EVCİLİK OYUNU

1489 Words
Akşam üzeri işlerimi bitirdikten sonra biraz erken çıkacaktım. Bunu haber vermek için telefonla Vâris Bey’i aradım. Aynı anda da cam duvardan ona bakıyordum. Telefonu açtı, gözleri hâlâ bilgisayarındaydı. "Efendim, Tuğba Hanım?" Adamın sesinin bile insan üzerinde bir etkisi var... "Efendim, ben biraz erken çıkmak için sizden izin isteyecektim de… Çıkabilir miyim acaba?" "Tabii, işlerini bitirdiysen çıkabilirsin." "Teşekkür ederim, efendim," deyip telefonu kapattım ve toparlanıp çıktım. Eve geldiğimde annem beni her zamanki gibi güzel sözlerle ve güler yüzle karşıladı. "Ne oldu, istedin mi zam?" Sıkıntıyla iç geçirdim ve gözlerimi yukarı doğru devirdim. Bir süre tavana baktım. O sırada çantamı çıkarıp astım. Ayakkabılarımı çıkardıktan sonra içeri geçtim. Hiçbir şey söylememiştim. Doğrudan banyoya geçtim. Elimi yüzümü yıkadım, dişlerimi fırçaladım. Sonra duşa girdim ve çıktığımda annem kapıda bekliyordu. "Kızım, kime diyorum ben? Sana bir soru soruyorum ama sen arkana bile bakmadan gidip duş alıyorsun. Cevap versene!" dedi. Yine kaşları çatıktı. Bir elini beline koymuş, diğerini duvara yaslamış, sinirle bana bakıyordu. Yüzünden de nur yağıyor maşallah... "Düydüm anne, duydum! Ama her seferinde aynı şeyleri söylemenden bıktım. Bu yüzden biraz nefes almak, rahatlamak istedim. Hava da sıcak zaten, bunalıyorum. Ter içinde dönmüşüm işten… Duş almak benim hakkım değil mi?" "Ben sana duş alamazsın mı dedim, kızım? Soruma niye cevap vermiyorsun diyorum! Ama yok, pısırıksın sen. Ağzını aç da bir zam iste be!" Konuşurken odama doğru geçtim. Üzerimde bornoz vardı, saçlarım ıslaktı. Havluyla bir yandan saçlarımın suyunu çekmeye çalışıyordum. "Konuştum anne, konuştum merak etme. Zam istedim. Adam da kabul etti ama beni yemeğe davet etti. ‘Yemekte konuşuruz bu konuyu’ dedi. Ben de tam anlayamadım," derken gardırobu açmış, elbiselerime bakıyordum. Annem arkamdaydı. "Kim davet etti? Patronun mu?" "Evet anne, beni yemeğe davet etti. Araba gönderecekmiş, o alacakmış beni. Yemek yiyeceğimiz yere götürecekmiş falan…" "Kız, yanlış bir şey olmasın? Bu adam senden… hani para karşılığında falan..." O anda hemen arkamı dönüp ona sinirle baktım: "Anne, sen ne diyorsun ya! Ne para karşılığında, bir şey istemezsin... Saçmalama lütfen! Ayrıca Vâris Bey hiç öyle biri değil. Bana mı kaldı adam! İstediği mankeni alır getirir yanına. Bir bana bak, bir de onun çevresindeki kadınlara... Allah aşkına ya!" deyip önüme döndüm. Ben elbiselerimi karıştırırken annem de söylemeye devam etti: "Ne bileyim kızım… Öyle ‘yemeğe çağırıyor’ falan deyince ben de merak ettim tabii. Ama haklısın… Tabii… Koskoca Vâris Karan seni ne yapsın ki?" Donup kaldım. Elbiseleri karıştıran parmaklarım bile durdu. Sadece öylece, put gibi kaldım. Bir şey diyemedim, bir şey yapamadım. Odamdan çıktığını işittim. Yine hiçbir şey yapmadım. Bir elim gardırobun içindeydi, diğer elim saçımdaydı. Saniyeler... belki dakikalar geçti. Ama ben annemin bana söylediği o sözleri hâlâ sindirememiştim. Evet, o hep böyleydi. Beni aşağılamayı severdi. Benimle yarışmayı da… Bazı anneler böyledir. Kızlarının mutluluğunu istemez, sadece köle gibi çalışıp ona baksın ister. Benimki de öyleydi. Sinirle soluyarak gidip kapımı kapattım ve kilitledim. Artık onunla daha fazla uğraşamayacaktım. Çok vaktim yoktu. Araba gelene kadar hazırlanmalıydım. Ve hâlâ ne giyeceğimi bile bilmiyordum... Elbiselerimin arasından en şık olanı çıkardım. Tabii gideceğim mekânın nasıl bir yer olduğunu bilmediğim için, "En uygunu bu olur," diye düşündüm. Çünkü siyah elbise kurtarıcıydı ve her yere uyuyordu. Kalın askılı, hafif bir göğüs dekoltesi olan, üzerime oturan, dizimden bir karış yukarıda biten bir elbiseydi. Altına siyah stilettolarımı giyebileceğimi düşündüm. Aslında stilettolar ayağımı fazla acıtıyordu ama çok şık olmalıydım. Neticede Varis Karan ile yemek yiyeceğim; bu sıradan bir lokanta olmayacaktı. Aslında benim dolabımdan ne seçersem seçeyim, ne giyersem giyeyim, yine de o mekâna layık görmeyecektim kendimi. Ama yapacak bir şey yoktu. Yine de üzerimi giyindim, parfümümü sıktım. Siyah smokey eyes makyajımı yaptım, dudaklarıma şeftali tonunda bir ruj sürdüm. Bu makyajı çok beğeniyordum. Aslında seçtiğim elbise, ayakkabı, taktığım takılar ve bu makyaj... Hatta sürdüğüm koku bile... Düşündüğümde, kendimi en iyi versiyonumla bu geceye hazırlamıştım. Onun yanına yakışmasam bile, benim elimden gelen buydu işte. Ben de isterim dolabımda birbirinden pahalı kıyafetler olsun. Çekmecemi açtığımda hangi pırlanta setini takacağıma karar veremeyeyim, hatta en büyük derdim bu olsun... Ben de isterim biri ayaklarımı törpülerken diğeri omuzlarıma masaj yapsın ve hizmetçim getirip kokteylimi uzatsın. Kim istemez ki? "İstemiyorum" diyen yalan söylüyordur. Evet, biraz para gözüm. Ama bu para kendime ait olsun, kendim kazanayım istiyorum. Köpek gibi de çalışıyorum. İyi yaşamak benim hakkım değil mi? Ne diyorum ben ya... Kimin umrunda ki? Herkes kendi için yaşar, kendi için çabalar. Tıpkı babam gibi... Saat 19.00’da hazırdım. Siyah portföy çantamı da alıp odamdan çıktığımda, salonun yolunu tuttum. Annem oturmuş, her zamanki gibi dizi izliyordu. Suratı da yine beş karıştı. Beni görünce ayağa kalktı, baştan aşağı süzdü ve yanıma geldi: "Bu ne güzellik? Adamın aklını başından almaya mı gidiyorsun?" "Anne, saçmalama lütfen. Adamın yanında sırıtmamak için bunları giydim. Ya pahalı bir yerse? Ne bulduysam giydim işte." "Aman, tamam, bir şey demedik," dedi hemen. "Neyse anne, araba gelmiştir, beni bekliyordur. Gidiyorum ben. Hadi görüşürüz." Beni kapıya kadar geçirirken, "Koparabildiğin kadar zam kopar!" demeyi de ihmal etmedi. "Tamam." Ben zam olayını geçtim; Varis benimle ne konuşacağını o kadar merak ediyordum ki düşünmeden bir dakika bile duramıyordum. Apartmandan çıktığımda kapının önünde bir araba bekliyordu. Yanında da takım elbiseli biri duruyordu. Ben yaklaşınca kapıyı açtı, geçip oturdum ve yola çıktık. Heyecanla telefonuma baktım. Varis Bey’den arama da mesaj da gelmemişti. Zaten çok önemli bir durum olmadığı sürece konuşmaz ya da mesajlaşmazdık. Kalbim küt küt atıyordu; heyecandan bayılacaktım. Arabanın içi ilk başta sıcaktı ama yola çıktığımızda pencerelerin hepsi açıktı. Saçlarım sıkı sıkıya topuz olduğu için rahatlıkla camları açık bıraktım. Gece serin, hava arabanın içinde esti, biraz ferahladım. Ama hâlâ göğsümün altında atan kalbimin küt küt seslerini duyuyordum. Bir süre sonra restoranın önüne vardık. Şoför arabadan inip kapımı açtı. Çantamı alıp arabadan indim, ona kısa bir teşekkür ettikten sonra gözlerimi yüksek, zarif merdivenlere diktim. İçimdeki heyecanı bastırmaya çalışarak yavaşça tırmandım basamakları. Her adımda içimden, "Sakin ol Tuğba, sadece bir akşam yemeği bu," deyip duruyordum. Kapının önünde duran görevli, beni fark edince gülümsedi ve nezaketle kapıyı açtı. “Buyurun efendim,” dedi, beni içeri davet ederken. Girdiğim anda içeriye yayılan loş ışık, ağır ama zarif bir parfüm kokusuyla karışmıştı. Kristal avizelerin ışığı, duvarlardaki koyu renk tabloların yüzeyine zarifçe yansıyordu. Mekân oldukça lüks görünüyordu. Belki de hayatımda ilk defa bu kadar pahalı bir yerdeydim. Rezervasyondaki genç kadın hızla yanıma yaklaştı. İnce ses tonuyla, “Tuğba Hanım?” diye sordu. “Evet, benim,” dedim boğazımı temizleyerek. “Buyurun efendim, size eşlik edeyim,” dedi ve yavaşça önümden yürümeye başladı. Adımlarım gittikçe ağırlaşıyordu. Kalbim hâlâ deli gibi atıyordu. Gözlerimle etrafı tarıyordum. İçerisi… bomboştu. Garipti. Sadece cam kenarındaki bir masada biri oturuyordu. Varis Karan. Tek başınaydı. Başka hiç kimse yoktu. Ne başka bir müşteri, ne garsonlar arasında dolaşan bir koşuşturma... O an içimden bir şey koptu. “Restoran... kapatılmış mıydı? Sadece bizim için mi açık?” İşte şimdi, gerçekten bayılacak gibiydim. Her şey fazlasıyla romantikti. Düşün... Önce “akşam yemeği yiyeceğiz” dedi. Sonra beni evden aldırdı. Ve şimdi... restoranı kapatmış görünüyordu. Kafamdan geçenleri susturmaya çalıştım. "Dik dur Tuğba, sonra evde bayılırsın. Şimdi hiç sırası değil kızım," diye kendime fısıldadım içten içe. Yanımda yürüyen kadına gülümseyerek, “Teşekkür ederim, ben giderim,” dedim. Kadın zarifçe çekildi. Artık yalnızdım. Ayakkabılarımın topuklarının yerde çıkardığı tok sesler, restoranın sessizliğinde yankılandı. Kendimi film sahnesinde gibi hissediyordum. Masaya yaklaştıkça, Varis Karan başını kaldırdı. Gözleri bana kilitlendi. Bir anda ayağa kalktı. Başını hafifçe eğdi ve gözlerini üzerimde gezdirdi. O an, beni baştan aşağı süzdüğünü fark ettim. Gözlerinde tanıdık bir ışık vardı… Hayranlık. Beğeni. Belki de özlem. Ay şimdi gerçekten bayılacağım. “Hoş geldin,” dedi, o tok ve sakin sesiyle. “Hoş buldum,” dedim utangaç bir tebessümle. Elimi uzattım, tokalaştık. Avuç içi sıcak ve rahattı. Beni her zaman olduğu gibi güvenli bir sarmala alıyordu. Sonra geçip oturduk. Bir an sessizlik çöktü aramıza. Garson gelip menüyü getirdi. Siparişleri verdik. Garson uzaklaştığında, tekrar baş başa kaldık. Dayanamadım, sordum: “Sanırım restoranı kapattınız... Neden bunu yaptınız?” Gözlerine baktım. Simsiyah sandığım gözlerini şimdi daha yakından görebiliyordum. O simsiyahlığın ortasında gizlenmiş renk halkaları vardı. Göz bebeklerinin ortası yosun yeşiliydi, çevresinde sarımsı bir halka, onun dışında da griye çalan bir çember... Gözleri çok garipti, çok farklıydı, sanki her ruh haline göre şekil değiştiriyordu. Bir o kadar da büyüleyici ve güzeldi. Göz kapakları hafif düşük, yapısı çekikti. Moğol gözlerine benziyordu. Kaşlarının altı etliydi ama kaşları biçimliydi. Uykulu gibi duran gözlerinde hem yorgunluk hem de yılların bilgeliği okunuyordu. Bu gözleri çok çekici buluyordum. Burnu belirgin, biçimli ve erkeksiydi. Dudakları pembe tonlarındaydı, ne inceydi ne kalın… Dengeliydi. Yanaklarında belirgin kemikler vardı. Çenesiyse sertti, keskin hatlıydı. Ve o çukurlar… Gamze değildi. Onlar kemik yapısının izleriydi. Ama bir gamzeden bile daha çekiciydi o yanak çizgileri. Bir anda fark ettim ki, ona bakarken dalıp gitmişim. Sessizce gözlerini incelerken, konuşmaya başladığını kaçırmışım. Silkelenerek kendime geldim. “Burayı kapattım çünkü konuşacaklarımızı kimsenin duymasını istemedim. Yani… böyle gerekiyordu,” dedi sakince. Kalbim… Şu an yerinden çıkacak gibiydi. Derin bir nefes aldım, kendimi toparlamaya çalıştım. “Sizi dinliyorum,” dedim titreyen sesimle. Hiç tereddüt etmeden, gözlerimin içine bakarak söyledi: “Benimle evlenmeni istiyorum, Tuğba.” Ve ben… Öylece kalakaldım. Bir anda olmuştu. Bir anda söyleyivermişti. Ve ben bunu hiç beklemiyordum. Bu kadarını hiç beklemiyordum. Koskoca Varis Karan... bana evlenme teklifi ediyordu...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD