Biricik gözlerini kıstı. “Ay neden bana öyle bakıyorsun be kadın? Bak benden hoşlanabilirsin ama ben genel olarak kaslı, uzun ve sarışın erkeklerden hoşlanıyorum.” Başımı geriye yatırıp kahkaha attım. Aptal.
“Ay delirdi bu. Bir de gülüp duruyor sürekli.” Biricik, sanki ben duymuyormuşum gibi Merve’ye doğru eğilip fısıldayarak konuşmuştu ama ben duymuştum tabii. Gülmemi durduramazken Merve fısıltıyla “Ona da hak ver. Sinirleri bozuldu.”
“O pislik benim arkadaşımın sinirleriyle oynayamaz ama ben çok fena oynayacağım.” Sonunda kendime gelip derin bir nefes aldım. “İyiyim, sorun yok.” dedim bir ısırık daha alırken. “ Tamam neyse. Güzel şeyler konuşalım mesela...” Biricik bir anda ayağa kalkıp zıpladı.
“Arkadaş grubumuz hala bekar hem de bayağı bayağı bekar.”
Merve, “Ayy evet! Ayrıca Yaman eniştem demek istediğim son kişi bile değildi.”
“Onun kafasına sıçayım seni aldattığı için.”
“Seni mi aldattı?” arkamızdan gelen sert, sinirli bir çift lafla hepimiz donakaldık. Bu sesin tınısını çok yakından tanıyordum. Bu âdeta sinirle dolmuş bir adet Emreydi. Omzumun üstünden baktım. Alnında damarlar patlamış, nefesleri sıklaşmıştı. Elleri iki yandan yumruklarını sıkarken Emek ve Aslan birbirine bakıp aynı anda Emre’nin koluna yapıştı.
“Ne demek o orospu çocuğu seni aldattı?” bir hışımla kolunu kurtarıp yanıma geldi. “Kimle?”
Biricik, “Kim olacak o Esme denilen kadınla! Bir de inkar ediyordu durmadan.” Homurdandı. Canım arkadaşım ya. Emre boynunu iki yana sallayıp çıtlattığında “Eyvah.” dedim. “Tutun şunu yoksa dövmeye falan gidecek.”
Ben bunu der demez Aslan ile Emek, Emre’nin koluna girdi. “Döveceğim ulan! Hata o şerefsiz orospu çocuğunu öyle bir döveceğim ki bir kadına bakarken bile iki kez düşünecek artık.” diye sinirle tısladığında Emek melül melül baktı bana. Resmen gözleriyle gel kurar bizi diyordu.
“Abi sen ne diyorsun ya? Bize mi baksın bu çocuk? Yemin ederim travma kalır bende.” Aslan ise bambaşka bir alemdeydi. “Sus Aslan, sus.” dedi Emek dişlerini sıkarak. Bir de hala çırpınan Emre’yi tutmaya çalışması yok mu...gülesim geliyordu.
“Aman yani Emre sende... Ben yaptım yapacağımı zaten o utanmaz ikiliye.” Yanına gittim ve kaş göz ifadesiyle diğerlerini gitmelerin söyledim. Onlar sessizce uzaklaşırken Emre hala küfür ediyordu. “Sana da bravo Naz!” bu sefer de bana patladı manyak!
“Yine ne yaptım ya!” diye sızlandım. “Gittin, seni yüz kez uyarmam rağmen onunla sevgili oldun bir de gidip aldatılmışsın!” Emre sinirden morarma evresine geçiyordu. Nefes almadan konuşuyordu ve boynu kıpkırmızı olmuştu. İki elimle koluna sarıldım ve başımı omzuna yasladım. Derin bir nefes aldım.
Evet biraz daha yaşadığımı hissediyordum.
“Üzgünüm.” Diye fısıldadım. “Beni sevdiğini düşündüm. İlk kez birinin beni, benden hiçbir beklentisi olmadan sevebileceğini düşündüm. Çok aptalım biliyorum ama Yaman bana öyle bakarken...bilmiyorum belki de yalan olmasını o kadar istemiyordum ve o kadar korkuyordum ki gözümün önündekileri göremedim. Ben çok büyük bir hata yaptım Emre, bunun bedelini de inan ki çok ağır ödedim ama sana yemin ederim bir şeyleri değiştirmeye çalışıyorum.” Nefessiz konuşmam bittiğinde Emre kolunu benden kurtardı, onun gideceğini düşünüp üzülürken bu sefer iki koluyla sardığında gözlerimi yumdum.
“Seni karşılıksız seven birileri var. Hata da yapabilirsin, seni hata yaptığın için bir kenara atmayacağım.”
Attın ama.
İzi bile on yol sürdü.
“Dün, bir şeyleri değiştirmek için ne kadar çabaladığının farkına varmam için harika bir neden.” Güldü. “Keşke gelseydim, o itin surat ifadesinin fotoğrafını çeker bakar bakar gülerdim.” diyerek konuyu değiştirmeye çalıştığında ona ayak uydurdum.
“Bak sana göstereyim.” dedim. Bu sırada yan yana bizimkilerin yanına yürümeye başlamıştık. Hafif kaşlarımı yattım, dudaklarımı araladım, boş boş Emre’ye bakarken kahkaha attı. “Tam da tahmin ettiğim gibi. Geri zekalı ne olduğunu anlamadan alık alık etrafına bakınmış bir de.”
“Bak Esme de şöyleydi.”
Hafif dudaklarımı büzdüm, gözlerimi yalancı yaşlarla doldurdum. Bir Emre’ye bir de hayali olarak kendimi hayal ettiğim boşluğa bakarken birden Emre’nın önüne geçtim ve “Esme’yi davet ediyorum.” Dedim.
Bu sefer tekrar yanına geçtim. Elimi ağzıma götürdüm. Çaprazına geçtim. “Neler diyorsun sen Naz!” önüne geçtim. “Yoksa inkar mı edeceksin?” yanına geçtim. Tekrardan Esmeydim. Yalandan ağlamaya başladığımda Emre daha çok gülüp kolunu omzuma atarak beni kendine çekti. “Bu kadar iyi rol yaparken onları daha fazla izlemek istemiyorum.” diye homurdandı.
Bende omzundan varken elinin parmak uçlarından tuttum. Beraber bizimkilerin yanına geçtik ve güzelce kahvaltı ettik. Artık cehennemime tekrardan dönebilirdim ve şimdiden olacakları düşündüğümde bundan zevk alıyordum.
///
Yıllarımı geçirdiğim yerdeydim. Evimin önünde. İnsan kendini evine bu kadar yabancı hisseder mi? Ben hissediyordum. Allah kahretsin ki hem annem hem d babam yüzünden hiçbir yere ait olamamıştım, ait olduğumu düşündüğüm yerlerden bile kovulmuştum. Ne acı ama değil mi?
Evin güvenliği Mithat amcayı gördüğümde direkt telefona sarılmasından evde şimdiden sıkı yönetim ilan edildiğinin farkındaydım. “Zahmet etme Mithat amca. Zaten eve geçiyorum.” dediğimde mahcup bir ifade ile bana baktı. “Emir geldi Naz hanım, üzgünüm.” Omuz silktim. “İstediğin gibi hareket etmekte özgürsün.”
Annem evcil bir hayvan gibi ona itaat etmemi bekliyordu. Çok beklerdi. Onu ancak eski, sevgi dilenen Naz yapardı.
Bahçeye girip patikadan ön kapıya ulaştığımda Nilüfer Civelek’i tüm endamı ile gördüm. Beyaz bir takım elbise giymiş, ateş kırmızı saçlarını alttan sıkı bir topuz yapmıştı. Koyu göz makyajı ile her zamanki gibi sert bakışlarını atarken bu sefer küçümsüyordu. “Sonunda evin yolunu bulabildin küçük hanım.” deyip arkasını döndü. “Gel, konuşacaklarımız var.”
Sesi tahmin ettiğimden daha sakindi. Fırtına öncesi sessizlikti. Yine yıkıp kırıp dökecekti biliyordum. Oflayıp onu takip ederken salona girdik. Babamda buradaydı. Geldiğimi gördüğünde aynı serlikteki bakışları onda yakaladım.
“Evet sevgili kızım. Lütfen bize derdini anlat?”
“Derdim? Ne gibi bir derdim olabilir anneciğim?” alayla mırıldandığımda kaşlarını çattı. “Benimle dalga geçmeden soruları düzgün cevaplar ver Naz. Son kez soruyorum senin derin ne?”
“Ben de son ke soruyorum, benim ne gibi bir derdim olabilir?”
Babam siyah kemikli gözlüklerini bir çırpıda sehpaya fırlattı. “Dün ki rezilliğinden bahsediyoruz dün ki rezilliğinden! Sen bizi ne hale düşürdün hiç mi görmüyorsun?”
“Tam olarak hangi rezillik? Onların rezil olduğunu düşünüyordum.” dedim Kollarımı göğsümde kavuşturup bacak bacak üstüne atarak. “Dün Yaman’ın ailesi buradaydı. Esti gürledi çekip gittiler. Çocuk burada seni beklerken, başına bir şey geldi diye perişan olurken sen neredeydin??! Başka biriyle kahvaltını düşündüler?!” işte buna öyle bir güldüm ki ikisi de anlamsızca baktılar. “Dün oradaydınız değil mi?”
“İnan o rezilliği ölsem unutamam. Migrenim tuttu zaten. Cidden bir gün şu çocuk çocuk hareketlerin yüzünden başımıza bir şeyler gelecek! Baban kalp hastası,ya adama bir şey olsaydı? Hiç mi düşünmüyorsun? Ne kadar bencil bir evlat yetiştirmişim?”
“Evet tam da size göreyim!” diyerek ayağa kalktığımda annem de sesini yükseltti. İşaret parmağını sallayarak “Ukalasın sen! Nankörsün! Yaman gibi birini buldun beğenmiyorsun bile? Çocuk nikah masasında terk edilmesin rağmen seni burada bekledi!” diye cırtlak sesiyle bağırınca “Ne zorunuza gitti anne?” dedim sakince.
“Aldatıldığımı öğrenmeme rağmen susmamam mı? Boyun eğmemiş olmam mı zorunuza gitti? Gider tabii...Ne de olsa sizin para akışını kestim değil mi!”
“Ne saçmalıyorsun sen!” diye bangır bangır bağırdı babam. O günü hatırladım. Evlendikten birkaç hafta sonra neredeyse iflas etmekte olan şirketimizin nasıl yükseldiğini, annemin altına bir anda giren son model arabaları, babamın tekrardan kumara dönüp parasını boş beleş leyler için harcamasını, annemin dur durak bilmeyen yurt dışı alış verişlerini. Annem ve babam başından beri biliyordu, o paranın kaynağı ise sus payı olarak veren Yaman Sönmez’di.
“Biliyordunuz!” dedim bağırarak. “Sende,” babamı gösterdim. “Ve sende!” sıra annemdeydi. “Ama ikinizde siktiğimin birkaç kuruşu için susmayı tercih ettiniz! Kızınızı satmayı tercih ettiniz?! Sen nasıl bir babasın ha? Hiç mi kızını pazarlarken yüzün kızarmadı, hiç mi utanmadın sana diyorum!”
Rüzgar sesiyle beraber gelen birkaç uğultuya karıştı. Yanağımın acısını çok sonradan hissettim. Ancak yanağım, hissettiklerim kadar yakmıyordu canımı. Dudağımın patladığını, çeneme doğru süzülen kandan anlayabiliyordum. Bana vuran babam değildi, annemdi. Bazen babamın beni sevdiğini düşünürdüm, annemde ise hiçti.