27. BÖLÜM:
"SICAK KOLLAR"
"Bence seksi bir gecelik de al yanına."
Annemin dediği şeyle gözlerimi büyüterek ona baktım. Ne dediğinin farkında mıydı o? Bence değildi.
"Sen benim annem olamazsın."
"Maalesef bebeğim, ben senin ananım."
"Babam senden nasıl kaçmıyor?" diye mırıldandım sessizce. Çok şükür ki duymamıştı. Yoksa bana olacakları düşünemiyordum.
+18
Korku,
Şiddet,
Gerilim.
İçimden bir titreme gelirken elimdeki son kıyafeti de bavula koydum. Jungkook'un evinde toplam 2 hafta falan kalacaktım ve bunun için kocaman bir bavul hazırlamıştık. Umarım bu biraz abartıya kaçmamıştır.
Kapının önünde korna sesini duyduğumda kalbim güm güm atmaya başladı.
"Aha anne, geldi araba, gidiyorum valla ben. Hakkını helal et."
Bavulumu çekiştirirken kapının önüne gelmiştik. "Unutma anne, ben Yu Jinlere ders çalışmaya gidiyorum tamam mı? Abime bunu söyleyeceksin, unutma."
"Tamam, tamam ben onu halledirim sen yatmayı unutma yeter ki." dedi omzumu pohpohlayıp.
Ama ben anında annemin bana alttan verdiği mesajı anlamış kaşlarımı kaldırmıştım. "Efendim?"
"Yani erkenden yatmayı unutma kızım. İyice uykunu al, geceleyin üstünü ört."
Gözlerimi devirdim. Bu tiple nasıl Jungkook ile yatabileceğimi düşünebiliyordu anlamıyordum. Annemin hayal gücü çok kuvvetliydi.
Evden çıktığımda annemi ellerini birleştirmiş dua ederken gördüm. Onun bu haline gülerken şoför yanıma gelmiş, arabanın kapısını açmıştı.
"Hoşgeldiniz, Jungkook Bey sizi evde bekliyor."
Derin bir nefes aldım ve kafamı salladım. Elimdeki bavulları uzatırken lüks arabaya bindim. Arabanın motorları çalışmaya başladığı zaman da Jungkook'un yanına doğru yol almaya başladık.
Trafik sebebiyeti yüzünden en fazla yarım saat süren yolu bir saatte tamamlamıştık.
Evin kapısını çaldığımda da evin hizmetçi değil, Jungkook açmıştı.
"Sonunda."
"Efendim?"
"Bekleye bekleye ağaç oldum diyorum, kök saldım diyorum sonunda gelebildin."
Dediği şeye gülerken beklemediğim bir anda elimi tutup evin içine çekti beni Jungkook.
"Bugün çok işimiz var."
Daha ilk günden mi? Peki, o zaman ben almayım.
Elimi bırakmadan beni salonun ortasına doğru çekiştirdi. Annesi bacak bacak üstüne atmış kahvesini yudumluyordu. Aynı dizilerdeki gibi... Kendimi bir k-dramanın içindeymiş gibi hissediyordum.
Ben fakir ama gururlu kız; Jungkook ise zengin, yakışıklı oğlan. İlk başta pek anlaşamayız, birbirimizden haz etmeyiz. Ama sonra aramızdaki duygular aşka dönüşür. Ama onun zengin ailesi beni istemez, oğluna layık görmez ve bizi ayırmak için elinden gelen her şeyi yapar. Tabii ki biz ayrılmayız yine. Ve en sonunda oğlanın canına tak eder ve sevdiğin kızın elini tutarak -yani benim- annesinin karşısına çıkar ve rest çeker. Al sana 2 sezonluk miss gibi dizi.
"Hoşgeldin kızım,"
Ama biz vıcık vıcık aşk dolu bir dizi, kitap değildik. Hayatın o acı gerçekleriydik.
"Hoşbuldum efendim," dedim saygıyla eğilirken.
Elindeki fincanı sehpaya bıraktı ve ayağa kalktı. Görkemli bir kadındı. "2 hafta burada, bizimle yaşamak oğlum için çok iyi olacak, iyi düşünmüssünüz." dedi elini Jungkook'un omzuna koyarak.
"Senin için Jungkook'un odasını layık gördüm."
Şey, acaba Jungkook da benimle birlikte kalabilir mi?
"Ne? Benim odam mı? Hani misafir odasında kalacaktı? Ben nerede kalacağım peki anne?"
"Misafir odası seni bekler oğlum,"
Jungkook kendi çapında homurdanmaya başlayınca olaya el atma gereğinde hissettim kendimi.
"Aslında gerek yoktu. Jungkook odasında yatabilir, ben dediğiniz yerde yatarım."
"Olur mu öyle şey?" diye itiraz etti annesi. "Oranın yatağı pek rahat değildir. Rahat edemezsin, sen misafirsin. Senin rahatlığın ve sağlığın bizden sorumludur şu an."
"Jungkook ölsün zaten," Jungkook'un mırıldamalarını duyuyordum ve gülmemek için dudaklarımı ısırıyordum.
"Çocukluk yapma Jungkook!"
"İyi, peki be! Gel Mi Hi, seni odana yerleştirelim." Jungkook elini belime koyup beni odasına -daha doğrusu benim odama- yönlendirdi.
Bavulumu odanın bir kenarına bıraktıktan sonra üstümdeki ceketi çıkardım. Jungkook ise duvara yaslanmış beni izliyordu.
"Jungkook, bak benim için sorun değil. Eğer istersen odanda kalmaya devam et. Ben orada yatarım, annene de söylemeyiz haberi bile olmaz."
"Saçmalama Mi Hi. Annem haklı. Sen bana bakma."
Odadaki tekli koltuğa otururken "Şimdi ne yapacağız? Hemen derse başlasak mı?"
Omzunu silkti. "Bilmem," Ama anında suratına geniş bir gülümseme yayıldı. Aklına bir şey gelmişti. "Pasta sever misin?"
"Evet,"
"Aç mısın peki?"
Elimi karnıma koyup okşadım. "Orta, gerçi daha yeni kahvaltıdan kalktık ama ben biraz aç bir ayıyım."
Güldü. "Peki pasta yapmayı biliyor musun?"
"Hayır,"
"Ne tesadüf, ben de bilmiyorum. Ama bu yapmamamız için engel değil."
Ne olduğunu anlamadan Jungkook bileğimden tutup beni mutfağa doğru sürüklemeye başladı. Zaten bu aralar Jungkook hep beni bir yerimden tutup bir yere sürüklüyordu. Alışıklık hale gelmişti artık sanırım bu onda.
Mutfaktaki hizmetliler bize şaşkın şaşkın bakarken Jungkook "Çıkın," dedi.
Hizmetliler birbirine 'bu çocuk ne yapıyor?' der gibi bakarken Jungkook birkez daha "Çıkın!" dedi diğerinden daha sert bir şekilde. "Çıkın, bugün biz pasta yapacağız. Ama çıkmadan önce malzemelerin yerini söyleyin ya da hepsini tezgaha çıkartıp hazırlayın."
Hizmetliler hala şaşkındı. "Canınız çektiyse biz yapardık Jungkook Bey."
"Hay ama başlayacağım şimdi Jungkook beyinize! Biz yapacağız diyoruz! Hadi!"
Hizmetliler bize tuhaf baka baka pasta için gerekli olan tüm malzemeleri çıkartıp tezgaha koymuşlardı ve mutfağı terk etmişlerdi.
Yemek önlüğü giyen Jungkook'a uzaylı görmüş gibi baktım. "Sen ciddisin yani?"
Kaşlarını kaldırarak bana baktı. "Evet. Durduğun yerde bana bakacağına yardım et bana." Ve elindeki önlüğü kafama attı. Evet, tam kafama. Süper isabet.
"Çok da naziksin," dedim önlüğümü giyerken.
"Tevecühünüz."
Önlüğümü giyerken dizilerdeki gibi bana yardım etmemiş, yakınlaşma olmamıştı. O bir odundu.
Jungkook tezgaha dizilmiş malzemelere, özellikle yumurtaya enteresan bir şekilde bakıyordu.
Daha önce hiç mi görmemişti acaba? Saçmala Mi Hi, o kadar da değil.
"Yumurta o yumurta. O kadar derin bakışmaya gerek yok."
"Biliyorum Mi Hi onun bir yumurta olduğunu. Sadece nereden, nasıl başlayacağımızı bilemiyorum."
"Bana hiç öyle bakma," dedim ellerimi yukarıya kaldırarak. "Ben bu konuda senden daha kötüyüm. Hayatımda bir kere olsun mutfağa bile girmedim be."
"Yok artık! Gerçekten mi?" dedi gülerek.
"Tabii oğlum, ben anlamam böyle işlerden. Anca test çözerim ben."
Kahkaha attı. "Zaten telefonumda 'MÖÖ MÖÖ Mİ Hİ' diye kayıtlısın."
"Ne ne Mi Hi?! Möö möö mü?"
"Evet ahahahha."
Yüzümü ekşilttim. "Bundan sonra telefonumda odundan yapılma tavşan diye kayıtlı olacaksın Jungkook."
"Ne?" dedi hemen. "Odundan yapılma mı? Tavşan mı?"
"Evet," Dedim telefonumdan rehberime girerken. "Aha yaptım valla."
"Rehberinden ismimi değiştireceğine keşke pasta tariflerine baksaydın."
"Aa, doğru. Dur bakalım."
Bakmaz olaydık. Her şey ondan sonra başlamıştı. Kıyamet, fırtına, deprem, tsunami.
Hayatımın hatasını yapmıştım.
"52. Yumurta,"
"Ne?" dedi elleri havada yumurtayı birbirine çarpacakken.
"Bu boşuna ısraf ettiğin 52. yumurta. Bu, kırıp kabuklarını una düşürdüğün 52. Yumurta. Bu yumurtayı kırarken mutfağın içine ettiğin 52. Yumurta!"
"Off, nerede hata yapıyorum ki?" Jungkook elindeki yumurtayı masaya vurdu bilinçsiz bir şekilde. Ve eli yine, yine ve yine sapsarı yumurtayla bir oldu.
"Aha bu da 53,"
Jungkook elini temizledikten sonra paketten 1 yumurta daha çıkardı. Tam o sırada benim kafamı koltuk altına sıkıştırıp çığlık atmama sebep oldu.
"Yumurtayı nasıl kıracağımızı buldum Mi Hi!"
"Höst ulan!"
Ve Jungkook yumurtayı kafamda vurarak kırdı. Evet, evet bunu yaptı.
Saçımdan akan o sarı şeyleri görmem ile gözlerimi kapattım ve evi inletecek bir şekilde çığlık attım.
"Şey, yine olmadı galiba."
Saçlarımın arasında Jungkook'u öldürecek gibi bakıyordum. Ve öyle de yapacaktım galiba. Masadaki bıçağı aldım ve üzerine doğru yürümeye başladım.
"Mi Hi dur, kaza çıkar yapma, gelme."
Bir cevap vermiyor, saçlarım önümde, elimde bıçak ona doğru yürümeye devam ettim. Tabi o da benden kaçmaya...
"KORKUYORUM ULAN GELME!"
Onun bu ürkek haline güldüm ve elimdeki bıçağı sakince yerine koydum. "Madem öyle, peki."
Jungkook kendini sakinleştirirken hiç beklemediği anda darbeye uğramıştı. Masanın üzerinde ağzı açık olan un paketini almış ve kafasından aşağıya boşaltmıştım.
Onun o haline kahkahalarla gülerken ne olduğunu anlamadan yüzümü, saçlarımı, kısaca her tarafımı krem şanti içersinde bulmuştum. Bundan sonra yaşanan her şey psikoloji bozan türdendi.
Yumurtalı, unlu ve krem şantili zorlu bir savaş başlamıştı mutfakta!
"Jeon Jungkook, ne oluyor burada?!"
Bayan Jeon'un sesini duyduğumda ellerimin arasında, sımsıkı tutup çektiğim Jungkook'un saçını serbest bıraktım.
Evet, bu fırsattan istifade onu dövüp, geçmişimin intikamını alıyordum.
Jungkook ise beni bırakmadan önce saçıma son bir kez krem şanti sıkmıştı.
"Bu mutfağın hali ne çocuklar? Siz ne yapıyorsunuz?!"
"Sevişiyoruz- Ay pardon savaşıyoruz!"
Jungkook'un dediği saçma salak şeyle küçük bir inme geldi bana. Annesi de benden pek bir farklı değildi.
"Her ne yapıyorsanız bu mutfak 1 saat içersinde temizlenecek ama önce kendinizi temizleyin!" dedi baş parmağını bize doğru sallayarak. Kızınca çok korkunç bir kadın oluyordu kayınvalidem.
Bayan Jeon mutfaktan gittikten sonra Jungkook mutfağı baştan aşağı bir süzdü, tezgahlara baktı.
"Mi Hi, biz şimdi ne halt yiyeceğiz?"
-
Zorlu bir süreç sonra mutfağı temizlemiş, yıkanıp üzerimizdeki pisliklerden arınmıştık.
Akşam yemeğini de afiyetle yemiştik. Malum, savaşırken çok efor sarf etmiştik. Bu arada yemekte abisi de yoktu. Onu görmediğim için de çok sevinmiştim.
Şimdi ise odamda ona fizik çalıştırıyordum. Gerçi fiziğe ihtiyacı yoktu bence... Mis gibi fiziği vardı maşallah.
"Anlıyorsun değil mi?"
"Anlıyorum anlıyorum..."
"Ama bence var ya sen bu sınavlarda gerçekten yüksek alacaksın. Şu an öyle hissettim."
"Ciddi misin?" dedi gülerek.
"Ciddiyim yalnız sakın beni geçmeye çalışma ha," dedim parmağımı ona doğru sallayarak. "Çok pis döverim."
"Bunu bugün anlamış oldum zaten,"
Güldüm ve gözüm çalışma masasında duran saate kaydı. "Ooo, saatte baya geç olmuş. Yatalım bence artık sabah devam ederiz."
Kafasını sallayarak "Olur," dedi.
Jungkook defter ve kitaplarını toplayıp odadan çıkmak için hazırlandığında "Burada kalmak istemediğine eminsin değil mi?" diye sordum.
"Eminim yahu. Hadi sana iyi geceler."
"Sana da iyi geceler," dedim odadan çıkarken. O odadan çıktıktan sonra üzerimi değiştirmiş pijamalarımı giymiştim. Elimdeki eldivenleri ve yüzümdeki maskeyi çıkardıktan sonra yatağın içine girmiştim. İlk defa böyle bir şey yapıyordum. Sevdiğim adamın yatağında onun kokusunu içine çeke çeke uykuya dalmak... Neyin ödülüydü bu?
Gülümsedim, üstüme örttüğüm yorganı sıktım. Her şey o kokuyordu. Bu gece belki hayatımda yaşadığım en keyifli uykuyu tadacaktım.
Tahmin ettiğim gibi çok geçmeden kendimi uykunun kollarına bırakmıştım. Deliksiz bir uykunun ortasındayken yatağın boş tarafı çöktü. Ve belime sarılan o sıcak kollar ile neye uğradığımı şaşırdım.
Kafamı o tarafa doğru çevirdiğinde Jungkook'un yatakta olduğunu gördüm! Uyuyordu! Hem de benim yanımda.
"J-jungkook sen ne yapıyorsun?"
"Şşş," dedi ve beni kendisine doğru çekip kafamı göğsüne doğru yasladı. Kalp atışım normal bir insanın atışından daha fazla atarken gözlerimi kapatıp kendimi sakinleştirmeye çalıştım.
Sakin ol Mi Hi, sakin ol Mi Hi. Birazdan kalkıp gidecek, sakin ol.
Hayır, kalkıp gitmemişti. Aksine kollarını daha çok sıkılaştırıp, bacağını üstüme atmıştı!
Sadece bir kere, bir kere olsun sessiz kalsam ve bundan yararlansam... Kime ne zarar ki?
Onunla uyumak benim hayalimdi, o benim hayalimdi ve o hayal beni kollarıyla sarıyordu şimdi.
Sessiz kaldım, kalp ritmimi susturdum ve gözlerimi kapatıp onun kokusuyla hiç uyanmak istemediğim bir uykuya daldım.