1. Bölüm: Beni Hatırladın mı, Tatlım?

1770 Words
Kendime ördüğüm sonsuz yükseklikte çelikten bir duvarın içerisinde sıkışıp kalmıştım. Her geçen gün daha da yükselen o duvarlar bir süre önce beni korumak için oluşmuşken artık sadece boğulmamı sağlıyordu. Eskiden gözlerimi yukarıya, o duvarların en tepesine, diktiğimde gökyüzünü görürdüm ama artık gökyüzü hiç var olmamış gibi uzaktaydı. Belirsizdi ve de silikleşmişti. Göğsümün şu an bile yeterince sıkıştığını söyleyebilirdim. Uzun bir aradan sonra yeni bir okula başlayacaktım, mutlu olmam gerekirdi çünkü geçmişi gerimde bırakacaktım; olamıyordum. Tüm kötü düşünceler, yaptıklarım bir bir aklıma dolarken yapamıyordum. Aynadaki yansımama baktım, siyah dalgalı saçlarım omuzlarımdan aşağıya kusursuz bir şekilde dökülüyordu. Hafif çekik gümüş rengindeki gözlerim uzun zamandır yaşadığım uyku problemlerimden dolayı biraz çukurlaşmıştı. Canlı duran ama bir porseleni andıran beyaz cildim pürüzsüzdü, yer yer hafifçe pembeleştiğini bile söyleyebilirdim. Dolgun dudaklarım kızıl vişne çürüğünü andırıyordu. Yıkılmaz duruyordum, oysa içimdekiler de dahil girdiğim hiçbir savaşı kazanabilmiş değildim. Üzerimde yeni okulumun üniforması vardı. Siyah kumaş ceket, beyaz renk gömlek, siyah etek, koyu lacivert süveter ve yine koyu lacivert kravat. Ceketin ve gömleğin üzerindeyse büyük harflerle ince işlenmiş okulun baş harfleri: DR… Diomond Royal. Girmek için soylu, zengin ya da çok zeki olmanız gereken o okul, şeytanın ini. Tam anlamıyla bir krallık. Derin bir nefes aldım, gözlerim hâlâ aynadaydı. Üzerimdeki ceketi çıkartarak gömleğimle kaldım ve ceketi yeniden giydim. Kravatımı biraz gevşetirken daha rahat hissettiğimi fark ettim. Ayağımda siyah Dolce Gabbana mary janes ayakkabılarım varken tül, ışıltı işlemeli beyaz çoraplar giymiştim. Bileklerimin biraz üzerine kadar geliyordu. Bu görüntüyü seviyordum. Kolumdaki saate baktım, ilk derse pek de bir şey kalmamıştı. Çantamı aldığım gibi odamdan çıkarken evin sessizliği duruşumu daha da dikleştirmemi sağladı. Aşağı indim, evde hizmetliler dışında hiç kimse yoktu ve çok sessiz çalışıyorlardı. Duvara asılı olan, sırayla dizilmiş araba anahtarlarından vişne çürüğü rengindeki Porschenin anahtarını aldım. Kapıdan çıkacakken bana seslenilmesiyle durdum. “Bayan Queen, yemeğiniz hazır. Yemek istemez misiniz?” Bakışlarım Clara’nın üzerinde gezindi. Yıllardır aynı evde yaşıyorduk ama asla aramızda bir samimiyet gelişmemişti. Yaşı benden oldukça büyüktü, hatta belki annemle bile yaşıt olabilirdi. “Teşekkür ederim Bayan Fly, yemeyeceğim.” Bana sadece baktı, gözlerindeki o acımayı gördüğüme yemin edebilirdim. Beynimde bir damar atarken bunun üzerinde çok durmamam gerektiğini biliyorum. Arkamı döndüm. “Akşam yemeği için istediğiniz bir menü var mı, efendim?” Şöyle bir düşündüm. “Haşlanmış sebze, ızgara somon ve enginar kalbi. Tatlı olarak da elmalı tart.” Başka bir şey dememe gerek yoktu, kapıdan çıktığım gibi garaja doğru ilerledim, vişne çürüğü araba bir elmas gibi diğerlerinin arasında parıldıyordu. Bu arabaya bayılıyordum. İçinde kendimi bulmuş ve özgür hissediyordum. Bu benim on yedinci yaş günü hediyemdi. Ehliyetimi aldığım gibi babam ve annem bu hediyeyi kapıma getirmiş sonrasında da hiç var olmamış gibi ortadan kaybolmuşlardı. Her zaman böyleydi, yeni bir şey değildi. Arabanın içine bindiğim gibi çalıştırdım, garajdan çıktığım gibi kapı ardımdan kapanırken sakinleşmeye çalışıyordum. Adım kadar iyi bildiğim okulun yolunda ilerlerken endişem de gittikçe artıyordu. İçlerinden beni tanıyacak çok fazla kişi olacağının bilincindeydim, yüksek sosyete sizi her zaman tanırdı. Adım büyük harflerle manşete çıkmışken beni tanımıyor olmaları garip olurdu ama en azından yaptığım şeyleri bilmemelerini umuyordum. Okulun araba girişine geldiğimde güvenlik yanıma geldi, camı indirip gözlerinin içine baktım. İğrenir ve korku gözlerinin içinden bir kıvılcım gibi fışkırırken yutkunduğunu görmüştüm. “Hoş geldiniz Bayan Queen, arabanızın plakasını sisteme ekliyoruz.” Adamı tanımıyordum, isim kartındaki yazıyı okumaya çalıştım fakat düz durmadığı için harfleri de seçemiyordum. İnsanların gözündeki o korkuyu, iğrentiyi ve de acımayı görmekten nefret ediyordum. Kapılar açıldığında içeriye girdim, boş bir alana park ettiğimde derin bir nefes aldım. Kendimi sakinleştirdikten hemen sonraysa arabadan indim. Okulun devasa bahçesi, bir şatoyu andıran binasıyla ve soylu öğrencileriyle kraliyeti andırıyordu. Okul binasına doğru ilerlerken gözlerimi kimseyle buluşturmamaya özen gösteriyordum ama o fısıltıları hâlâ duyabiliyordum. “Bu gerçekten o mu?” “Tanrım, o bir cani nasıl olur da hapiste değil?” “Yaşadığı her şey bir yalandan ibaret, sadece ilgi istiyor.” “Kendini ne sanıyor?” “Gerçekten o öğretmenle yattı mı?” “Çok ateşli.” “Kaltak.” Omuzlarımı dikleştiren, adımlarımı durduran kelime buydu. Bakışlarım direkt olarak bunu söyleyen kızın suratını buldu. Bir grubun içindeydi, ortada duruyordu. Diğerlerinin yüzleri şu an için silikti. Kadrajım tamamen o kızdan ibaretti. Vücudum tamamen ona doğru döndüğünde yanındaki kişilerden de güç almış olacakki adi bir sırıtma dudaklarında belirdi. “Ah, canım. Rahatsız mı oldun?” İçimi ezip geçen o ürpertiyi tüm kanım boyunca hissettim. Parmaklarım bir kez daha bir boğaza sarılmak ve onu oracıkta boğmak için karıncalanıyordu. Öte yandan bir korku tüm zihnimi pusla kaplamıştı. Neyden korkuyordum? Ailemden mi, beni daha fazla yalnız bırakmalarından mı, tek başıma kalmaktan mı? Başımı iki yana doğru salladım. Yoluma devam edecekken başka bir irite edici sesi işittim. “Serena sana bir şey diyorsa cevap vereceksin, sürtük!” Yanında Serena diye bahsettiği kızdan daha çelimsiz gözüken kız bunları söylemişti. Sürtük. Sürtük. Sürtük. Sürtük. Beynimin içinde zonklayıp duruyordu, ellerim sıkı birer yumruk şeklini alırken kendimi zaptetmeye çalışıyordum. Her ne kadar bu okula ümit bağlamasam bile son yılımda dışlanmak, kargaşaya karışmak ve yalnız kalmak istemiyordum. Omzumun üzerinden baktığım kızdan gözlerimi çektiğim gibi yoluma devam ettim. Arkamdan bir şeyler söylemeye devam etseler bile umursamadım, suratım o sarsılmaz ifadesiyle kalmaya devam etti. Binaya giriş kapısının oraya sırtını yaslamış, gözlerini üzerimden çekmeyen gözlerle gözlerim kesişti. Orada öylece dikildiğimden beri bana baktığını fark etmiştim. Üzerimdeki bakışları hissederdim. Dümdüz bir ifadeyle bana bakan bu suratın gözlerinde saf bir nefret vardı. Suratı keskin ve yakışıklıydı. Boyu gerçekten bir lise öğrencisi için çok uzundu, bedeniyse yapılıydı. Bakışlarımı