Tasarım dersi hocası haklıydı. Bu konu okulda ağza dolanacak bir konu değildi. Belki çok önemli bir iş sayılmazdı ama benim için önemliydi. Bunu ciddiye almıştım. İliklerime dek bunu hissedebiliyorum.
Eh, bir şeyi ciddiye almanın, o şey hakkında sorumluluk almaya neden olacağını az buçuk biliyoruz. Haliyle kendimi sorumlu hissetmeye başlamıştım ve bütün hafta sonunu anneme ayırmış, öğretmenle yaşadığımız diyaloğu ona dillendirmiş ve onun bir yetişkin olarak bana nasihatte bulunmasını dinlemiştim. Eğer hocam böyle bir şey diyorsa imiş, kesin bir bildiği varmış. Ne olursa olsun bunu güzel değerlendirmeli ama değerlendirirken kendimi de zarara uğratmamalıymışım. Neticede öğretmenim için bir sürü öğrenci varmış ama annem için tek kızı bulunurmuş, nasıl bunu görmezden gelebilirmişim. Bana güveniyorum ve her şeyi en güzel şekilde, en başarılı olacak biçimde halledeceğime kesinkes eminmiş. Asla kendimi darlamamalıymışım. Bol bol dua etmeli, Allah'a sığınmalı ve kendimden emin olduğum konularda adımlarımdan ve kararlarımdan şaşmamalıymışım.
Teşekkürler annem. İyi ki varsın.
Ardından aynı konuşmayı babam işten gelince, cumartesi akşam vaktinde ve pazar günü süresince yapmıştık. Söylediklerine göre çok düşünüyormuşum, bu denli düşünmemeliymişim ve iyi hissedeceksem abimle konuşmalıymışım. Yalnızca bir tasarım yapacakmışım, benden önemli değilmiş ya.
Oysa söyleyemedim, diyemedim ki, ben Fatih'i göreceğim diye böyleyim.
• • •
Her nasılsa günler geçti. O hafta boyu Tülay ve Fatih dedikodusu bir kez daha çalkalandı. Bir söylentiye göre Tülay Fatih'ten hoşlanıyormuş. Sürekli karşı okula bakıyormuş falan.
Bunlarla ilgilenmek istemedim ama kulağım bu konudaydı. Böyle saçmalıklarla ilgilenince ise itiraf etmem gereken bir konu var: Derslerle ilgilenmiyorum. Umurumda da değiller. Yalnızca tasarım yapmayı seviyorum. Çizimde çok yetenekli olduğumu düşünmüyorum ama nasıl oluyorsa renk uyumlarında saçma bir yeteneğim var. Bu yüzden sürekli olarak renk skalasında uğraş veriyorum. Çok absürt bir şey de olsa hoşuma gidiyor. Zaten bu başarımdan ötürü tasarım hocasının ilgisini çekmişimdir. Öteki türlü düşünürsek, tasarımda benden çok daha iyi olanlar muhakkak var.
Her neyse.
Günlerden çarşambaydı. Karşı okul dağılınca gergince yerimde kıpırdanmış, yarım saat sonra bizim çıkış zilimizin çalacağını bilerek gerginleşmiştim. Çünkü o gün, tasarım hocası beni yanına çağırmış, bugün okul çıkışında futbol ve yüzme takımının antrenmanı olduğunu söylemişti. Bunun için iki okuldan izin alındığını, hatta takımların koçlarından - her takımın bir koçu varmış, bunu yeni öğrendim - bizzat onay çıkmış. Bu durumda bizi koçlar karşılayacakmış da şu işi güzellikle halledelimmiş.
Demesi ne kadar kolay.
Ne yapacağımı bilemiyorum. Dizlerimin ilk kez böyle titrediğini söyleyebilirim. Üstelik ellerimdeki parmaklar, onların amacı neydi? Sanki bu titreme bir tür akımdı; ayaklarımdan bacaklarıma, bacaklarımdan bedenime ve sonra kollarıma. Müthiş bir titreme ama görünmeyeninden. Görünmüyor diyebiliyorum çünkü tasarım hocası ile ilerken, merdivenlerden birinde bulunan bir boy aynasında kendimi gördüm ve size yemin ederim dimdik duruyordum. Odun yutmuş da omurgam arşa uzanmak istermiş gibi dik. Sanki hiç titremiyormuşçasına.
Başka dersek...
Yalnızca renkliyim. Yanaklarım kızarmış. Dudaklarımda da bir kırmızılık var. Sade bir kırmızı değil, kan toplamış kırmızı. Neticede heyecan ve gerginlik oraya da vurmuş ve dişlerim arsızca dudaklarıma, dudaklarımı saran ince deriye saldırmıştı. Meğer dikkatsizce parçalamışım. Eh, acımasından belli. Kan da toplamış, koyu kırmızının haline bürünmüş. Zaten şöyle dikkatli bakınca gözlerimin ardının, şu göz kapaklarımın kırmızı göründüklerini sanabilirim.
Sanki her yerim kırmızı.
Bu mümkün değil gibi görünüyor ama mümkün çünkü çok fenayım. Çok hem de çok. Basit bir şey algısını derhal yıkmalı, aklımda sallanan fikre bakmalı çünkü birkaç adım - belki elli, belki yüz - sonra oraya varacaktık. Cidden bunu yapacaktık. Ve ben Fatih'i görecektim.
Ah.
"Esin, bu taraftan."
Tasarım hocası solu işaret ediyor. Ortak alanı geçmiş, binanın girişinden girmiş ve nereye gideceğimi bilemeyerek etrafa bakınmıştım.
Bu okul çok büyük.
Yeni durmadığı aşikâr. Ancak modern zamanın kalıntılarını da görebiliriz. Mesela şu pano, o yalnız yeni bir şey. Belki bu dolaplar. Ancak merdivenlerdeki kaydırmazlar bile yeni. Hatta merdiven korkulukları da yeni çünkü üzerlerinde herhangi bir aşınma lekesi bulunmuyor.
"Geldim hocam." diye geveliyorum. İçim büklüm büklüm, zihnim dalga dalga ama görüntüm istikrarlı bir gençten hallice. "Alt kata mı iniyoruz?"
"Yok." dedi. "Birinci kata çıkmamız söylendi. Spor salonu binanın arkasındaymış. Futbol koçu Selim bey, orayı bulamayacağımızı söyledi. Neticede bu okul, bilmediğimiz bir okul. Şimdilik öğretmenler odasına çıkalım. Bizi bekliyor olmalı."
Başımı salladım. Ardından ağzımın arasına bir sürü damla yığılmış ve nefesimi tıkayacakmış gibi yutkunuvermiştim. Kesinlikle boğazımda bir haller vardı. Hele şu kalbimin rota bellediği mevkiler. Oy oy. Sanki damarlarımda bile bir dans var.
"Peki." diyorum ağzımın kenarıyla. Adımlarım sarsak ya, çıktığımız merdivenleri zar zor yürüyorum. Bir ara korkuluğa abanıyor, yıkacağım sanıyorum.
Ancak zihnimde veryansın eden alarmı unutmayalım. Adeta ötüyordu. Yüreğimi ağzıma getirebilse, tam o anda getirirdi de herhal aklımı kaybetmediğimden zırlamadı.
Öyle böyle o merdivenleri çıktık. Adımları oraya buraya bıraktık. Yere bastık ama bastığımın yer olup olmadığını birbirimize danışmadık. Ben heyecanlı ve gergin, o ise dikkatli bir eğitmen. Bunlar süregelen bir kısalıktan ibaret. Yol muhakkak bitecek ve bi-
"Neriman hocam!"
Ha?
Bizim hocaya mı sesleniyorlar?
Kim sesle -
Fatih?
Fatih!
Oha!
OHA!
Fatih.
Bu Fatih.
Karşıdaydı. Oradan buraya doğru yürüyor, bize gelecek gibi görünüyor. Yoo, hayır. Bize gelecek gibi değil, o doğrudan bize geliyor çünkü Fatih, bizim tasarım hocasına sesleniyor.
Halbuki az önce düşmeyeyim diye titreyen bacaklarıma bakmıştım. Yalnızca bir an yere bakmamış mıydım? Az önce orada kimseler yoktu, biliyorum. Şimdi vardı. Şimdi orada o vardı. Oysa az önce-
Galiba kalbim çıldırdı ve aklımı çıldırttı. Bana kalırsa halüsinasyon görüyorum. Delirdiğimi kabullenmek daha kolay bir ihtimaldi ama delirmemiştim çünkü Neriman hoca, "Aa, merhaba. Evet. Benim." diye yanıt verdi.
İşte o zaman yolun sonuna geldik, karşı karşıya durduk.
Fatih çok farklı birisiydi. Sesi dahi öyle. Böyle düşlemememiştim. Onun sesini, bir şeyi kolayca yapabilecek imkanına eşdeğer yakınlıkta bulabileceğimi bilmiyordum.
Aklımda olan karşımda ama sanki karşımda olan aklımdakinden çok başka.
Neriman hocaya bakarken ciddi görünüyor. İfadelerinde tamamen resmiyet var. Haliyle telaşlanıyorum çünkü Fatih'in kendinden emin olan bu duruşu insanda silkelenmeye neden oluyor. Öylesi net bir bakış, bilir bir hal, ne derseniz biliyorum veya bilebilirim diyen bir enerji yayıyor ki, onun birçok konuda fikir alınabilecek birisi olduğunu düşünüyorum. Buna olgunluk mu diyorlar, yoksa kendinden emin olmak mı? Bilemiyorum. Yalnızca gördüklerim vardı. Karşısında duranın bir eğitimci olduğunu biliyor olmalı ama karşısındaki eğitimcinin bir o kadar da insan olduğunu hatırlarcasına rahat takıldığını söyleyebilirim. Hani olur da öğretmene denk geldi diye kendini büklüm büklüm eder desem, yoo, ne mümkün?
"Selim hocanın işi biraz uzadı. Müdür beyin odasına gitmesi gerekince beni yönlendirdi. İsterseniz öğretmen odasına geçelim." dedi Fatih. Bir an gözlerini tasarım hocasının simasından yana kaydırdı, havada çok oyalanmadı ve benden tarafa döndürdü. Eh, bir yörünge vardıysa bana bulaştırdı.
Göz göze geldik.
"Ah, bunu bilmiyordum. Ne zaman işi biter?" diye sordu tasarım hocası. Klasının bozulduğunu düşünmüş bir hal seziyorum kadıncağızdan. Birden kolunu kaldırdı, önüne çekti ve bileğinde duran saate baktı. "Çok uzar mı?"
Ne uzar mı?
Fatih'in bizim önümüzde duruyor olması mı?
Bu süre mi?
Bu süre uzar mı hocam?
Uzasın ama uzamasın da çünkü-
Çünkü nefesim...
Yani nefesim gerek.
Kendimi berbat hissettiğime yemin edebilirim. Hani o büyülü anlar, hani çakan şimşekler ve ilk aşk? Nerede bu durum? Yok! Cidden yok.
Niye mi?
Önemsiz ve sıradan bir insan gibi hissettim. Orada durmuş bu oğlan ve bakışları bana böyle hissettirmekten başka ne yapabildi? Heyecanlandırdı mı? Ah, biliyorum, dizlerimden baldırlarıma uzanan huysuz sancıyı biliyorum, sakın belli etmeyin.
Sonuçta sıradandım. Oysa o, benim için ne kadar çok sıradışıydı.
"Bu konuda net bir şey denirse, o da bu görüşmenin çok uzun sürmeyeceğidir çünkü Selim hocam sizi ağırlamamı, birazdan geleceğini söyledi." derken Fatih'in bana ulaşan gözleri çok yorulmadılar.
Bana kendimin önemsiz olduğunu hissettirdiği ilk an buydu: Acelesiz bir şekilde gözleri beni teyit etti, başı hafiften büküldü ve sanki hoş geldin dedi. Ondan bana karşı başka bir samimiyet göremedim. Yalnız buydu. Kısa bir baş hareketi, fazla oyalanmadan yüzüme değen gözler ve o gözlerin acelesi yokmuşçasına Neriman hocaya dönüşü.
Sıradan bir insana, yolda karşılaşabileceğimiz herhangi birine yapılabilecek en üst düzey samimiyetten nasiplendim desem yeridir. Bunu her hücremde hissettim.
"Ah, öyle mi? Pekâlâ." dedi Neriman hoca.
Fatih'e hala baktığımdan olmalı, hocanın hareketlerine odaklanamadım. O yüzden hocamızın ne yaptığını pek hatırlayamıyorum, sadece orada bir yerdeydi.
Ben ise kendimi Fatih ile karşı karşıya bırakmış, bana ulaşan gözlerin kaç saniye süresince üzerimde durduğunu düşünmeye başlamıştım. Mesela Fatih'in dikkatini ne çekmişti? Yani bende. Bende diyorum, Fatih'in dikkat ettiği ilk şey neydi? Yüzüm müydü? Yüzümse, yüzümün neresi? Gözlerim mi veya yanaklarım mı? Dudaklarım olsun istemiyorum. Sanki bu kısım bana hakaret olacak. Çünkü bende dikkatini çeken ilk yerin dudaklarım olması, böylesi bir insana mı sevdam düştü, dedirtirdi bana. Bu yüzden yanaklarımı, bilemediniz gözlerimi veya kirpiklerimi sevsin isterim. Sahi, kısa ve sık kirpiklerim hakkında ne düşünüyor? Üstelik kavisli değiller. Rimel sürünce de çirkin oluyor. Sanki kirpiklerime çamur taneleri bulanmış gibi. Acaba bunu mu düşündü? Yoksa kaşlarımın bitiminde duran iki ufak beni mi fark etti? Onlardan iğrendi mi? İğrendiyse felaket çünkü benlerimden kurtulamam.
Ergenliğin ilk yıllarında onları fondötenle saklamayı çok denedim ama bir zaman sonra, özellikle Fatih ile karşılaştığım o pazartesi gününden itibaren, fondötene ve aslında diğer her türlü makyaj malzemesine karşı büyük bir sevgisizlik barındırır oldum. Bariz iğrendim. Beni katmanlaştıran her şey berbat olmalıydı. Saf olan, sade yanım her birinden daha özenliydi. Eğer şu iki beni sevmeyecekse yapabileceğim bir şey yok ve ben, onları gizleyemem. Hele makyajla mümkünatı yok.
Makyaj malzemeleri berbat ve zavallı şeyler. Mecburiyet ayrıdır ama keyfiyet çok ayrıdır.
Birden Neriman hoca hareketleniyor. Ben deseniz, Fatih'ten gözlerimi daha evvel çekmişim, duvara bakıyorum. Karalar bağlamış gibi görünmüyorum, korkmayın. Sadece düşünceliyim ve muhtemelen yine olgun bir görünüşteyim. Ben böyleyim. Olgun Esin.
Fakat zihnimde aptal insan telaşı var, yani orada bir olgunluk göremiyorum çünkü tamamen Fatih'e endeksli bir şekilde yanımı, yöremi buğulandırıyor. Bana ise Fatih'i düşünmek, onu düşündüğüm için kendime kızmak kalıyor.
Sahi sesi...
Ne sesini böyle beklemiştim ne de onun duruşunu. O, çok farklıydı. O kesinlikle zihnimde olandan farklıydı. Biliyorum, hep mesafeli olduğunu düşünmüştüm ama bu duruş da neyin nesi? Sanki ülkeyi yönetiyor. Halbuki sıradan bir öğrenci var karşısında. Tamam bir de eğitimci var ama konu bu değil. Konu, o an ikimizin olabilecek herhangi bir ilişkisi.
Ancak o...
O şey-
O biraz...
Bu denli egodan arınmış, halini bilen, haddinde bir davranış biçimi ebeveynlere özgü değil mi? Hey, biraz şımarıkça gülmesi gerekmiyor mu? Belki birkaç kez bana bakar, güzel bir kız olduğum için beni süzerdi ama Fatih cidden bunları yapmadı. Bilerek mi yapmadı diye düşünsem, sanırım bilerek bana bakmadı çünkü Fatih, Tülay'a bakmıştı. Baktığını görmüştüm. Oysa şimdi bana bakışının özensizliği kadar, bana tutumunda da bir özensizlik var. Anladığım üzere o, mümkün mertebe odağındaki ile ilgileniyordu ve onun odağında kesinlikle ben yoktum.
Oysa...
Oysa çok başka bir şey beklemişim.
Bir hayal kırıklığı düşüyor tebessümüme. Meğer Fatih'e bakarken yalnızca tebessüm edebilmişim. Üstelik daha fazlası yok. Uzağım. Ona uzağım. Bedenen bir uzaklık değil, ruhen de uzağım. O denli yabancı bir samimiyetle ona bakıyorum ki, bir ihtimal rahatsız olur diye gözlerimi, derhal tasarım hocasının saçlarına çeviriyorum. Dahasını isterseniz, ben haddimi biliyorum.
"O zaman gidelim. Bir tanışma faslı olması iyi olur. Bu arada..." dedi tasarım hocası. Yönünü hafiften bana doğru döndürdü, gözleri gözlerime değince derinden bir tebessüm yüzünü sardı. "Seni Esin ile tanıştırayım."
Esin ile...
Tanışmamız-
Böyle mi olacaktı?