"Köstebeklik Yaparım."

1054 Words
"Gerçekten onu satıyor musunuz?" dedim yüzümü buruşturarak. "Kullanıyor musunuz?" diye sordum hiçbir ses çıkarmadıklarında. "Bu kadar zayıf olamazsınız değil mi?" "Niye konuşmuyorsunuz? Bir şey desenize!" diye bağırdım ve Alperen'in kolunu sarstım. "Nasıl böyle bir şeye bulaşabilirsiniz ya!" diyerek tekrar sesimi yükselttiğimde Burcu, "Yeter!" dedi sertçe. Üzerime yürüdü. "Yaşamadığın ve bilmediğin şeyler yüzünden kimseyi suçlama." Burcu'nun sert çıkışıyla bir adım geriledim ama korkudan değildi bu; hayal kırıklığının göğsüme indirdiği ağırlıktandı. Gözlerim tek tek hepsinin üzerinde dolaştı. Hepsi bir kenara geçmişti. Utandıklarından mı yoksa başka bir şeyden mi bilmiyorum ama hiçbiri yüzüme bakmıyordu. "Yaşamadığım şeyler mi?" dedim sesim titreyerek. Burcu'nun gözlerinin içine baktım. "Ben sizinle aynı mahallede büyüdüm Burcu. Aynı dizleri kanattık biz. Şimdi bana 'bilmediğin şeyler' deme." "Sen gittin Güneş, tamam mı? Sen gittin! Sonra bizim hayatımızda ne oldu hiç biliyor musun? Hiçbir bok bilmiyorsun!" "Öğrenmeye çalışıyorum!" diye bağırdım bende karşılık olarak. "Hayatınıza girmeye çalışıyorum, öğrenmeye çalışıyorum. Arkadaşlarımı kaybetmek istemiyorum!" "Çoktan kaybettin." diye fısıldadı Burcu donuk bir sesle. Saçlarını karıştırdı. "Küçücük yaşında bizi bırakıp gittiğin için seni suçlayamam Güneş ama en azından sende, sahip olmadığın hayatlar hakkında bizi suçlama." diyerek kendini koltuğa sertçe attı. "Sizi suçlamıyorum, bunun nesini anlamıyorsunuz?" Bakışlarımı odanın en karanlık köşesine, Alperen'e çevirdim. Başını öne eğmiş, ellerini birleştirmişti. Bir sürü hayali vardı. Şimdi o ellerin zehir sattığına inanmamı bekliyorlardı. "Alperen," dedim fısıltıyla. Bu fısıltı, bağırışlarımdan daha çok yankılandı odada. "Bana bak." "Yine beni mi deniyorsunuz yoksa?" güldüm, sanki inanmak istediğim şey buydu. Alperen yavaşça başını kaldırdı. Sanki birkaç dakika önce çardakta oturup gülen biz değilmişiz gibiydi gözleri. Donuktu. Yerine bir yabancı gelmişti. "Git buradan Güneş," dedi boğuk bir sesle. "Burası bataklık. Hiçbir şey bıraktığın gibi değil işte. Gitmek için hala neyi bekliyorsun?" Neyi mi bekliyorum? Bana bir şey anlatmanızı olabilir mi acaba?! "O zaman anlatın bana!" dedim ona doğru bir adım atarak. "Bana bir şeyleri anlat ki anlayayım seni. Hepinizi! Uyuşturucu ne demek Alperen? O paketi tutarken ben ne yapıyorum diye hiç mi düşünmediniz? Sizin hayatınızı birileri bok etti diye, başka hayatları bok etmeye ne hakkınız var?!" Alperen başını iki yana salladı. "Buna hayatta kalma denir, Güneş. Anlıyor musun? Bizi görüyor musun? Eğer ki birbirimize sımsıkı tutunmasaydık bir hiç olurduk." Eliyle diğerlerini işaret etti. "Sana anlatmak istemedik çünkü anlamazsın Güneş." Anlardım. Tıpkı şimdiki gibi. Başımı iki yana salladım. Ellerimle saçlarımı karıştırırken, aklımda daha bir sürü soru vardı ama soramazdım. Çünkü anlatmayacaklardı. Enes, "Yapamadık Güneş," dedi. "İnan, bizde sıradan bir hayatımız olsun istedik. Bu işlerle keyfiyen uğraşmıyoruz. Zorundaydık. Buna başladık ve bunun bir sonu yok." Duyduklarım öfkemi bir anda merhamete, sonra da keskin bir kararlılığa dönüştürdü. Onlar kötü değildi. Onlar, birbirlerine olan sadakatlerinin kurbanı olmuş yaralı çocuklardı. Köşeye sıkışmışlardı ve karanlıkta yollarını kaybetmişlerdi. Bunu biliyordum zaten. Bu mahalleye geldiğim ilk gün anlamıştım. Ama bu kadar derin bir şey olduğu, aklımın ucundan geçmemişti. Derin bir nefes aldım ve odanın ortasındaki o görünmez duvarı aşıp tam ortalarına yürüdüm. Burcu beni durdurmak için hamle yapacak gibi oldu ama yapmadı. Gözlerindeki gardın düştüğünü, o sertliğin altındaki çocukluk arkadaşım olan kız çocuğunu gördüm. "Hepiniz buradan gitmemi istiyorsunuz." dedim, sesim artık titremiyordu. Keskin ve netti. "Ama umumda değil çünkü ben gitmiyorum. Hem hepiniz bana inatçı diyordunuz değil mi? Asıl şimdi görün inadı." dedim çocuk gibi bir tavırla. Yavuz ilk kez konuştu, sesi buz gibiydi. "Başını yakarsın Güneş. Bu oyun değil." "Umurumda değil," dedim, sandalyeyi çekip Alperen'in tam karşısına otururken. Gözlerimi ondan ayırmadım. "Siz benim çocukluğumsunuz. Sizi tanıyorum. Ve hangi aptalca işlere bulaştığınızı öğreneceğim." Elimi masanın üzerine, Alperen'in elinin yanına koydum ama dokunmadım. Sadece orada, bir ihtimal olarak durdum. "Şimdi," dedim, odadaki herkese tek tek bakarak. "Plan ne? Ne yapıyoruz?" "Ne planı?" "Bu operasyona bir isim vermemiz değil mi ilk önce? Doğru." "Ne operasyonu?" "Şey olsun mu? Güneş Tek ve haramileri?" dedi Enes gülerek. Biraz önceki kasvetli hava değişmişti. Enes direkt eski moduna dönerken kaşlarımı kaldırdım. "Ya da Koca Ayılar ve Güneş." "Biz niye koca ayı oluyoruz?" "Tamam, o zaman şey olsun...Operasyon adı: Yıldıray'ı nasıl ortadan kaldırırız?" "Bu fazla uzun." "Yeter!" diye bağırınca yerinde sıçradı. "Hiçbir şey beğenmiyorsun?" "Kurtlar vadisi-" "Bunlar ne saçmalıyor?" diyen Rüya'nın sesini duydum. "İnan hiçbir fikrim yok ve bilmekte istemiyorum." dedi Yavuz homurdanarak. "Sülük gibi yapıştın değil mi? Gitmeyeceksin." dedi Burcu gözlerimin içine bakarak. Başımı iki yana salladığımda derin bir nefes aldı. "Bodruma inip bir plan yapalım. Yıldıray'a yeterince taviz verdik." dedi Burcu ve merdivenlerden aşağı inmeye başladı. Herkes bir bir aşağı inerken Alperen ile baş başa kaldık. Kolumdan tuttu. "Olur da gitmek istersen, arkana bakma Güneş. Git. Tamam mı?" Başımı salladım. İstediği şeyi düşünebilirdi ama gitmeyecektim. "Gitmek isteseydim, kapıdan içeri hiç girmezdim Alperen," dedim fısıltıyla. Bileğimi tutan elinin üzerine elimi koydum ve parmaklarını yavaşça gevşettim. "Hadi, inelim. Yıldıray mıdır nedir onu yıldırmak için ne yapılması gerekiyorsa yapalım." deyip sırıttım. 'Yıldıray'ı yıldıralım.' Komik bir kadınım ama burada harcanıyorum çünkü beni kimse anlamıyor... Alperen bir süre daha yüzüme baktı. Başını 'senden adam olmaz' der gibi iki yana salladı. Birlikte loş, nem kokan merdivenlerden indik. İncelemeye başladım. Büyük bir depoydu. Odanın içinde küçük bir oda vardı ve bana saldıran adamın orada tutulduğunu düşündüm. Dikkatlice incelerken tavandan sarkan loş, sarı ışık odayı aydınlatıyordu. Burcu, masanın başındaki sandalyeyi tekmeleyerek çekti ve oturdu. "Oturun," dedi sertçe. Yavuz penceresiz odanın duvarına yaslandı, Enes ise her zamanki gibi laubaliliği ile gülerek masanın etrafında dolanıyordu. "Şimdi bu Yıldıray piçinin yaptıklarını bir düzeltmemiz lazım." "Aslında iyi birine benziyordu." dedim onları sinir etmek için. Hepsi ters ters suratıma bakarken Burcu düz bir ifadeyle, "Seni gebertirim." deyince sırıttım. "Ortam yumuşasın istemiştim..." dedim masum bir ifade ile. "Neyse." diye homurdandı. Belli etmemeye çalışıyor ama seviyor ya! "Yıldıray tam olarak kim?" "Yıldıray, Halef'in lideri. Çetesini büyütmek için yapmadığı şey kalmadı piç kurusunun ve şimdi bizi de 'kollarının altına' almak istiyor." "Şimdi siz düşman çetelersiniz. Yıldıray sizi de kendi çetesine dahil etmek istiyor ama tabii ki böyle bir şey mümkün değil. Ahmet'e olan her şeyi de o planladı, sırf sizin başınız polisle ağrısın diye. Şu içerideki pisliği de bilerek o tuttu, belki de ben kaçarım diye...her neyse." diyerek derin bir nefes aldım. "O zaman ona istediğini verelim." "Hayatta o piçin yanına gitmem!" diyerek irkildi Enes. Kollarını uzattı. "Tüylerim bile diken diken oldu." Alperen uyarıyla baktı. "Ne demek istiyorsun?" "Diyorum ki, madem beni sizden uzaklaştırıp kendi çetesine dahil etmek istiyor. O zaman yapalım." dediğimde odadaki bir sessizlik oluştu. "Yani sen demek istiyorsun ki.." Burcu'nun sözünü kestim. "Aynen öyle." Bakışlarımı hepsinin üzerinde teker teker gezdirdim. Eğer ki onların iyileşmesi, tüm problemlerin ortadan kaldırılmasının içinden geçiyorsa, o zaman yapardım. "Halef çetesine köstebeklik yaparım."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD