinde tuttuğu boş dosyalar konuşuyordu onun yerine. Masasının üstünde durması gereken tüm gizli belgeler - anlaşmalar, off-shore hesap kayıtları, ortaklık sözleşmeleri, yeni yatırım projelerinin detayları - yoktu. Nevin Arıkan evi terk ederken sadece ailesini bırakmamıştı. Gidişiyle bir şirketi çökertmiş, bir adamı öldürmemişse bile yaşarken mezara sokmuş, küçük bir kızın kalbinde onarılmaz bir boşluk bırakmıştı. Güneş bir şey söyleyecekken telefonu yeniden çaldı. Gözlerini devirerek çantasından aldığı telefonu hemen cevapladı. "Pes etmeyeceksiniz değil mi Nevin Hanım? Hayır anne. Kimseyi yanımda istemiyorum. Eve gidiyorum zaten." dediğinde Nazlı kaşlarını çattı. Nevin mi? Güneş telefonu kapattıktan sonra Nazlı kendini tutamadı. "Kaç yaşındasın Güneş?" diye sordu. Güneş bıkkınlıkla nefesini verdi. "Yirmi sekiz yaşımdayım. Annem sana fazla baskıcı gelmiş olabilir amma beni ve babamı uzun zaman yalnız bıraktı. Çalışıyordu. İşi bırakıp döndüğünde ben on altı yaşımdaydım ve bir anneye ihtiyacım yoktu. Ama o yine de ısrarla bana on yaşımdaymışım gibi davranıyor." Zihninde dolanan ismi kenara itti. Yer yüzünde bir tek onun annesinin adı Nevin değildi. Güneş ayağa kalkarak çantasını aldı. "Her neyse ben gidiyorum. Seninle tanışmak güzeldi Nazlı." diyerek kendisine el sallayan kadına aynı karşılığı verdi. Arkasından bir süre baktıktan sonra o da kalktı ve otele doğru yürüdü. Otel odasının kapısının önündeyken çalan telefonuna baktı. Arayan Melis`ti. Gülümseyerek aramayı cevapladı. "Hayatım?" "Romantik komedili seksi gecelik partisine ne dersin?" Nazlı kahkaha attı. "Erhan`ı ne yaptın?" diye sorduğunda Melis "Yatında arıza çıktı. O ve kaptan yat ile uğraşırken ben de beklemek istemedim." dedi. Nazlı sanki Melis kendisini görüyormuş gibi kafasını salladı. "O zaman içkilerimizi ve abur cuburları sipariş ediyorum." diyerek telefonu kapattı ve odasına girdi. Odasına girer girmez ayakkabılarını fırlatıp halının yumuşak zeminine bıraktı kendini. Gülümsemesi hâlâ yüzündeydi. Melis’in enerjisi bulaşıcıydı; gecenin sıkıcı geçmesini beklerken bir anda romantik komedili, seksi gecelikli bir pijama partisi fikriyle içi kıpır kıpır olmuştu. Dolabının önüne yürüyüp askılara göz gezdirdi.Elini, ateş kırmızısı, saten dokulu geceliğe uzattı. İnce askıları, göğüs kısmındaki dantel detayları ve diz hizasında biten cesur kesimi vardı. Geceliği giyindikten sonra ışıkta neredeyse ateş gibi parladığını fark etti. Cehennem... Ateş.... Derin nefes alarak "Unut o adamı. Ve bir daha ona fotoğraf atmayacaksın." diye kendine telkinler verdikten sonra saçlarını gevşek bir topuzla topladı, hafif bir parfüm sıktı. Ardından odanın telefonunu kaldırarak resepsiyonu aradı. “Merhaba, iki kişilik küçük bir gece ziyafeti rica edeceğim,” dedi neşeyle. “Bir şişe rose şarap, bol tuzlu patlamış mısır, bitter çikolata, meyve tabağı ve biraz da cips… Evet, ikramlık bir gece istiyoruz.” Abur cuburları sipariş ettikten sonra terliklerini giydi ve telefonunu alarak Melis’in odasına gitti. Arkadaşı kapıyı açınca onu baştan aşağı süzdü. "Ateş Tanrıçam. Gözlerimi yakıyorsun." diyerek onu içeriye aldı. Nazlı ona göz kırparak odaya girdi. Salonun zemine serilmiş iri minderlerden birine oturdu. Üzerine ince bir battaniye örtülmüş, etraf yastıklarla çevrelenmişti. Ortadaki alçak, şık cam sehpanın üstü neredeyse tamamen doluydu: geniş bir meyve tabağı, bol tuzlu patlamış mısır, bitter çikolata kareleri, çeşit çeşit cips kaseleri ve iki kadeh rose şarap... Şarap şişesi, soğutucusunun içinde, zarif bir bezle sarılı duruyordu. Mumlar yakılmamıştı belki ama odadaki ışıklar kısmış, ambiyansa yumuşak, huzurlu bir loşluk hakim olmuştu. Melis, dizlerini karnına çekmişti; lavanta rengi saten geceliği dizlerine kadar dökülmüş, saçlarını topuz yapmakla uğraşmamıştı bile. Elindeki uzaktan kumandayla filmi başlattı. “Tabii ki klasiklerden: Notting Hill,” dedi gülerek. “Bugün modern aşk değil, nostaljik aşk gecesi!” Nazlı yanındaki geniş mindere yayıldı. Ateş kırmızısı geceliği, salonun loş ışığında neredeyse parlıyordu. Bir eliyle kadehini aldı, diğer eliyle çikolata kasesine uzandı. “İdeal pijama partisi bu olmalı,” dedi keyifle. “Biri hala Hugh Grant’ın gözlerine aşık.” Melis göz kırptı. “Yalan yok. O gözleri görünce bir an gerçek aşkı beklediğimi fark ettim. Hala bekliyorum.” İkisi birden güldü. Kahkahaları filmin ilk sahnesine karıştı. Arada bir birine patlamış mısır fırlatıyor, Melis ekrandaki replikleri ezbere tekrarlıyor, Nazlı ise gülüyordu. Bir süre sonra patlamış mısırın bittiğini görünce yeniden sipariş etmiş ardından gelen siparişi almak için ayağa kalkan Nazlı`yı durduran Melis`e döndü. Filmi durduran arkadaşının elinde telefon vardı. "Güzel biz poz ver yavrum." dediğinde Nazlı tereddüt etmeden kırmızı geceliği ve topuzlu haliyle poz verdi. Melis fotoğrafları çektikten sonra "Gidebilirsin şimdi." dedi. "Delisin yeminle." diyerek gülen genç kadın kapıya gitti. Elindeki telefona gülümseyen Melis fotoğrafı gönderilen diğer iki fotoğrafın yanına ekleyerek Kıvanç Karadağlı`ya gönderdi. Az önce fotoğraf çektiği telefon kendisine değil Nazlı`ya aitti. "Umarım bu kıyağımı unutmazsın abicim." diye mırıldandı telefonu sehpaya bırakırken. Bölümü nasıl buldunuz?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD