32. BÖLÜM:
"BİRLİKTE"
Burnuma yayılan o hijyenik kokusu, kulaklarıma gelen monitör sesi rahatsız ediciydi.
Kirpiklerime ise teker teker ağırlık bağlamışlardı sanki. Çok ağırdı...
Başımda da eşsiz bir ağrı vardı, dudaklarım ise kuruydu.
Ne olmuştu bana?
Baş parmağım seğirdi ve ben sertçe yutkundum. Gözlerimi açmak istiyordum ama bunu nasıl yapacaktım, bilmiyordum.
Lakin elimi saran o sıcaklık ve karnımdaki o ağırlık kirpiklerime bağlanan ağırlıkları devirdi ve ben göz kapaklarımı kaldırdım.
Gözlerimi açar açmaz beyaz bir tavanla karşılaştığım an bakışlarım o karnımdaki ağırlığa çevirdiğim an monitörün sesi arttı.
Jungkook?
Bu gerçek miydi yoksa ben hayal falan mı görüyordum?
Jungkook, başını karnıma koymuş elimi tutuyordu ve uyuyordu!
Yok yok, bu kesin rüya. Ya da ben öldüm, cennette falanım. Jungkook da huri falan olmalı.
Gözlerimi odada gezdirdiğimde hastanede olduğumuza kanaat getirdim. Ölmemiş miydim yani? Peki ne olmuştu bana?
Yangın...
Evet evet, yangın çıkmıştı yine. Ama nerede?
Başım çok ağrıyordu ve ben düşünmekte güçlük çekiyordum. Herhalde yakında hatırlarım. Hatırlamasam da sorun değil çünkü hiçbir şey benim keyfimi bozamazdı şu an.
Bir an tereddüt etsem de duygularıma karşı koyamadım ve saçlarını nazikçe okşadım. Bu beni harika hissettiriyordu.
Jungkook hareketlenmeye başlayınca elim havada kalmıştı. Uyanıyordu.
"Mi Hi?"
Gözlerini şaşkınlıkla kırpıştırdı. "Sen..." Bir şeyleri ayırt etmekte güçlük çekiyor gibiydi yeni uykudan uyandığı için olsa gerek. "Uyanmışsın?"
Ağzı bir balık gibi açıldı birkaç dakika bana şok olmuş gibi baktı. Ve hiç beklemediğim bir anda sandalyesini ittirdi ve geriye doğru sert bir şekilde düştü.
"Jungkook!" diye bağırmama rağmen o hiçbir şey olmamış gibi kapıya doğru koşup dışardakilere bağırdı. "Uyandı laaan!"
-
Doktor gelip beni muayene edip her şeyin yolunda olduğunu söylemişti ama bugün tamamiyle hastanede kalmam gerekiyormuş kontrol amaçlı. Yarın sabah ise taburcu olabilecekmişim.
Lakin şöyle bir sorun vardı ki, annemler hiçbir şey bilmiyordu.
"Ne yapacağız şimdi?" diye mızmızlandım.
"Ne bileyim kızım, o an ki şokla anangillere haber vermek aklımızdan bile geçmedi ki." dedi Yu Jin. E onlarda haklılardı.
"Yok size bir şey demiyorum zaten," dedim. "Bilselerdi boşuna telaş yapacaklardı ama şimdi ne yapacağız bilemiyorum."
"Bu halle de zaten eve gittiğin zaman hemen anlarlar," dedi Taehyung. Doğru söylüyordu. Çok bitkindim ve annemler gözümün içine bakarak her şeyi anlayabilirlerdi. Annem ile babam tabii o an bana bir şey olmadıkları için önce Tanrı'ya dua ederlerdi ama sonra abim onları fişleyince hep birlikte beni döverlerdi. Hayali bile korkunç.
"Aslında benim aklımda bir fikir var ama..." dedi Jungkook. "Siz ne dersiniz bilemem."
"Şu an her türlü fikre açığım." dedim.
"Benimle birlikte şehir dışındaki dağ evine gelebilirsin. Orada kendine gelebildiğin kadar kalabilirsin. Hem ben çabuk iyileşmen için sana çok iyi bakarım."
"Neden o eve gidiyormuş?" diye sordu Jimin kaşlarını çatarak. "Namjoon hyungun evinde de kalabilir. Ya da Yu Jinler de."
"Benim için fark etmez." dedi Yu Jin. "Ben kardeşime iyi bakarım."
"Senin ona iyi bakıp bakmamanda bir şüphem yok zaten," dedi Jungkook Yu Jin'e. "Şu an ki konumuz da kim Mi Hi'ya daha iyi bakar değil, Mi Hi daha çok nerede rahat eder ve ben oyumu kendimden yana kullanıyorum. Ki Namjoon hyungun evinde herkes yaşıyor biliyorsunuz, orada rahat edemez. Yu Jin'in de bildiğim kadarıyla kardeşleri ve abisi var. Orda da rahat edemez. Geriye bir tek ben kalıyorum. O yüzden bu konu tartışmaya kapalıdır. Mi Hi benimle birlikte dağ evinde kalıyor."
Jimin başını yana yatırıp boynunu çıtlattı. Kavga istemiyordum. Zaten kendime yeni gelmiştim bir de bunlarla uğraşamazdım. Hem bir yanım zaten Jungkook ile gitmemi söylüyordu zaten. Sorun neydi o zaman?
Öksürerek boğazımı temizledim ve hafifçe doğruldum. "Bence Jungkook doğru söylüyor çocuklar. Yani onunla gitmem en doğrusu. Zaten birkaç güne kadar toparlarım kendimi, sonra da evime geçerim ve her şey yoluna girer."
Jimin kafasını iki yana sallayarak bir hışımla odadan çıktı. Ardından hiçbir şey demeden Hyun da gitti. O zaten pek umrumda değildi ama Jimin'in üzülmesine dayanamıyordum. Jungkook ise hiçbir tepki vermeden Jimin'in bir hışımla kapattığı kapıya bakıyordu.
"Sen ona bakma," dedi Taehyung. "Başına gelenler yüzünden sinirleri bozuk normal olarak."
Kafamı salladım. "Anlıyorum."
"Önemli olan sensin şu an," diye devam etti Yu Jin. Sonra çantasından benim telefonumu çıkardı ve uzattı.
"Anneni ara. Kadın beni bilmem ne kaç milyon kere aramış."
"Kesin polise gitmek için 24 saati bekliyordur şu an." dedim gülerek.
"Aynen öyle. O yüzden ara ve iyi olduğunu, birkaç gün benimle kalacağını falan söyle. Yarın sabah da benim onlara uğrayacağıma sana birkaç kıyafet alacağımı da söyle evden."
"Tamam," dedim kafamı sallayarak. Annemi arayıp Yu Jin'in dediklerini harfi harfine söyledim. Tabii ilk başta annem tam da tahmin ettiğim gibi çok tedirginli açmıştı telefonu ve bana bir sürü azar çekip çok sorumsuz bir kız olduğumdan bahsetmişti. Neyse ki uzun dil dökme sonucu ona iyi olduğuma ikna etmiş Yu Jin'lerde kalacağımı söylemiştim. Öncelikle bir kem küm etsede sonra da kabul etmişti ve böylece de bunu da halletmiş olduk.
Onun dışında onlar da gitmiş, refakatçi olarak Jungkook başımda kalmıştı.
Havanın rengi açılmak üzereydi ve ben odaya giren hemşireler yüzünden bir türlü uyuyamamıştım.
"Sorun ne?" dedi Jungkook gözlerini açmadan. Sandalyeleri birleştirip kendine bir yatak yapmıştı ve başını geriye doğru sandalyenin baş köşesine yaslayarak uyuyordu.
"Uyuyamıyorum," diye mızmızlandım sedyede sağ sola dönerken.
Derin bir iç çekti ve sandalyeden kalktı. "Bana başka bir çare bırakmadın."
"Ne?"
"Yana kay,"
"Ne?"
"Yana kaysana kızım! Uyumak istemiyor musun sen?"
"Bunun onunla ne alakası var be?"
"Sen yana kay ben sana göstereceğim alakayı,"
Dediği gibi yana kaydım ve yatakta boşluk oluşmasını sağladım. Jungkook ise yanımdaki o boşluğu görür görmez yanıma bodozlama dalmıştı.
"Jungkook ne yapıyorsun? Hemşireler görecek şimdi!"
"Bir şey olmaz," dedi çok rahat bir şekilde ve beni kendine doğru çekerek başımı göğsüne koydurdu.
"Hem sen uyumak istemiyor musun?" dedi saçlarımı nazik bir şekilde okşarken.
"İstiyorum," Hemencik uysallaşmış, yavru bir kedi gibi miyavlamaya başlamıştım.
"Tamam o zaman sorun yok. Sana şarkı söyleme mi ister misin?"
"Gerçekten mi?" diye sordum istekli bir şekilde.
"Evet, bilim adamları diyor bilmiyor musun? Sarılmak, okşamak ve şarkı söylemek insanların uykusunu getiriyormuş, tabii hepsini aynı anda yaparsan."
"Nereden bileyim ben?"
Güldü. "Hadi gözlerini kapat,"
Dediği gibi gözlerimi kapattım ve sesinde huzura kendimi daldırdım.
"Lately I've been thinkin', thinkin' 'bout what we had.
Son zamanlarda düşünüyordum, sahip olduklarımız hakkında düşünüyordum.
I know it was hard, it was all that we knew, yeah.
Zor olduğunu biliyordum, hepsi bildiklerimizden ibaretti, evet.
Have you been drinkin', to take all the pain away?
Tüm acıyı gidermek için kendini içkiye mi vermiştin?
I wish that I could give you what you, deserve.
Sana hakettiğin şeyi vermeyi vermiş olmayı dilerdim.
'Cause nothing could ever, ever replace you.
Çünkü hiçbir zaman asla senin yerini birşey alamaz.
Nothing can make me feel like you do. Hiçbir şey beni senin hissettirdiğin gibi hissettiremez.
You know there's no one, I can relate to.
Biliyorsun ilişki kurabileceğim başka kimse yok.
And know we won't find a love that's so true.
Ve bil ki gerçek olan aşkı bulamayacağız.
There's nothing like us, there's nothing like you and me.
Biz gibisi asla yok, sen ve ben gibisi asla yok.
Together through the storm.
Birlikte fırtınalara doğru.
There's nothing like us, there's nothing like you and me.
Biz gibisi asla yok, sen ve ben gibisi asla yok.
Together.
Birlikte.
I gave you everything, baby, everything I had to give.
Sana herşeyi verdim bebeğim, vermem gereken herşeyi.
Girl, why would you push me away? Kızım, beni neden uzaklaştırıyorsun?
Lost in confusion, like an illusion Karmaşada kayboldum, tıpkı ilizyon gibi.
You know I'm used to making your day.
Biliyorsun zamanında gününü gün eden bendim.
But that is the past now, we didn't last now.
Ama bu geçmişte kaldı, şimdi karşılığı yok..."
Gülümsedim. Bazı şeyleri bilmen güzel Jungkook.
-
Sabah Yu Jin ile Taehyung bizi sarmaş dolaş basmıştı.
Gözümü açar açmaz manalı manalı sırıtışlarla onları görünce Jungkook'u sedyeden aşağı atmıştım.
"Ah, popom!"
Jungkook poposunu okşaya okşaya kalkarken bana kızdı. "Deli misin sen?"
Omzumu silktim. "Deliyim,"
"Değil," dedi Yu Jin gülerek. "Sadece bizden utandı."
Gözlerimi kısarak Yu Jin'e baktım. Hrrr.
"Bilseydik daha müsait bir zamanda gelirdik," dedi Taehyung.
"Bence de," diye onayladı Jungkook. Yüzünde sırıtış vardı. Eğleniyor muydu o?
"Neyse sana evden birkaç parça kıyafet getirdim ama şunu bil ki abin bu duruma çok işkillendi. İki de bir bana sorular sordu."
"Tahmin ediyordum zaten," dedim. "Hallederim ben onu." Bana gelen o notları sineye çekmiş ya da unutmuş değildim. Abim çok bariz bir şekilde ya bir işle çeviriyordu ya da birisi benle dalga geçiyordu. Ve bu durum takip ile çözülecek bir iş değildi artık. Hayatımda bazı işleri yoluna koyduğum an bu gizemi çözecektim.
Hastane taburcu işleri bittiği an arabaya binip dağ evine gittik.
Jungkook bana sanki 25. Kattan atlamışımda sakatlanmışım gibi narin davranıyordu. Yürürken bile koluma giriyordu!
Beni salonda koltuğa uzandırınca üzerime örtü öttü.
"Bu havada burası soğuk olur. Ben şömineyi yakayım hemen, sonra sana bir güzel yosun çorbası yaparım."
"Sen yemek yapmayı biliyor musun?" dedim şaşırarak. En son ki pasta faciamızı unutamıyordum.
"Çorba falan işte."
"Ölmem, değil mi?"
"Yok artık canım, ilk önce ben içerim merak etme."
Güldüm, yangından sonra Jungkook'a bir haller olmuştu. İyi anlamda ama. Bana eskisinden daha iyi, sıcak davranıyordu. Ve bu beni sevgiliymişiz gibi hissettiriyordu. Hep bunun hayalini kurmuştum ve şimdi yaşıyordum. Böyle olacağını bilseydim daha önce okulu falan yakardım büyük ihtimalle.
Jungkook şömineyi yaktıktan sonra elindeki tepsiyle yanıma gelip koltuğun boş kısmına oturdu.
"Sen mi içereceksin?"
"Evet,"
"Abartmaya gerek yok Jungkook, elim ayağım tutuyor sonuçta ver bana içerim ben kendim." dedim ve elindeki tepsiyi almak için uzandım ama o anda tepsiyi geriye çekti.
"Yok efendim öyle bir dünya. Benim elimden içeceksin. Hem sen şu an ne kadar şanslısın haberin var mı? Koskoca Jeon Jungkook'un elinden çorba içiyorsun! Kızlar bunun için ölüyor be, heyt yavrum heyt!"
Bay ego çekilir misin, Jungkook'u göremiyorum.
Jungkook çorbadan ilk önce kendi bir kaçık aldı ve ağzını şapırdatarak başını aşağı yukarı salladı. "Güzel olmuş,"
Çorbadan bir kaçık aldığında kaçığa üfledi ve benim ağzıma soktu. Enteresan bir şekilde Jungkook'dan beklenmeyecek kadar güzeldi çorba.
"Beğendin değil mi?" dedi gülümseyerek. Küçük bir çocuk gibiydi.
"Eh yani. Fena değil." Gayet güzeldi ama ben hemen götü kalkmasın diye doğruları söylemiyordum.
Çorbayı bitirince tepsideki peçeteyle ağzımı sildim. Jungkook tepsiyi sehpaya koyduğunda bana doğru döndü. Söylemek istediği bir şeyler vardı galiba.
"Mi Hi sana bir şey sormak istiyorum, daha doğrusu söylemek." Tedirgindi ve bir o kadar da heyecanlı.
"Dinliyorum,"
"Yangınla ilgili ne hatırlıyorsun?"
Sırtımı dikleştirip daha rahat bir pozisyona geldim. "En son tuvaletteydim. Çığlıkları duydum, kapıyı açmaya çalıştım ama açamadım kilitliydi. Sonra sen geldin sanırım."
Beni ciddi manada nefessiz dinliyordu. "Başka bir şey hatırlamıyor musun? Öncesinde, sonrasında..."
"Öncesinde kavga etmiştik."
"Sonrası peki? Ben geldikten sonra falan?"
Kafamı hayır babında salladım.
"Neden soruyorsun, sen geldikten sonra hatırlamam gereken bir şey mi vardı?"
Evet de, lütfen evet de...
Rahatlamış bir ifadeyle "Hayır," dedi. "Hatırlaman gereken bir şey yoktu."
Gözlerim yanarken zorla gülümsemeye çalıştım.
"Neyse ben bunu mutfağa koyayım, sonra film falan izleriz."
Gerçekten omzundan koca bir yük kalkmış gibi davranıyordu.
Mutfağa gittiğinde kendimi örtünün altına hapsettim ve sessizce birkaç damla gözyaşı akıttım.
Her şeyi hatırlıyordum.
Jungkook'un bana yangında söylediği o sözleri de hatırlıyordum.
Lakin önemli olan benim hatırlayıp hatırlamam değil, onu hatırlamamı istemesinde.
Pişman mıydı söylediklerinde?
Yoksa bir anda ağzından düşen yanlış kelimeler miydi?
Jeon Jungkook o gece alevlerin arasında bedenimin ve ruhumun kurtarıcı olmuş iken, şimdi soğuk kalbimi şöminedeki alevlere atıyorsun.
Bir yandan bana cenneti tattırıp, cehennemi sunuyorsun.
Ve beni içten içe yaralarla süslüyorsun.