2. Bölüm: Suratıma Boşalmanı İstiyorum

2062 Words
Bilinmeyen Numara: Hâlâ iri kıçının eteğin altında ne kadar seksi durduğunu düşünüyorum. Bilinmeyen Numara: Bugün seni o etekle tekrar görmek için sabırsızlanıyorum. Seçmeli dil dersindeyken aldığım mesaj buydu. Kim olduğunu tahmin etmek benim için güç değildi. Üç gün önce eğildiğim zaman belirginleşen kalçalarıma gözlerini diktiğini biliyordum. Bilmediğim şey öylece numaramı nereden bulduğuydu. Mesajı art arda birkaç kere okudum. Telefon defterimin hemen üzerindeyken öylece ekrana ve meseja bakıyordum. Sorular beynimin içinde dönüp dolaşırken geceleri onu hatırlamak için ekstra düşüncelere dalıyordum ama bende anımsattığı hiçbir şey yoktu. Üç gündür okuldaydım ama derslerimizde bile karşılaşmamıştık, okula gelmediğini anlamak çok zor değildi. “Señorita Juliet, ¿está escuchando?(Bayan Juliet, dinliyor musunuz?)” Bayan Pia’nın sesini duyduğum gibi bakışlarımı telefonumdan çektim, odaklandığım şey tamamen oydu. “Estoy escuchando, Señorita Pia, lo siento.(Dinliyorum Bayan Pia, özür dilerim.)” Bakışlarını üsten üsten üzerime dikti. Parmaklarım hemen defterimin yanındaki kalemi sıkıca kavradı, tahtaya yazdığı İspanyolca kelimeleri defterime tekrar geçirmeye başlamışken başını olumsuz anlamda salladığını fark edebilmiştim ama umursamadım. Yeni bildirimle telefon ekranım yanıp söndü. Gözlerim yeniden ekrana kaydığında yeniden yazdığını gördüm. Bilinmeyen Numara: Bana cevap vermemek mantıklı bir karar değil. Yazdıkları üzerinde durmam gereken şeyler değildi, benim için cevap verilmesi gereken yazılar da değildi. Anlamsız, yersiz ve gereksizdi. Telefonu hızlıca elime alıp hiç düşünmeden numarasını engelledim. O engellemeyse içime bir huzur fidanı ekmiş gibiydi. Derin bir nefes aldım. Derse tüm odağımı vermiş, diyaloglara ve kelimelere iyice adapte olmuşken sınıfın kapısı aralandı, içeriye Nick girdi. Sınıftaki çoğu kişinin odağını, ilgisini toplamıştı. Uzun süredir sessiz olan sınıf onun girişiyle gürültülenmeye başlamıştı. Üzerinde okul üniformaları yoktu, futbol takımının antrenman formalarını giymişti. Kaskı elindeydi, saçları darmadağındı. Nefesleri sakin ama keskin gözüküyordu. Bakışları tüm sınıfın üzerinde dolanırken benimkilerle kesişti. Karanlık ve de kararlı bakışları üzerimde gezinirken dudaklarında çarpıp bir gülümseme oluştu. O gülümsemeye rağmen gözleri beni paramparça edebilirmiş gibi duruyorsu. “Señorita Pia, necesito comprar a Julieti (Bayan Pia, Juliet’i götürmem gerek.)” İspanyolca ağzında cennet gibi duruyordu. Hayır hayır, bir şeytan size cehennemi cennet gibi vaadediyor gibiydi. Ses tonu, kalın ve erkeksiydi. O aksan ağzına o kadar yakışmıştı ana dilinin İngilizce değil de İspanyolca olduğunu düşünebilirdim. Belki de ikisini de kullanıyordu çünkü itiraf etmesi zor olsa da mükemmeldi. O an o kadar etkilenmiştim ki beni öylece almak istemesine hatta alırsa başıma nelerin gelebileceğine bile dikkat edememiştim. “¿Por qué se lleva a la señorita Julieti, Sr. Connel? (Neden Bayan Juliet’i götürüyorsunuz, Bay Connel?)” Bayan Pia bu savaşı kaybetmeyecek gibi kararlı duruyordu, bu onunla ilk dersimiz olduğu halde onun hakkında şunu öğrenmiştim: Dersinden öğrenci çıkarmaktan, dersinin dinlenmemesinden ve o konuşurken başka bir şeylerle uğraşılmasından nefret ediyordu. Bunların gerçekleşmesiyse bir dönem boyunca size kinlenmesine sebep olabilirdi. “El Sr. Carter quiere ver a Juliet, así que detente y llama al Sr. Carter. (Bay Carter Juliet’i görmek istiyor, hadi durma ve Bay Carter’ı ara.)” Bayan Pia öylece Nick’e baktı. Bakışları öfkeyle bana kaydı, aslında onun dediklerinin doğru olup olmadığını sorgulamak istiyordu sadece bunu yapacak cesareti yoktu. Bay Carter okul müdürüydü ama biliyordum ki beni asıl görmek isteyen kişi o değil, şu an sınıfı basan adamın ta kendisiydi “Señorita Juliet, salga y no interrumpa más mi lección. (Bayan Juliet, dışarı çıkın ve dersimi daha fazla bölmeyin.)” Başka bir şey demesine gerek yoktu. Eşyalarımı toparlayıp sıramdan kalktım, Bayan Pia’yla göz göze gelmeden kapıta doğru ilerlerken öylece kapıya yaslanmış beni izliyordu. Soğuk bakışları sadece yüzümde değil her yerimdeydi. Kapıdan geçerken vücudu üzerime doğru eğildi ama ona değmeden aradan kaçabilmiştim. Hızlıca dolabıma doğru ilerlerken hemen arkamdaki sert adımlarını duyabiliyordum. “Yavaşla, kuzu.” Bir rahip gibi bana seslendi. Korkunç bir ayin sakinliği taşıyordu. Adımlarım daha da hızlandı, dolabıma geldiğim gibi kapağı açtım ve çantamı içine tıktım. Dolabın kapağını kapatacağım sıra vücudu üzerime kara bir bölge gibi çöktü. “Beni engelledin.” Bir eli başımın hemen yanından dolaba yaslanmışken diğeri belimin yanından duvara dayanmıştı. Belimin yanındaki elindeyse hâlâ kaskı sarkıyordu. Aramızda mesafe yoktu, tanrım. Vücudunu tam anlamıyla hissedebiliyordum. “Koridordayız,” diyebildim tek nefeste. Sesim o kadar kısıktı ki zar zor duyabilmiştim. Tam olarak neyden korkuyordum. Beni döver miydi, beni öldürür müydü? Sanmıyordum. O zaman bu amansız korkumun ve köşeye sıkışmışlık hissimin sebebi neydi? “Bu beni durdur mu sanıyorsun?” Yüzünü boynuma doğru eğdi. Suratı yanağımla aynı hizaya gelmişti. Bakışlarım yandan onu bulurken burnu hafifçe enseme dokundu. Kendimi tamamen dolaba iterken nefesim titredi. Hızlı bir hamle yapmaya çalışarak eğildim, başımla aynı hizada olan kolunun altından kaçmaya çalıştım. Atağım kaskı tutan kolunu çok rahat bir hareketle belime dolayıp beni havalandırmasıyla son bulmuştu. “Yine mantıklı bir karar değil, tatlım.” Tek koluyla beni taşırken adımları sert ve hızlıydı. “Tanrım, indir beni!” Ağırlığım bir hiçmiş gibi beni hafifçe yukarı doğru zıplattı ve iyice belime sarıldı. Parmaklarım çaresizce beni sarar koluna sarılmıştı, itmek için başarısız ataklarda bulunuyordum. Bana cevap bile vermeden boş bir sınıfın içine bizi soktuğunda beni yere indirdi, sırtım kapıya değinceye kadar üzerime doğru yürüdü. Elindeki kaskı yere bırakırken sarsılamaz şekilde tam önümde durdu. Gözlerim gözlerinden bir saniye bile ayrılmamıştı. Üzerime eğildi, uzun kemikli parmaklarını ensemdeki saçların arasına daldı ve suratımı suratına doğru çekti. Diğer eli öyle sıkı belime sarılmıştı ki nefesim kesiliyormuş gibi hissettim. “Bana cevap vermeliydin.” Dudaklarıma doğru tok sesiyle fısıldadı, sınıf karanlıktı. Seçebildiğim tek şey o parlak gözleriyle ıslak dudaklarıydı. “Kaba mesajlarına cevap vermek istemedim.” Sesim kendinden emin çıkmıştı, hatta güçlü bile olduğunu söyleyebilirdim. Belimdeki eli yavaşça kalçalarıma doğru indi, kıçımın sol yanağını koca eliyle kavrayıp avuçlarken dudaklarımdan çıkmak için yükselen inlememi yuttum. Şu an tam olarak ne yaşanıyordu? “İri kıçından bahsetmem nasıl kabalık olabilir, onu övüyordum.” Öylesine bir şeyden bahsediyormuş gibi rahattı. Bu adam kendini ne sanıyordu? Kıçımın üzerinde sert eli dolaşırken parmaklarım göğsüne doğru çıktı, onu sertçe ittim. Başarısız oldum, bir kaya kadar sertti. Yerinden bile kıpırdamadı ve umutsuzlukla doldum. “Şu an beni taciz ediyorsun, seni şikayet edebilirim.” Sözlerimin altı boş değildi, bunu yapabilir ve onun hayatını cehenneme çevirebilirdim. Babam bunu yapacak güce sahipti. Kalçamdaki elini çekti, göğsündeki elimi diğer elimle birlikte kavrayarak belimde birleştirdi. İki bileğim tek bir elindeyken göğüslerim suratına doğru hafifçe yükselmişti. Sertleşmiş göğüs uçlarım öylece onu karşılıyordu. “Bunun taciz olduğuna kim inanır? Seni öldürsem bile herkes seni saklayıp beni korumak için elinden geleni yapar.” Bakışlarımız birbirine öfkeyle tutunurken ensemdeki elini göğüslerime götürerek göğüs ucumu gömleğimin üzerinden çimdikledi. İşaret ve başparmağı arasında sıkışan göğüs ucum sızladı, lanet olsun ki bu sızlama bacak arama kadar ulaştı. Parmak uçlarıyla az önce çimdiklediği yerin üzerinde daireler çizerken sırıtarak gözlerimin içine baktı. “Kim olduğumu ve neler yapabileceğimi bilmiyorsun, bilseydin bana bunları yapmaya cesaret edemezdin.” Dudakları sadece kirli bir sırıtışla lekelendi. Gözlerindeki o tehlike parıldamalarını görebiliyordum. Uzun bir süre o bakışlara sahiptim ama şu an sadece maskesi suratımda kalmıştı. Artık korkuyordum. “Hayır tatlım, seni tanıyorum. Eski okulunda neler yaptığını, beni nasıl bir hiç gibi unuttuğunu da çok iyi biliyorum.” Parmakları hâlâ göğüs ucuöum etrafında hareket ediyordu. “Ama merak etme, bu uzun sürmeyecek. Beni hatırlayacaksın.” Yutkundum. Bir psikopat gibi gözüküyordu. Dudaklarındaki o gülümseme, kısık koyu mavi gözleri. Dehşet vericiydi. Daha dehşet verici olansa söyledikleriydi. Beni nasıl bir hiç gibi unuttuğunu çok iyi biliyorum. Bu ne demekti? Onu tanımıyordum, benim için eski bir anı mıydı? “Bırak beni.” Sözlerim bir sızlanmadan ibaretti. Aklım hem sözlerinde hem de göğüs ucumdaki parmaklarındaydı. Ferah nefesi yüzümü yalayıp geçtikçe kendimi bir uçurumun kıyısımda hissediyordum. İtiraf bile etmek istemeyeceğim kadar tanıdık hissettiriyordu dokunuşları. Bu yüzden mi korkuyordum ya da bu yüzden mi bu kadar ileri gitmesine dur demiyordum? “Bana seni bırakmamı istemeden önce amına dokunduğum zaman parmaklarımın ıslanmayacağını söyleyebilir misin?” Terlemiştim, tanrım yapış yapış olmuştum. Nefeslerim yeterince düzensizleşmişti. Şu an rezil bir hâldeydim. Her anlamda rezildim. “Böyle bir şey mümkün değil, bırak beni. Lanet olsun!” Hırçın sesim bir fısıltıdan ibaretti, yakalanma korkusuyla sessizce konuşurken aslında bizi bulmaları için daha yüksek sesle konuşmam gerekmez miydi? Peki kasıklarımda hissettiğim o lanet ıslaklığa ne demeliydi? Karşı koyamamak beni tahrik mi ediyordu? Üzerimdeki kravatı gevşetti, beyaz dantelli sütyenim ortaya çıkana kadar düğmelerimi açtı. Kollarımı ellerinden kurtulabilmek için hareket ettirdiğim her seferde daha da sıkı kavradı. “Aslında eğer beni tacizden dolayı şikayet edeceksen, bunu neden gerçek kılmıyorum?” Bariz bir eğlenme vardı ses tonunda. Sol mememi sütyenimi aşağı çekerek ortaya çıkarttı. Derin bir nefes alırken baş ve işaret parmağını dudaklarına götürerek yaladı, sonrasında da göğüs ucumu o ıslak parmaklarıyla çimdiklemeye, sıkıştırmaya ve onunla kelimenin tam anlamıyla oynamaya başladı. Dişlerimi sertçe dudaklarıma geçirmişken ağzımdan bir inilti kaçmaması için tanrıya yalvarıyordum. “Bunları görmeyeli o kadar zaman oldu ki.” Bir fısıltı gibi çıkan sesine anlam veremedim. “Ne demek istiyorsun, beni takip eden bir sapık mısın?” Bana cevap vermedi, sadece dudaklarında yine o çarpık gülümsemelerden biri oluştu. Meme ucumda bir süre oyalandıktan sonra parmakları eteğimin altına doğru kaydı, hedefi altımdaki tanganın dikiş noktalarıydı. Parmakları o dikişlerin üzerinde geziniyordu. Birkaç milim daha ilerlese ne kadar ıslandığımı anlayabilirdi. “O küçük amından gelen sıcaklığı hissediyorum, seni tam burada sertçe parmaklayarak boşaltabilirim. Bunu istemez misin Queen? Uzun zaman oldu.” Tanrı aşkına ne zamanından bahsediyordu. Bu herife dair hiçbir şey hatırlamıyorken ben hâlâ lanet olası bir bakireydim. Onunla bir şeyler yaşamış olma ihtimalim yoktu. “Lütfen dur.” Çaresiz sesim düşüncelerimin içten içe zıttıydı. Yalan söyleyemeyecektim, amım sırılsıklamdı. İznimi bile almadan beni parmaklamasını umuyordum. Hastalıklı bir ruha sahip olduğumu itiraf etmek zorundaydım. Düşüncelerimi okuyormuş gibi tangamı kenara itti, işaret ve orta parmağını ıslak yarığıma boylu boyunca sürttü. “Amının durmamı istediğini sanmıyorum, tatlım. Sanırım cevap olarak onu dinleyeceğim.” Birkaç sürtünmeden sonra başparmağı klitorisimi buldu, bileklerimi tutan elleri beni serbest bıraktığı gibi önümde dizlerinin üzerine çöktü. Lanet olsun şu an napıyordu? “Çok uzun zamandır bunu bekliyorum,” bir eliyle kalçamdan destek alarak beni suratına doğru çekti, “…tadını ne kadar özlediğimi biliyor musun, kuzu?” Dilini amım boyunca sürttü. Ellerim omuzlarına tutunurken bir bacağımı kaldırdı. Yemin ederim, lanet olsun yemin ederim ki onu itmek istedim. İçimde ufak bir parça en azından bunu diledi ama kaldırdığı bacağımı omuzuna yerleştirip başını tam anlamıyla amıma gömmesiyle bu düşünce bir hiç hâline geldi. Kıç yanaklarımı sıkıca tutup iki yana doğru ayırırken ağzını ıslak amımdan ayırmadan diliyle beni tadıyordu. Dilinin ucu klitorisime her değdiğinde ağzımdan ufak bir inleme dökülüyordu. “Tanrım, Nick!” Adı bir haykırış gibi ağzımdan döküldüğünde kıçımdaki bir elini çekti, iki parmağı kaygan girişimden zorlanmadan girdi. “Ah, evet. Tanrın olmak istiyorum, haykır tatlım.” Dudaklarım titredi, boynumdan göğüs arama doğru bir ter damlası yavaşça süzüldü. Açıkçası şu an perişan hâldeydim. Perişan hâlde, tamamen zevk içinde. Kıçımdaki ellerinden birini göbeğimden mememe doğru çıkarttı ve avuçladı. Çıplak memem nasırlı sert avuçları içinde iyice hassaslaştı. Okşamıyordu, sertçe memelerimi avuçluyor ucunu çekiştirerek çimdikliyordu. “Hadi bebeğim…” diye amıma doğru fısıldadı, serin bir esinti kıvrımlarım boyunca gezindi. “Suratıma boşalmanı istiyorum, şimdi.” Parmakları ve ağzı eş zamanlı hareketlerle beni darmaduman ediyordu. Omzundaki elim saçlarına doğru çıktı, saçlarını sertçe çekiştirip suratını amıma bastırırken mantığım amıma sızan diliyle birlikte kayıp gitmişti. Okulun dördüncü, onu görüşümünse ikinci günüyken şu an önümde diz çökmüş bir şekilde amımı tam anlamıyla talan etmesine izin vermiştim. Aslında benden izin almış sayılmazdı, buna beni istedi ve aldı demek daha doğru olurdu. İki parmağı içimde hareket ederken parmakları kıvrılmış, her seferinde doğru noktaya vurmaya ant içmişti. Sağ elinin iki parmağıyla yavaşça klitorisimin üzerinde dairesel hareketler çiziyordu. Nefes nefese kalmıştım. Son bir darbe daha diye düşünürken telefonumun yüksek sesli melodisi beni kendime getirdi. Saçlarındaki elim çözüldü. Ceketimin cebinden telefonu çıkardığım gibi annemin adını görmemle omzundaki bacağımı kullanarak onu geriye doğru ittim. Pozisyonunu sarsılmışlığın etkisiyle koruyamazken geriye doğru sendeledi ve kıçı üzerine düştü. Avuçları yere yaslanmıştı, bir dizini kendine doğru yayvanca çekmişken diğeri boylu boyunca uzanıyordu. O gerçekten çok uzundu ve siki tamamen sertleşmiş gözüküyordu. Öfkeli şehvet dolu dolu bakışları hâlâ ölesiye bir nefreti de bana yöneltirken derin nefesler alıp veriyordu. İlahlaştırılabilecek kadar yakışıklıydı. Dolgun capcanlı duran dudakları hafifçe ayrılmıştı, amımın suyuyla tamamen ıslaklıktan parlıyordu. Sadece dudakları da değil suratının tam ortası şekilli burnu da dahil ıslanmıştı. Çıkık elmacık kemikleri, keskin çene hattıyla birleşince gerçekten özenle yontulmuş bir heykeli anımsatıyordu. Mavi gözleri o yoğun kirpikleri arasından çok tuhaf bir nefretle parıldıyordu. Aslında az önce amımı dağıtmış gibi değil de beni katletmiş gibi gözüküyordu. Tanrım, az daha tüm cinsel deneyimimi onun ağzına öylece bırakacaktım ve beni tam anlamıyla zorlamış bile sayılmazdı. Böylesine aciz bir ruh olmama mı yoksa bundan keyif alıp boşalma eşiğine gelecek kadar sürtük olmama mı şaşırmalıyım bilememiştim. Tamamen dağılmış gözüktüğüme emindim, kendimi ve üzerimi toparlayıp onu öylece yerde bırakarak dışarı çıkarken annemin aramasını cevapladım. Onun aramasını cevaplamadan önce duyduğum tek şeyse o engeli kaldırmamı söyleyen tehditkâr sesiydi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD