Şeytanların bahçesinde doğan küçük bir melek varlığını onların arasında dolaşarak sürdürmeye mahkum edilmişti. Hayatı hep korkarak ve kaçarak geçmişti. Zarar görmemesi için onu saklamak zorunda kalmışlardı.
Kendisi o karanlıktaki tek ışıltıydı ve şeytanlar onu fark etti. Karanlığın içindeki ışıltıyı gördüler ve küçük meleğin peşine düştüler. Onun sonunu getirmeye ant içmişlerdi.
Benim sonumu getirmek istediler...
Kaçışla dolu hayatım boyunca yakalanmamak için her şeyi yapmıştım. Saklandım, kaçtım, yakalandığımda onlar gibi davrandım hatta onlara dönüşme raddesine de geldim, kendimi hep gölgeledim ama ışıltım tüm gölgeler arasından sızıp beni ele vermişti.
Kaçmaya kodlanan zihnim, tüm şeytanların bana savaş açmasıyla beraber uyanışa geçti ve ışıltımı sahiplenip onlara meydan okumaya başladım. Uyanışımın anahtarı bana açılan büyük bir savaş oldu. Tüm şeytanlar bana savaş açmıştı. Şeytanların başında ise aşık olduğum adam vardı. Birbirimize aşkla bakarken ellerimiz silahlarımızda, birbirimizi öldürmek için an kolluyorduk. Kalbim yanan bir çift masmavi göz için atıyordu ama davamı kaybetmek istemiyordum. Onun kalbi ise yoktu. O şeytandı. Yalnızca kandırıyordu, onun içinde aşk yoktu. Bana, hayatımın savaşı için bir miftah vermişti. Bir anahtar vermişti. Kurtuluşuma ramak kala ise beni öldürmüştü. Çünkü en önemli kuralı çiğnemiştim. Bir melek asla bir şeytana aşık olamazdı. Ben ise oomuştum.
MİFTAH uyanışımın hikayesiydi.
MIFTAH benim en büyük savaşımdı.
MİFTAH benim en büyük zaferimdi.
MİFTAH Güneş’in Savaşı, uyanışıydı. Dolunay’ın ise kurtuluşuydu.