Elis, Metin’in gözlerine bakıyordu.
Ama bakmak yetmiyordu.
Anlatmalıydı.
Konuşmazsa, delirdiğine inanacaktı.
Derin bir nefes aldı.
Ada yanında sessizce bekliyordu, ama varlığı cesaret gibiydi.
Elis, parmaklarını birbirine kenetleyerek konuşmaya başladı:
“Bir süredir… rüyalar görüyorum. Ama sıradan kabuslar ya da anlamsız düşler değil bunlar. Her şey… çok net. Gerçek gibi.”
Bir an durdu. Sesindeki titrek notayı saklamaya çalıştı.
“Ve bazı insanlar var… Rüyalarımda tanıdığım ama gerçekte hiç karşılaşmadığım insanlar.”
Metin başını hafifçe eğdi, gözlerini kaçırmadı.
Elis devam etti:
“Geçen hafta… bir kafedeydim. Her zamanki köşeme oturmuştum. Bir adam geldi içeri. Siyah ceketli. Saçları dağınıktı. Göz göze geldik ve… o an anladım. Onu daha önce görmüştüm. Rüyamda.”
Yutkundu.
“Bakışları, yürüyüşü, durduğu yer… her şey aynıydı. Sonra gözlerimi bir an kaçırdım ve döndüğümde yoktu. Sanki hiç gelmemişti.”
Ada başını çevirip ona baktı, ilk kez duyuyordu bu kısmı.
Elis gözlerini Metin’in gözlerinden ayırmadan devam etti:
“Ve şimdi… siz. Bu yer. Bu koku. Bu masa. Lambanın çatlağı bile. Sizi de daha önce rüyamda gördüm. Sadece… adınızı bilmiyordum. Ama gözlerinizi tanıdım.”
Avucunu açtı, biraz titreyen ellerini gösterdi.
“Ve bu işaret… Rüyamda gördüm önce. Sonra bir sabah elimde uyandım. Hâlâ vardı. Gerçekte de. Sonra bir otobüste birinin defterinde. Aynı sembol. Sanki beni bir yere çağırıyor gibi.”
Sustu. Nefes nefese kalmış gibiydi.
Metin yavaşça yaklaşarak deftere bir bakış attı.
“Demek işaret seni buldu,” dedi kısık bir sesle.
“Ve seni izleyen gözler, nihayet kendini göstermeye başladı.”
Elis’in gözleri büyüdü.
“Siz… siz bu sembolün ne anlama geldiğini biliyor musunuz?”
Metin gülümsedi ama bu sıcak bir gülümseme değildi.
Daha çok, derin bir bilgiyi taşıyanların yorgun gülümsemesiydi.
“Bazı semboller, hatırlamak için çizilmez Elis. Onlar… hatırlatmak için ortaya çıkar.”
Bir an durdu. Sonra sordu:
“Rüyanda o sembolle birlikte başka ne gördün?”
Elis başını salladı.
“Bir gölge. Beni izliyordu. Ama aynı zamanda bekliyordu. Her rüyada… daha da yaklaşıyor gibiydi. Ve ben korkmuyordum. Aslında… sanki onu tanıyordum.”
Metin'in yüzü ciddileşti.
“Seni izleyen gölge, senden bir parça olabilir.”
Ada, bu kez dayanamayıp araya girdi.
“Nasıl yani? Bir insan, kendi gölgesini… tanımadan nasıl izlenebilir?”
Metin yanıt vermedi. Bunun yerine defterin başka bir sayfasını açtı.
Ve orada… başka bir sembol daha vardı.
Elis’in gördüğüne benziyordu ama daha karmaşıktı.
Metin parmaklarının ucuyla sayfayı okşadı.
Bakışları sembolün çizgilerinde gezinirken sesi ağırlaştı.
“Bu sembol,” dedi, “görünenden fazlası. Bir işaret değil sadece; bir çağrı. Onu gören herkes bu çağrıya açık demektir. Ama herkes göremez. Herkesin zihni bu frekansta çalışmaz.”
Elis dudağını ısırdı.
“Siz… ilk ne zaman gördünüz?”
Metin, uzak bir noktaya bakıyormuş gibi gözlerini kaçırdı.
“Ben de senin gibi bir gece, rüyamda. Henüz on altı yaşındaydım. O zamanlar ne olduğunu anlamamıştım ama zamanla parçalar birleşti. Bu sembol, bir tür… geçit işareti. İç dünyanla dış dünyanın kesişim noktasını işaret ediyor. Rüyalarla gerçeklik arasında kalan ince perdeyi aralayanlar tarafından görülür.”
Ada başını hafifçe yana eğdi.
“Yani Elis bu sembolü görüyor çünkü… bu ‘geçit’e yakın?”
Metin, gözlerini Elis’e çevirdi.
“Evet. Ama ondan fazlası da var.”
Sessizlik birkaç saniyeliğine odayı sardı.
“Bazı insanlar sadece bu sembolü görmekle kalmaz,” dedi Metin, sesi alçaldı.
“Onlar, sembolü taşıyanlardır.”
Elis’in kalbi bir anlığına duracak gibi oldu.
“Taşıyan mı?”
Metin başını salladı.
“Rüyalarında gördüğün kişi… seni izleyen o gölge, büyük ihtimalle bu geçidin diğer tarafına ait. Ve seni tanıyor. Belki seni arıyor bile olabilir. Sembol seninle birlikte her yere geliyor çünkü o seninle bağlantılı. Sen geçidin anahtarı olabilirsin, Elis.”
Elis bir an konuşamadı.
Kafasının içinde binlerce ses vardı ama hepsi bulanıktı.
Sonra fısıldadı:
“Peki… bu ne anlama geliyor?”
Metin sandalyesine yaslandı.
“Bu, bazı gerçeklerle yüzleşeceğin anlamına geliyor. Rüyaların artık sadece düş değil. Onlar… yol haritan.”
Ada bir adım yaklaştı.
“Ve biz bu haritayı nasıl okuruz?”
Metin defteri kapattı.
“İlk durak: sembolün kaynağını bulmak. Nereden geldiğini öğrenirsek, nereye götürdüğünü de öğrenebiliriz.”
Elis gözlerini kısıp sordu:
“Ve bu mümkün mü?”
Metin’in cevabı kısa ama derindi:
“Her sembol bir başlangıçtır. Yeter ki onu takip edecek cesaretin olsun.”