üzerinden çekip binaya girmek için yürümeye devam ettim ama hareketim ansızın kesildi. Parmakları ensemden kavradığı gibi beni kendine çevirdi, yüzlerimiz karşı karşıyayken başını yüzüme doğru aşağı eğdi. Yüzlerimiz arasında neredeyse hiç mesafe yoktu, tutuşu sıkıydı ama sert değildi. “Kimlerle uğraşacağına dikkat et, burası babanın krallığı değil. Burada yaptıklarını parayla örtbas edemezler. Ve emin ol dikkatimi çekmek istemezsin, Queen.” Ağzımdan bir hah sesi çıktı. Nefret dolu gözleri gözlerimin en dibine bakıyordu. Sanki ne olduğumu ne yaptığımı biliyor gibiydi. Elimin tersiyle ensemden tutan kolunu ittim. Birkaç adım geri çekilirken dik bakışlarımı suratında gezdirdim. “Sözlerinin benim için bir anlamı yok.” Dudakları tehditvari bir şekilde sağa doğru kıvrıldı. Kötü bir izlenim veriyordu ama ben de iyi sayılmazdım. Bana birkaç adım attı, üzerinde sadece okulun gömleği vardı ve kollarını dirseklerine kadar kıvırmıştı. Gömlek kaslarını gizleyemiyordu. Ellerini ceplerine soktu, tam önümde durdu. Yeniden başını suratıma doğru eğdi. Uzun boyu üzerime kara bir gölge gibi çöktü. “Benim kim olduğumu hatırlamıyorsun, değil mi?” Boş bakan gözlerim suratında gezindi. Onun kim olduğunu bilmiyordum, kim olduğunu umursamıyordum. Suratında gördüğüm şey hayal kırıklığı mıydı? Açıkçası bu oldukça komikti. “Hayır, umurumda da değil.” Daha fazla konuşmasına katlanmak istemedim. O dev cüssesinin altından ayrılarak binanın içine girdim. Bakışlarını hâlâ sırtımda hissediyordum, fısıltılar devam ederken artık onlara kulak vermeden direkt olarak sınıfıma doğru ilerledim. Sınıfın içine girdiğimde birkaç kişi çoktan içeriye girmişti. Sol köşede cam kenarı bir sıraya oturdum. Çantamı sıranın kenarına asarken birkaç eşyamı sıranın üzerine bıraktım ve geriye yaslandım. Birkaç dakika sonra az önce bana laf atan kızlar ve o çocukla birlikte birkaç kişi daha içeriye girdi. Kızlar sınıfın diğer köşesine ilerlerken onun adımları olduğum tarafa doğru ilerliyordu. “Hey, Nick! Nereye gidiyorsun, yerin orası değil?” Adının Serena olduğunu öğrendiğim kız seslendiğinde sıramın hemen önünde durdu ve omzunun üzerinden onlara doğru baktı. “Nereye oturacağımı sana mı soracağım, Serena?” Serena bakışlarını önüne dikerken bana nefret dolu kinci bir bakış attı. Bu sürtük tam anlamıyla delirmiş olmalıydı. Nick sıramın yanından geçti, hemen arkamdaki sıraya oturdu. Oturduğu sırayı benim sırama doğru yaklaştırdı. Tepkisiz kalmaya devam edip telefonumu çıkarttım, gelen birkaç mesajı yanıtladım ama asla odaklanamadım çünkü sıranın üstünden bana doğru eğilmişti, nefesleri kulağıma değiyordu. Parmaklarım sırada sabit bir ritim tutarken birilerinin bize odaklandığının da gayet farkındaydım. “Sana kendimi hatırlatacağım, inan bana bundan hoşlanmayacaksın.” Parmaklarımdaki ritim yavaşladı fakat kesilmedi. Beni tanıyordu, ismime belki de direkt olarak bana karşı bir nefreti vardı. Bunu göstermekten çekinmiyordu ama anlamsız geliyordu. Onu daha önce hiç görmediğime emindim. Nefesini bir süre daha yakınımda hissettim, tepki vermedim. Tepkisizliğim onun geri çekilmesini sağlamıştı. Geri çekildiği gibi sessiz bir nefesi ciğerlerimden dışarı bıraktım. Ders zili çaldığında öğretmen gecikmeden sınıfa girdi. “Merhaba arkadaşlar, Ben Enzo Cooper. Fen derslerimizi birlikte işleyeceğiz.” Gözleri tüm sınıfta dolanırken benimkilerde buluştu. “Okulumuza hoş geldiniz Bayan Queen, bize kendinizi tanıdın.” Oturduğum yerden ayağı kalktım, ellerim hemen kalçalarımın yanında salınıyordu. Avuç içlerimi sıraya dayayıp hafifçe öne eğildim. “Ben Juliet Queen, Gold Plate lisesinden geliyorum.” Bay Cooper parmak uçlarıyla yüzündeki gözlüğü geriye doğru itekledi ve direkt olarak gözlerimin içine bakmaya devam etti. “Bir süredir okul hayatına ara verdiğini duydum, umarım arkadaşlarına çabuk yetişirsin” Alay dolu sesi kulaklarımı tırmaladı. Ben biraz daha öne eğilirken dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı. “Okul hayatıma ara verdim, eğitime değil. O yüzden yetişeceğime eminim, Bay Cooper.” Yerime oturacağım sırada bakışlarım bir anlığına pozisyonuma takıldı. Eteğim kısaydı, fazlasıyla öne doğru eğilmiştim ve Tanrım; Eteğimin ucunu kalçalarımın hizasında hissedebiliyordum. Omuzumun üzerinden geriye doğru baktım, bakışları kalçalarımdaydı. Yüzünde keyifli bir sırıtma varken kollarını göğsünde birbirine geçirmişti. Bakışları benim gözlerime kaydığında tuhaf gözlerle beni süzdü. Bundan rahatsız olmuyormuşum gibi sakince yerime oturdum fakat içim huzursuzlukla dolmuştu. Nefesini ensemde hissedebiliyordum. “Nicholas Connel,” dedi Bay Cooper tok sesiyle. İsmi duyunca tuhaf bir tanıdıklık tüm kanımda gezindi. Belki bu isim değil ama benzer bir isim gerçekten benzer bir isim anılarımda var gibi hissetmiştim. Ses, yüz, görüntü yoktu silik bir karakter gibi öylece havada asılı duruyordu. “Buradayım.” Arkamdan gelen tok ses tenimi diken diken etti. Sırtımı yasladığım yere tutunurken vücudumu yana döndürdüm ve ona baktım. Yüzlerimiz fazlasıyla yakınken ferah nefesini de net bir şekilde hissedebiliyordum. Donuk ifadesi bozulmazken benim de suratımda benzer bir maske vardı. “Yoksa beni hatırladın mı, tatlım?” Göz rengi çok koyu bir maviydi. Kavruk teni canlı duruyordu. Uzun kirpikleriyle buluşan gözleri okyanusun dibi gibi karanlık hissettiriyordu. “Seni tanımıyorum.” Bakışlarında yine aynı nefret yansımaları ışıldadı. Dudakları kibir ve öfkeyle kasıldı. Yavaşça ayağa kalktı, bir elini kendi sırasının üzerine diğeriniyse benim sıramın üzerine koyarak üzerime doğru eğildi. Herkes lanet olası herkes bize bakıyordu ve Bay Cooper sesini bile çıkartmıyordu. Dudakları kulağımla aynı hizaya geldiğinde kendimi korumak, üzerime daha fazla eğilmesini engellemek adına elimi göğsüne koydum ve baskı uygulamadım. Bir kayayı andıran sert göğsü avucumun altında kasıldı. Kaslarının seğirmesini hissedebiliyordum. “Bu çok uzun sürmeyecek, hatırladığındaysa buna pişman olacaksın.” Tam anlamıyla fısıldamıştı. Erkeksi sesi tüm tüylerimi diken diken yapmıştı. Bir elini göğsündeki elimin üzerine koydu. Elim ateşe değmiş gibi hızla çekmeye çalışsam bile buna izin vermedi, elimi sıkıca tutmuştu. Kulağımdan çekilip başını çevirdi, gözleri gözlerimdeydi. Çok kısa bir an bana öyle baktı. Anlamsız ve bomboş. Sonrasında da hiçbir şey olmamış gibi üzerimden çekildi. Yerine oturacağını düşünürken Bay Cooper’la göz göze bile gelmeden sınıfı terk etti. Sınıftan çıktığı gibi fısıltılar yükselirken ben de kafamdaki onlarca soruyla baş başa kalmıştım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD