"Eski Fotoğraflar."

1307 Words
Sabahtan beri evin içinde koşturup duruyordum. Bir o tarafa bir diğer tarafa dönmekten artık başım dönüyordu ve sabah sadece ekmeğin üzerinde sürdüğüm salçalı ekmek ile duruyordum! Rezalet bir hayattı. "İşte gördüm seni!" dedim sabahtır aradığım şeyi gözüme kıstırırken. Televizyon ünitesinde resmen benimle alay eder gibi parlıyordu. Halbuki orayı yüz kere kontrol ettiğimden çok mu çok emindim! "Ethem dede getirdiğin için çok sağ ol ama bunun için beni salak durumuna düşürmeye gerek var mıydı?" diye homurdanırken anı kutumu dikkatlice elime aldım. Eh, anı kutunu nasıl kaybedebilirsin diye soracak olursanız eğer...Evden taşınma sürecim bir hayli sancılı geçiyordu. Tencere takımım banyodan bile çıkabilirdi ve inanın bu asla şaşırtıcı olmazdı. Sonra kolilerim diye bir taraflara kaldırıp sonra da kaldırdığım yeri unutuyordum. Ve neden böyle acele ile tanıştığımı merak ediyorsanız kısaca açıklayayım. Tam bir hafta önce üç senelik ev arkadaşımın beni dolandırdığını evime gelen polislerle fark ettim. Adıma bir banka hesabı açmış, oradan da kara para aklamıştı. Polisler ters kelepçe ile beni evden alırken bir de feryat figan karşımda ağlamıştı. Oscar verelim! Rezalet. Gerçekler ortaya çıkmıştı çıkmasına ama ona da hiçbir şey olmamış, olmadığı gibi eve gelip beni evden atmıştı. Sözleşme onun adına olduğu için el mahkum hiçbir şey yapamıyordum. Bende mecburen taşınıyordum ama çok kararlıydım. O sarı şeye diş fırçamı bile bırakmayacaktım. Anı kutumla koltuğa giderken elimle perdeyi sertçe aşağı çektim ve kornişin perde ile düşüşünü büyük bir zevkle izledim. Bu korniş bile benim sayemde takılmıştı be! Sarı yılanı düşünmemeye çalışarak gözlerimi anı kutuma çevirdim. "Acaba neler var...." diye mırıldandım. Anı biriktirmeye bayılırdım. Bu çocukluğumda edindiğim bir huydu. Biraz büyük bir kutu olduğu için kucağıma taşırken önümü göremiyordum. Tam bu sırada tüylü bir şeyin üzerine bastım ve bacağımda derin bir sızı hissettim. O acıyla bende elimdeki kutuyu yere atarken ayağımı kendime çekerek "Tatlış ya! Senin ne işin var ayağımın altında?" diye söylendim. İsmi de kendisi kadar Tatlış(!) olan canım sarman kedim bana tıslayarak baktı ve kuyruğunu yalamaya devam etti. "Bari biraz suçlu gözlerle bak..." diye kızdım ve ayağıma baktım. Çizdiği için kanıyordu ama bir sarman annesi olarak oldukça ucuz atlattığımı söylemem gerekiyordu. "Tamam ya asıl ben özür dilerim!" homurdandım. Beni hiç umursamayarak o kendi halinde mırıldanırken "Sana ödül maması falan yok." diye söylendiğimde kulaklarını öyle bir dikti ki korkudan geri vites attım. "Şaka yapıyorum aşkım." sanki anlıyormuş gibi birkaç hırıltı çıkarınca onu kendi haline bırakarak etrafıma baktım. Harika! Sanki her şey çok topluymuş gibi bir de bu dağılmıştı. Söylene söylene her şeyi anı kutuma geri iterken aradan küçük bir albüm düştü. "Bu ne?" diye kaşlarımı çattım. Böyle bir şeyim olmadığına yemin edebilirdim. Yere bağdaş kurup albümün ilk sayfasını açtığımda kaşlarım hayretle yukarıya kalktı. "Burası..." Albümün ilk sayfasında 6 çocuk vardı. İçlerinden bir tanesi bendim. Sarı kumral saçlarım, hepsinden kısa boyum ile direkt göze çarpıyordum. Tabii verdiğim pozun saçmalığı da cabasıydı. Üç erkek üç kızdık. Benim yeni ağladığım kızarık gözlerimden belliydi. Uzun boylu olan çocuk elindeki şekeri büyük ihtimalle susayım diye öyle bir ağzıma tıkıştırmıştı ki yanaklarım şişkindi ama ona rağmen kameraya öpücük atmaya çalışarak poz veriyordum. Gülümseyerek diğer sayfaya geçtim. Üç erkek arkadayken iki kız onların önündeydi. Ben ise arkadaki erkeklerin kucağına çıkmıştım. Başım en uzun boylu olanın elindeyken vücudumun geri kalanını ise zor bela diğer ikisi taşıyordu. "Alperen." dedim hatırladığım ismi. Parmaklarım uzun boylu çocukta durdu. Onun yanındaki çocuk ise altın sarısıydı. Masmavi gözleri vardı. "Enes." diye mırıldandım. Hemen yanındakine gitti parmağım. "Yavuz." kendinden emin duruşu ile parlıyordu. Küçücük fotoğrafta bile görebildiğim keskin bakışları ile gülümsedim. Kızlara geçtim. Kıvırcık saçlı, ceylan gözlü kıza bakarken "Rüya." diye mırıldandım. "Ve Burcu." dedim yanındaki kıza bakıp. Tıpkı Yavuz gibi onunda sertti gözleri. Simsiyah saçları upuzundu. Kara kaşlı kara gözlüydü. "Böyle bir albüm mü vardı?" diye mırıldandım ve tekrardan bir sayfayı çevirdim. Bir doğum günü fotoğrafıydı. Bir kıkırtı kaçtı ağzımdan. Burcu'nun doğum günüydü ama hiç eğleniyormuş gibi durmuyordu. O kadar kaotik bir fotoğraftı ki... Ben ve Alperen arkada birbirimize girmişiz, Enes bizi ayırmaya çalışıyor, Rüya belki de pastayı Burcu ile üflemek istediği için ağlıyor ve Yavuz da onu susturmaya çalışıyordu. Burcu ise bıkkın bir şekilde pastaya bakıyordu. Sayfaları çevirdikten her şey daha da komikleşiyordu. Bu masumiyeti özlediğimi fark ettim. Onlar eski mahalleden arkadaşımdı. Şimdi hatırlıyordum. Kayalar mahallesinden taşınalı tam on bir sene olmuştu. Bu fotoğraflar çekinirken on yaşındaydım, şimdi ise koskoca bir 21. Anılar çok parçaydı. Sadece ayrılmanın ne kadar zor olduğunu, unutmanın ise bir o kadar kolay olduğunu biliyordum. Babamın işi dolayısıyla sürekli şehir değiştirirdik. Bu yüzden kendimi hiçbir yere ait hissedemedim. Onlardan ayrılığımda çok üzülmüştüm ama yeni taşındığımız mahallede, daha kamyondan iner inmez beni çağırıp arkadaş olmak isteyen Mina ile bu his geçmişti. Ve bunu utancını yaşamıştım. Kendime daha fazla eziyet çektirmek istemeyen bir yanım ise her şeyi unutmayı seçmişti. Derin bir nefes alıp albümün kapağını sertçe kapattığımda telefonumun zili odayı doldurdu. Annem arıyordu. "Efendim anne?" diye açtım telefonu. "Nasılsın anneciğim?" "İyiyim anne. Temizlik yapıyordum." "Sen?!" dedi büyük bir şokla. "İyi misin kızım?" Tabii ki ona olan biteni anlatmamıştım. Yoksa memleketten çıkar gelirlerdi. Ne babam ne de annem bir türlü büyüdüğümü kabullenemiyorlardı ve beni bir bebek gibi görmekten vazgeçemiyorlardı. O yüzden endişelendirmek istemiyordum. "Abartma anne. Görende hiç temizlik yapmıyorum sanacak." "Yapmıyorsun çünkü kızım." "Anne, asıl benim sana sormam gereken bir şey var." dediğimde "Hm?" dedi. "Temizlik yaparken anı kutuma rastladım da...bir albüm buldum." diye mırıldandığımda "Ne albümü?" diye sordu. Camı açtığını duydum, büyük ihtimalle sigara içecekti. "Eski mahalleden." "Kızım hangisi? Baban yüzünden gitmediğimiz şehir mi kaldı?" diye homurdanırken arkadan babasının, "Hanım başlama yine!" ediğini duydu. "Kayalar." dedim konunu dağılmasına izin vermeyerek. "Kayalar...Ha şu 2014 yılında ayrıldığımız mahalle. Ee?" "Yani böyle bir albümün olduğunu bilmiyordum. Sen mi koydun?" diye sorduğumda "Muhtemelen. Taşınırken daha bir sürü albüm koydum...belki bakarsın diye. Onlardan birisidir." "Anladım." dedim. "Daha önce fark etmemiştim." "Artık kaç yıldır bakmıyorsan(!) İmha falan et o albümü, kirden bakteri üretmiş olabilir." dediğinde gözlerimi devirdim ve "Tamam anneciğim." dedim. "Sen başka bir şey demiyorsan kapatıyorum ben." "Yok kızım. Paran falan var mı?" "Var." "Tamam. Yoksa da bir işe gir diyecektim zaten." diyerek kahkaha atınca "Ay anne hiç komik değilsin!" diye homurdandım ve telefonu kapadım. Daha sonra ise evi toparlamayı tamamen unuttum. Tek odaklandığım şey, elimdeki fotoğraf albümüydü. Fotoğraflara baktıkça hatırladım, hatırladıkça güldüm. Alperen'in en sessiz ama en mantıklı kişisi olduğunu hatırlıyordum. O grubun beyniydi. Enes ise bir hoppa olan taraftı. Tıpkı benim gibi. Genelde tüm haylazlık fikirleri bizden çıkar, diğerlerini de zar zor ikna ederdik. Sonucunda ise ceza yemeden sıvışırdık. Rüya en masumuydu. Genelde her dediğimize kanardı. O yüzden onunla uğraşmaktan büyük bir zevk alırdık. Çokta kırılgandı. Herkes uğraşsa da bir o kadar üzerine düşerdi. Çünkü ağlayan bir Rüya'yı susturmak her şeyden zordu. Yavuz oldukça sosyal bir çocuktu. Bizden başka arkadaşları da vardı ve kıskançlıktan kudururdum. Hatta bir keresinde Yavuz'u arkadaşlarının yanından döve döve bizim yanımıza getirmiştim. Tabii gerçekten dövmek değil. Yavuz sadece hevesimi kırmamak için öyleymiş gibi yapardı. Bilirdim ama hoşuma da giderdi. Burcu. Ah, o en ağırbaşlı olanımızdı. Tıpkı Alperen gibi. Genelde somurtur, hiçbir şeyden memnun olmazdı. Suratı sirke satardı. Sarılmaktan nefret ederdi. Ama ben en çok ona sarılmayı severdim. Ve ben... O zamanki kızdan çokta farklı biri olduğum söylenemezdi. O günleri özlüyordum. O arkadaşlığımızı da özlüyordum. "Acaba şu an ne yapıyorlar?" diye merakla mırıldandım. Belki onlar ayrılmak zorunda kalmamıştı ve şu an hala arkadaşlardı. Telefonumu elime alarak hızlıca sosyal medyaya girdim ve tek tek hepsinin profilini bulmaya çalıştım. Hiçbirinin sosyal medya hesabını bulamam ile omuzlarım düştü. Bir insan bu hayatta nasıl sosyal medya hesabı kullanmazdı? İmkansız! f*******:'a bile bakmıştım ama elde edilecek hiçbir şey bulamadım. Kayalar... Kayalar mahallesiydi değil mi? Belki de gidip bakmalıydım. Son günlerde başıma gelenler arasında tek iyi şeyin, yıllar önce ayrıldığım o mahalle ile şu an aynı yerde oluşumdu. Bu albüme kadar bunu hiç fark etmemiştim bile. Aynı şehirdeydik. Tabii onlarda yıllardır o mahallede yaşayacak halleri yoktu...Tıpkı benim gibi üniversite okumak için başka şehirlere dağılmış olabilirlerdi. Yine de şansımı denemek, bana bir şey kaybettirmezdi. Belki yıllardır orada oturan mahalleliden iletişim numaralarını bulabilir, onları arayabilirdim. Yeniden bir masada oturabilirdik. Yılların telafisi birkaç saat içinde geçmese de arayı kapatmaya çalışabilirdik.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD