Bölüm 31 - ''KABULLENİŞ''

1501 Words
31. BÖLÜM: "KABULLENİŞ" Jungkook'un Anlatımından Hastane odasının duvarında yere çökmüş saatlerce bekliyordum, bekliyorduk. Bu işin sonunu böyle biteceğini tahmin edemezdim. Onu gördüğüm ilk andan itibaren her şey kontrolüm altındayken bir anda hepsi tepetaklak olmuştu. Ellerimi saçlarıma daldırdım ve gözlerimi yumdum. Onu sevdiğimi söylemiştim. Hem ona, hem kendime... Hadi her şeyi en başa alalım. Onun bana karşı bir ilgisi olduğunu tahmin ediyorum. Beni her zaman izliyordu, gözünü benden alamıyor nereye gitsem küçük bir civciv gibi peşimden geliyor ama her zaman en uzakta duruyordu benden. Tatlıydı ve bu durum hoşuma gidiyordu. Ama bunun bir aşk olduğunu düşünmüyordum, sadece bir zamanlar benim ona hissettiğim duygular gibi basit bir beğenmeydi. Zaten Jimin ile sevgilicik oyununa başladığı zaman buna onay vermiştim. Onun yanında mutluydu ve bu beni sinir ediyordu. Aptaldım. Onunla geçirdiğim o muhteşem bir buçuk hafta boyunca bir şeye şahit olmuştum. Ben daha önce hiç mutlu olmamıştım. Onunla uyumak ise ayrı bir güzel olaydı. Evet ilk başta gece su içmeye kalktığımda gerçekten odaları karıştırmıştım ama sonrasında ayıkken isteyerek onun yanında kalmıştım. Uyurken birisinin kollarının arasına alıp sımsıkı sarılmak ruhani olarak insanı çok iyi hissettiriyordu. Bir kere çok güzel kokuyordu Mi Hi. Onun saçlarını koklayarak uykuya dalmak hayatımda geçirdiğim en özel geceye sebep olmuştu. Sabah uyanınca onun yüzünü görmek ise... Bambaşka bir şeydi. Maskesi yoktu ve yüzü tüm çıplaklığıyla göz önündeydi. Yüzündeki o kusura rağmen benim için o kadar kusursuzdu ki... Mi Hi bana her türlü iyi geliyordu. Yanımda olduğu her an mutluluk hormonumu salgılamasına sebep oluyordu. O muhteşem bir kızdı. Yüzündeki yarayı bir kenara atın her erkeği kendine enerjisiyle kolayca bağlayabilecek bir kızdı. Jimin'in neden onu sevdiğini anlıyordum. Ve biliyordum ki bir gün gelecek Mi Hi Jimin'in duygularına karşılık verecekti. Benim mutluluk kaynağım, başkasının kaynağı olacaktı. Benim dokunduğum dudaklara başkası dokunacaktı. Benim kollarımın arasında uykuya dalan kız, geceleyin bir başkasının kollarında olacaktı. Her sabah onun yüzünü bir başkası görecekti. Keşke dedim. Keşke Mi Hi beni sevse. Keşke o adam ben olsam... Ve şans eseri gördüğüm resimler ve şahsıma yazılmış her notlar benim nabzımı hızlandırmıştı. Mi Hi beni seviyor ve gördüğü andan beri beni resimliyordu. O an kendimi dünyanın en şanslı adamı falan hissettim. Ama hiçbir şey diyemedim. Odadan çıktığım zaman yüzümdeki o aptal gülümsemeyle odama gittim ve tüm gece uyuyamayıp düşündüm. Neydi beni bu kadar mutlu eden şey ne? Mi Hi'nın bana karşı beslediği duygular yüzünden neden bu hale gelmiştim? Utanmasam meydana çıkıp bağıra çağıra şarkı söyleyip dans edecektim. Sabah uyandığımda ise yoktu, gitmişti. Birkaç gün sonra ise onu okulda Jimin ile sarmaş dolaş görmüştüm. Öfkelenmiştim. Beni seviyordu ama onun yanındaydı. Benim yanımda olması gerekirken. Partiyi de Jimin ile katılınca devrelerim iyice yanmıştı. Onunla dans ediyordu, ona dokunuyordu, ona gülümsüyordu... Ve bunlar bana daha önce tatmadığım bir duyguyu tattırıyordu. Sırf Jimin ile dans etmesin diye partnerlerimizi değiştirdim ve ona herkesten daha çok yakın olmak istedim. Kıskançlık? Belki ama kıskançlığı doğuran şey neydi? Kafam çok karışıktı. Ama o an kabul etmiştim. Ben Mi Hi'ya doğru çekiliyordum. Bunu istemiyordum ama engel de olamıyordum. Ona o kalp kırıcı sözleri söylediğim zaman aklımda tek bir şey vardı: Onu bizden uzaklaştırmak. Düşündüm ki eğer Mi Hi bizim hayatımızdan çıkarsa her şey normale döner. Jimin ile aramız iyi olur, ben o saçma sapan duygulardan kurtulurum ve... Biz iyi oluruz. Olmadı. Bu sadece benim onu, kalbini, kalbimi kabul etmeyiş şeklimdi. Yanımdan gözyaşları içersinde ayrıldığında o güzel gözlerinden akan her damlanın kalbime aktığını hissettim. İyi hissetmem gerekirdi değil mi? Ondan kurtulmuştuk. Ama ben hiç iyi hissetmiyordum kendimi. Sanki söylediğim o ucu sivri kelimeler onun kalbine değil de benim kalbime saplanmıştı. O nereden geldiğini bir türlü anlamadığım alevler olduğumuz mekanı sararken aklıma ilk Mi Hi geldi. İnsanlar kendi canının derdine düşmüş kaçarken ben orada öylece durup onu arıyordum. Mi Hi'yı tuvalette kilitlenmiş bir şekilde bulduğumda onu bırakıp gidebilirdim ama içimdeki o şey buna engel oldu. Dumanlar zihnimi bulanıklaştırıyordu ama kimin umrunda? Eğer ölecek ise burada ben de onunla birlikte ölmeliydim. Eğer ölmeyeceksem o da benimle birlikte ölmeyecekti. Ve onu kucağıma aldığım zaman, bilincini yavaş yavaş kaybederken kendime daha itiraf etmediğim kelimeler dudaklarımdan düştü. "Seni sevdiğimi daha yeni kabullenmişken beni bırakamazsın. Duydun mu beni? Seni seviyorum Mi Hi! Bana duyduğun aşk hiçbir zaman karşılıksız değildi, duydun mu?" Kesinlikle planladığım bir şey değildi bu. Onu kaybetmek korkusuyla duygularımı itiraf etmiştim birden. İstemeyerek olmuştu bu. Ben bile ne dediğimi birkaç saat sonra fark edebilmiştim. Pişman mıydım? Hayır ama Mi Hi'nın bu söylediklerimi hatırlamamasını istiyordum. Bu şekilde öğrenmesi doğru değildi. Daha özel olmalıydı. Parmaklarımla şafaklarımı ovaladım ve ofladım. O yangından çıktığımız an Mi Hi'yı direk kucağımdan alıp ambulansa taşımışlardı. Hastanede ise direk müşahede odasına almışlardı ve doktorlar saatlerce bize bir şey söylemiyordu. "Bu belirsizlik beni delirtecek," diye mırıldandım ve çöktüğüm duvardan destek alıp ayağa kalktım. "Kaç saat, dakika, saniye oldu hâlâ kimse bir şey söylemiyor," dedi Yu Jin burnunu çekerek. Belki de bu durumda en çok etkilenen o olmuştu. Geldiğimizden beri ağlıyordu ve ağlamaktan rimelleri akmış, makyajı bozulmuştu. "Ölmemiştir değil mi?" Yu Jin tekrardan ağlamaya başlayınca Taehyung ona sarılıp kafasını göğsüne yaslandırdı. "Sakin ol, Mi Hi'ya bir şey olmayacak, olmadı da. Hem öyle bir şey olsa bize anında söylemezler miydi? İyi olacak." Ölmemişti. Bunu ben de biliyordum, hissediyordum. Kalbi hâlâ benim için atmaya devam ediyordu. "Anlamıyorum," dedi Jimin kafasını gömdüğü dizinden kaldırarak. Ağlamaktan gözleri şişmiş, küçük olan gözleri daha çok küçülmüştü. "O yangın durduk yere birden nasıl çıktı?" "Yetkililer hâlâ tam bir şey bulamamıştı. Ama bir arızadan çıkan bir şey değilmiş. Kundakçılık diye düşünüyorlar." dedi Taehyung. "Yani birisi bilerek orayı alevlere mi verdi?" diye sordu Hyun başını telefonundan kaldırarak. Bu durumdan tek etkilenmeyen o olmuştu. Hastaneye geldiğimizden beri arkadaşlarıyla konuşuyor ne kadar koktuğunu dile getiriyordu. Ama bahse varırım ki tek korktuğu üstündeki pahalı elbisenin bir yerleri tutuşacak olmasıydı. "Böyle bir kötülüğü kim yapmış olabilir ki?" Aklıma birisi geliyordu. Ama bu durumla daha sonra ilgilenecektim. En azında Mi Hi kendine gelene kadar... Hastane duvarlarında soğuk bekleyiş odadan çıkan doktor ve ekibiyle son bulmuştu. Herkes bir anda doktorunun başına üşüşmüştü. Tek dileğimiz güzel bir haber almaktı. "Arkadaşınız buraya geldiğinde yoğun karbondioksit zehirlenmesi tesiri altındaydı. Müdahale esnasında tansiyon ve nabzı düşmüştü. Bu tür vakalarda bu kadar ciddi bir duruma pek rastlamayız aslında ama arkadaşınız daha öncede karbondioksit zehirlenmesiyle karşılaştığı için ciğerleri baya yıpranmış durumdaydı." İyi olacak. İyi olacak. İyi olacak. "Ama şanslıyız ki vücudunda yangının etkisi olmamış. Şimdi durumu iyi. Karbondioksit zehirlenmesini atması için basınç odasına aldık. İki saat sonra işlem bitecek ve odaya alacağız. O zaman arkadaşınızı görebilirsiniz." Doktorun verdiği iyi haberle herkes derin bir nefes almıştı. Madem Mi Hi'yı görmemiz için 2 saatimiz vardı, ben de o zaman zarfında şu gizemli yangın durumuyla ilgilenecektim. Sanırım eskitmem gereken birileri vardı. - Snake Blood Kai'nin işlettiği gece klüp... Kapıdaki adamlar içeriye girmeme ilk başta engel olsa da onların dilinde yumruklarla konuşunca içeriye girmeme müsaade etmişlerdi. Kai tam da beklediğim gibi içeride lojalardan birine oturmuş kucağındaki kızla ilgileniyordu. Şerefsiz. Beni görür görmez gülümseyerek kucağındaki kızı yolladı. Anlaşılan tek başımıza kalmamızı istiyordu. Olur, bana uyar. "Seni buralarda beklemiyordum Jungkook. Sebebi ziyaretini öğrenebilir miyim acaba?" Bir cevap vermeden suratına yumruğu geçirmiştim. Oturduğu yerde yana doğru düşerken gülerek doğruldu. "Bilmediğimi mi sanıyorsun?" dedim tıslayarak. Gözlerini kısarak çenesini kaşıdı. "Neyi?" Dalga geçiyordu orospu çocuğu. "Yangını ulan yangını!" "Aa doğru," dedi şaşırmış gibi yaparak. Öldüreceğim valla öldüreceğim. "Sizin kutlama partinizde yangın çıkmış, değil mi? O çirkin kızda yaralanmış diyorlar! Tüh, çok üzüldüm. Eee, nasıl çıkmış yangın anlatsana." Bu kadar pişkin olmasına daha fazla katlanamadım ve bu sefer de yakasından tutup kafa attım. "O yangının senin çıkardığını çok iyi biliyorum Kai. Amacın neydi? Beni öldürmek falan mı?" Kaşlarını kaldırdı ve gülerek "Yok," dedi. "Amacım Mi Hi." Onu koltukta yatırarak üstüne çıktım ve yüzüne ardı ardı kesilmeyen yumruklar attım. "Ne istiyorsun lan kızdan ne?! Ne yaptı küçücük kız sana?!" "Senin onu sevmen çok iyi bir sebep bence ya, neden öyle diyorsun?" "O kıza dokunmayacaksın!" "Cık, dokunacağım. Sana söylediğim gibi onu senden alacağım her zaman olduğu gibi. Ha yanarak, ha başka yollarda." O an gözüm öyle bir dönmüştü ki Kai'nin boğazını sıkarken bulmuştum kendimi. Adamların kolumdan tutup beni sürüklemesiyle kendime gelmiştim. "YEMİN EDERİM Mİ Hİ'NIN SAÇININ TELİNE BİR ZARAR GELİRSE SENİ YAŞATMAM OROSPU ÇOCUĞU!" Dedim bağırarak. Kendimi kaybetmiştim. Kai'nin adamları hemen onunla ilgilendi. Kolumdan tutup sürükleyen adamlar beni dışarıya fırlatınca arkadan o pezevenkin sesini duydum. "Benden sana tavsiye Jeon, kızının yanından sakın ayrılma! Onu sakın yalnız bırakma!" - Hastaneye geri vardığımda doktor bizimkilere bir şey söylüyordu bu yüzden hemen yanlarına koştum. "Dediğim gibi kendisini odaya aldık. Birazdan uyanacaktır ama yanına birden herkes girmesin. Bir kişi girse yeter ve yormayın arkadaşınızı lütfen. Sabah da taburcu ederiz. Geçmiş olsun tekrardan." Doktor yanımızdan ayrılırken herkes sevinçle birbirine sarılıyordu. "Müsaade ederseniz ilk ben girmek istiyorum odaya," dedim birden ve herkesin o meraklı bakışların odağı oldum. "İyi gir," dedi Yu Jin ama Jimin bu durumda hiç hoşnut değildi. Umarım yakında kolayca kabullenebilirdi olacakları. Odanın kapısını açtığımda Mi Hi'nin yatakta hareketsiz bir şekilde yattığını görünce kalbimde bir sızı hissettim. Ağzında hava maskesi vardı ve yüzü açıktı, gözleri ise kapalı... Benim için çok güzel, çok özeldi. Sedyenin yanına sandalye çektim ve oturdum. Mi Hi'nın o küçük, yaralı elini ellerimin arasına alıp öpücükler kondururarak fısıldadım. "Hadi uyan sevgilim, daha sana söylemem gereken şeyler var."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD