3. Bölüm

2685 Words
Arkana bakma! Arkana bakma! Tanrım! Lanet olsun ! Keira'nın kalbi deyim yerindeyse ağzında atıyor, elleri titriyordu ve bacakları yürüyemeyecek kadar uyuşmuş gibiydi. Ne yöne gideceğini şaşırmamak için odaklanmaya çalıştı. Merdivenleri hızla inerken gerilerde "Nöbetçiler!" diye bağıran ses ile adımlarını hızlandırdı. Mutfağı geçip de tünel kapısına vardığında kaledeki hareketliliğin anormal derecedeki artışını duyabiliyordu. Hızla tünele geçerek kapıyı arkasından kapattı. Tüneli geldiğinden daha hızlı bir şekilde koşarken bir kaç kere düşmüş fakat kutuyu koruyabilmişti. Soğuk nemli duvarlarda kendi nefesinin yankısını duyabiliyordu. Arkasına bakmaya bile korkarken nihayet tünel sonundaki ay ışığı kendisine ulaştığında durup , gözlerini kapatarak temiz havayı soludu. Ömrü hayatında bu denli hareketli bir gün yaşamadığını düşündü. ''Başardım. ''dedi nefesini biraz olsun toparlayabildiğinde. Başarmıştı. Elindeki kutuya gülümseyerek bakarken kendisiyle gurur duydu. Bu hayatta istediğini almak konusunda Lachlan'dan daha kararlı insanlar da vardı. Babası bu anı görebilseydi eğer fikrini çoktan değiştirirdi. Yine de, tüm bunlara rağmen Keira ömrü hayatında böylesine korktuğunu hatırlamıyordu fakat yüzünde oluşan gülümsemeyi silemedi. Zira kahkaha atmak istiyordu. Lachlan denen o adamdan gerdanlığı geri almıştı. Yenilmez savaşçı mı diyordu kardeşi? Ne kadar yanıldığını bir bilse şaşkınlıktan tek kelime edemezdi şüphesiz. Lachlan'ın gururu kırılmış olmalıydı ve Keira bu onura eriştiği için gururlandı. Gerilerden duyduğu bağırtılarla birlikte harekete geçip hızla çalılıkları atlayarak atını bağladığı alana yöneldi. Kaledeki ışıkların çoğu yanmaya ve nöbetçiler oldukları yerde hareketlenmeye başlamıştı. Keira biraz daha oyalanırsa yakalanacağını biliyordu. Atına atlayıp kutuyu itinayla çantasına koydu ve atını gerisin geri geldiği yönde sürmeye başladı. Öyle hızlıydı ki önünü göremiyor, bu konuda atına güveniyordu. Ormanın zifiri karanlığında her gölgeyi tehdit gibi algılıyor, sürebildiği kadar hızlı sürmeye çalışıyordu. Dakikalar sonra arkasından gelen at nalı seslerini duyarak kafasını çevirip baktığında atı üstünde bir boğa kadar kızgın görünen adamı fark etti. Bu adamın Lachlan olma ihtimalini düşünürken korkuyla atını hızlandırdı. "Dur!" Lachlan'ın sesi bir gök gürültüsü gibi geceyi yarıp geçtiğinde Keira sakin ol diyerek kendisini telkin etmeye çalıştı. Biliyordu ki durursa bu hayatta gördüğü son şey Lachlan McKenzie denen adamın kendi kanıyla sulanmış elleri olacaktı. Belki de görmeye bile fırsatı olmayacaktı. "Sana durmanı emrediyorum!" Lachlan önünde atını süren adama yeniden bağırdığında onun hareketinde en ufak bir yavaşlama dahi göremedi. Öfkesi öylesine büyüktü ki bu hırsızı bir yakalasa ölümlerden ölüm beğendirecekti. Nasıl fark edememişti? Her zaman en ufak kapı gıcırtısına uyanmasına rağmen bu gece ne olmuştu da bir ölü kadar ağırlaşmıştı uykusu? Fazla mı içmişti yoksa artık yaşlanmaya mı başlamıştı? Bu hırsız odasına kadar gelip kendisine ait olan olana göz koymuştu. Kaleye nasıl girebildiğine bile şaşırırken geri döndüğünde nöbetçilerin hepsini tek tek talim tahtası yapıp acemilerin önüne atacaktı. Fakat önce bu hırsızı yakalaması gerekliydi. Sırtından okunu çıkarıp atın yularını bırakarak üstünde dengede durmaya çalıştı. Onu öldürmeyecekti, henüz değil . Kim olduğunu ya da kendisinden ne aldığını görecekti. Sonra ölüm onun kurtuluşu olacaktı, ölmesine izin verirse elbet. Yayını gerip de okunu ilerideki ağaca fırlattığında hırsızın atının korkuyla şaha kalkışını ve sahibini yere düşürüşünü yüzünde bu hareketinden memnun bir gülümsemeyle izledi Keira atının kendisini üzerinden atmasını beklemeyerek sırt üstü yere düştüğünde acıyan sırtına lanetler ediyordu. Kahretsin! Yerinden hızla doğrulmaya çalışırken ağrıyan bileğiyle öfkesi daha da büyüdü. Elini beline götürerek hançerinden güç almak ister gibi sıkıca tutundu. Bakışlarını yüzünde alaycı bir gülüşle atından inen adama çevirdiğinde ağzı şaşkınlıkla bir iki kere açılıp kapandı. Lachlan McKenzie! Hayır dedi . Bu adam Lachlan McKenzie olamazdı. Belki de olurdu zira onu daha önce hiç görmemişti. Ay ışığı altında seçebildiği yüzü bir heykeltıraş tarafından özenle yontulmuş gibiydi . Renginden pek fazla emin olamadığı gece karası gözleri öfkeyle parıldıyordu ve hafif kemerli burnu kusursuz yüzünün tek kusuru gibi orada duruyor, dudakları bir çizgi halinde sessizce bekliyordu. Gecenin ayazında yarı çıplak bedeninin heybeti gücünün bir yansıması gibiydi ve Keira bu görüntüye bakakalırken yutkunmadan edemedi. Dostunu yakın tut, düşmanını daha yakın . Keira iç sesinin kendisiyle alay ettiğini fark edebiliyordu . Zira bu adama ağzı açık bakıyor ve neredeyse methiyeler diziyordu. Ki bunun şu an hiç sırası olmadığının da çokça farkındaydı. Lachlan atından inip de yerde toparlanmaya çalışan hırsıza doğru yürürken ondan duyduğu bir kaç küfürle kaşlarını istemsizce çattı. Ses tonundaki ince tını bir erkeğe ait olamayacak kadar güzel gelmişti. Güzel mi gelmişti? Gerçekten mi ? Bu durumu kafayı yemek üzere oluşuna bir işaret saydı. Bugün nesi vardı? Aklının mantıklı yanını kaybetmiş gibi sersemlemişti. Başını olumsuzca iki yana sallarken bakışlarını karşısındaki hırsıza sabitledi. Pelerininin altında yüzünü göremediği yabancının derin solukları geceye karışırken "Sanırım sende bana ait olan bir şey var " dedi buz gibi bir sesle. Keira tüylerini diken diken eden bariton sesi duyduğunda yerinde daha da dikleşerek sessizliğini korudu. Kendisine ait olduğunu sandığı bu gerdanlığın asıl sahibini biliyor muydu? Bu kadar kibirli olmamalıydı. "Meydan mı okuyorsun?" Lachlan hırsızın kendi karşısında bu denli özgüvenli duruşuna hayret etti." Anladığım kadarıyla kim olduğumu bilmiyorsun ..." Lachlan kılıcını kınından çıkararak yerde kendi etrafında yavaşça daireler çizmeye başladı. "Ya da bildiğin halde benden bir şey çalabileceğini düşünen bir ahmaksın" Keira buna ancak gülebilirdi ki kıkırtısına engel olamadı. Ağzını eliyle kapattığı için sesi boğuk çıkmıştı. Lachlan arsız bir şekilde kendisine gülebilme cesareti gösteren bu hırsıza daha ne kadar şaşırabileceğini düşünürken "Ölüm , sana çok yakışacak " dedi. Bir kaç adım ilerleyerek hırsıza yaklaştı fakat onun geri çekilmeyişi karşısında takdir etmeden edemedi. "Korkusuz bir asker misin yoksa aptallığına mı yormalıyım bu cesareti?" Keira adamın kendisine yaklaştıkça büyüyen bedenine şaşkınla bakarken onun ses tonundaki tehdidi fark edebiliyordu. Cevap alamadığı için biraz daha öfkeleniyordu. Onu öfkelendirebildiği için de içten içe zevk alıyordu. "Ya şimdi konuşursun ya da başın gövdenden ayrıldığında ibret olsun diye dilini keserim" Lachlan bunu yapacaktı elbet. "Senden korkmuyorum Lachlan McKenzie. " Keira sırtındaki hançeri hızla çıkarıp fırlattığında , hançerin Lachlan'ın sağ omzuna saplanışını biraz şaşkınlık biraz da korkuyla izledi. Lachlan beklemediği bu hamle karşısında acıyla yüzünü buruştururken dudaklarından çıkan küfre engel olamadı. Hançeri yerinden çıkarmayacak şekilde tuttuğunda öfkeyle soludu. "Seni öldürmeyeceğim küçük hırsız. Seni ölmekten beter edeceğim" Yerin ayakları altında kayışıyla dizlerinin üzerine çökerken , hırsızın pelerinini başından yukarı doğru kaldırışını izledi fakat gördüğü ay parlaklığındaki yüzle ağır yara aldığına emin oldu. Karşısında dimdik duran kadın, eski zamanların kadim büyücülerinin asaletini taşırcasına görkemliydi. Öyle ki şimdiye kadar gördüğü tüm güzellikleri unutturacak bir sanat eserine baktığını düşünüyordu Lachlan. Muhakkak Tanrılar onun yaratılışına herkesten biraz daha çok özen göstermişti. Ayın parlaklığını bile silikleştirecek saçları rüzgarda salınıyordu. Kibrinin ve inatçılığının bir yansıması gibi kalkık burnu ve çenesi dolgun dudaklarını çevrelemişti. Buz mavisi gözlerinin üzerinde yay gibi uzanan kaşlarına ok gibi kirpikleri eşlik ediyordu. Lachlan gözlerinin gördüğünü bir serap saymak niyetindeydi . Hırsızın hançeri sağ omzuna isabet etmişse bile göğsünde hissettiği sızı da neyin nesiydi? Lachlan kadının güzelliği karşısında iç çekmek istedi. Ay ışığı altında bir Tanrıça'nın zarafetini taşıyan bu kadın öylesine güzeldi ki mevsimler değişirdi bu uğurda, barış zamanı savaşlar çıkar , dünya tersine dönerdi, öylesine güzeldi ki kış mevsiminde bahar gelirdi , ay ve güneş kıskançlıktan doğmazdı zira onun aydınlığı her yere yeterdi. Gözleri kapanıyordu fakat inat etmişti sonuna kadar bakmaya . Gözünü bir kapasa yahut bir anlığına kırpsa kirpiklerini bir daha göremeyecekti cenneti. Oysa cennete layık bile değildi. "Sen de kimsin?" sesi dudakları arasından zorlukla çıkarken kim olduğunu ölesiye merak ediyordu. Oysa şu an dünyanın en öfkeli adamı olmalıydı zira bu kadın ölüm meleğiydi ve ruhunu teslim etmeye bu kadar hazır hissetmemeliydi. Son sözleri dudaklarında son kez can bulurken gerilerden duyduğu isim belli belirsizdi. Keira yaptığı hatanın farkına vardığında Lachlan'ın iri bedeni çoktan yerde uzanmış bir ölü kadar hareketsizleşmişti. Gözlerinde biriken yaşları geri göndermeyi amaçlayarak bir kaç kere kırpıştırdı. Lachlan McKenzie'yi yaralamıştı. Tanrım! Ne yapmıştı? Gerdanlığı alıp gidecekti fakat şimdi Lachlan McKenzie'yi öldürme suçundan idam hükmü giymişti. Sen de kimsin diyen sese karşılık ''Ne yaptın sen Keria ?'' diye sordu ,düşüncelerinin sesli olduğunu fark etmemişti. Tedirgin adımlarla Lachlan'ın yere yığılan bedenine yaklaşarak kalbini dinledi. Duyduğu bir kaç teklemeyle derin bir nefes alarak rahatlarken onun sadece bayıldığını anladı. Peki şimdi ne yapacaktı? Yaşamaması kötüydü. Yaşaması daha da kötüydü. Yüzünü görmüştü ve lanet adam öyle dikkatli bakmıştı ki ezberlediğine yeminler edebilirdi. Keira bir an bu adamı burada böylece bırakmayı ve kaçarak uzaklaşmayı düşündü. Kim kendisinden şüphelenebilirdi ki? Kendisi gibi bir kadının Lachlan 'ı bu şekilde yere serdiğini duyan herkes muhtemel günlerce bu şakanın komikliğine gülerdi. Keira en iyi yolun hançeri çıkarıp yarayı temizlemek olduğunu biliyordu fakat koca ormanda tek başına ne yapabilirdi? Atının kişneyen sesine gözlerini devirdi. "Hepsi senin suçun biliyorsun değil mi?' Harika şimdi de bir atla konuşuyorsun Keira. Keira elini pişmanlıkla yüzüne kapadı. Olduğu yerde beklerse yakalanacaktı. Fakat giderse Lachlan kan kaybından ölecekti ve o ölürse Keira da muhtemel yakalanacaktı. Tüm bu olanların tek suçlusu ağabeyiydi. Lanet olasıca adamın tek bir doğru davranışı yoktu. Ailenin yüz karası olmakla kalmayıp bir de baş belasıydı. Onun yüzünden buradaydı ve onun yüzünden katil olmak üzereydi. Keira Lachlan'ın gittikçe soluklaşan yüzünü ve kuruyan dudaklarını fark edebiliyordu. Nefesi biraz daha yüzeysel hale gelmişti ve neredeyse soluk alıp verişini duyamıyordu. Yine de tüm bunlara rağmen yakışıklılığından tek bir şey kaybetmemişti. Harika! Şimdi de canına kast ettiği adama methiyeler düzüyordu. Fakat Keira aklını kaybetmiş olmalıydı yoksa bu durumda bile adamın yakışıklılığı hakkında fikir yürütmezdi. Lachlan... Adını duyduğu ilk anda yaşını başını almış bir adam düşünürken, şimdi karşılaştığı bu genç adam nasıl olurdu da herkesin korktuğu savaşçı olabilirdi? Keira , onun atıyla bir bütün şekilde arkasından gelişini anımsadı. Ölüm meleği gibi kanatlarını açmıştı . Tamam belki de ondan korkulacak bir kaç yönü vardı yine de onu beklemediği bir şekilde yaralamıştı. Emindi ki hiçbir düşmanı ona bu şekilde yaklaşamamıştı. Bu fikirle neredeyse keyiflenecekti fakat uygunsuz bir durumda olduğu gerçeğiyle yüz yüzeydi. Duyduğu nal sesleriyle Lachlan McKenzie'yi yalnız bırakıp hemen yerinden doğrularak atını çalılıkların arkasına doğru çekiştirdi. Bir kafile dolusu asker bulundukları alana geldiğinde Lachlan'ın yerde yatan bedenini fark etmeleri uzun sürmedi. "Lord Ailbert! Ağabeyiniz yaralanmış" dedi bir asker Şaşkınlığı ses tonuna yansımıştı. "Lanet olsun !" hızla atından inen Ailbert "Kim buna cüret edebilir?" diye bağırdı. Sesi ormanda yankılanırken bir kaç karga ağaçların arasında havalandı. Ağabeyini yerde sırt üstü yaralı bir halde gördüğünde yüzünde oluşan şaşkınlığın yerini öfke çoktan doldurmuştu. Uykusundan ağabeyinin gürlemesiyle uyanırken ne olduğunu anlayamamış kaleye saldırı olduğunu düşünmüştü. Oysa sadece bir hırsızdı ve kaleye nasıl girdiğini de en kısa sürede öğrenecekti. Bunca nöbetçi uyuyor muydu? Kale bu kadar savunmasız mıydı? Kale kumandanı Lord Owain Ailbert'in öfkeyle soluyan ifadesini görerek bir adım geriledi . Bu olayın uzun bir süre başını ağrıtacağını biliyordu. Kaleye değil bir hırsız , dışarıdan bir sinek dahi girse kusurluydu . Belki de dışarıdan değil de içeriden bir hırsız diye düşündü. Kaleyi avucunun içi gibi bilen biri . Bunun peşini bırakamazdı yoksa kendisini Campell zindanlarında bulurdu. Highland'ın yüksek dağlık alanlarına kadar aramak zorunda kalsa da yapanı bulması hayati önem taşıyordu. "Bilmiyoruz fakat onu bulacağımızdan emin olabilirsiniz" dedi tereddütle. Ses tonunda mahcubiyet ve tedirginlik izleri dolanıyordu. "Öyle olsa iyi olur Owain ,yoksa başın gövdenden ayrıldığında yapacağın pek bir şey kalmayacak. "Ailbert komutanına dik dik bakarak mesajı almasını sağlarken onun gürültüyle yutkunuşunu izledi. Ardından ağabeyinin ağır bedenini omzuna alarak ayağa kalktı. " Lachlan'ı kaleye götürüyorum! Şifacıya haber verin!" diyerek atına yöneldi. Keira tüm bu olanları gözlerinde korkulu bir ifadeyle izlerken harika bir iş başardın Keira. Bu yaşında bir düşman kazandın diyen iç sesine gözlerini devirdi. Böyle olacağını nerden bilebilirdi? Tek istediği gerdanlığı alıp gitmekti fakat lanet adamın peşinden geleceğini tahmin edememişti. Üstelik en başında kendisine saldıran oydu. Attığı okla atını ürkütmüş yere düşmesine neden olmuştu. Sırtı hala ağrıyordu. Yürüyebilmesi bile mucizeydi. Askerlerin arasında tıpkı Lachlan'a benzeyen adamın öfkeyle inip kalkan omuzlarını görebiliyordu ve belki de birden çok düşman edinmiş olabileceğini düşündü. Aman ne harika ! Nefes almadan askerlerin Lachlan'ı alıp gidişlerini izlerken olduğu yerde bir süre durakladı. Hala etrafta dolaşan askerlerin çıkardıkları gürültüyü duyabiliyordu. Hava soğumuştu , ellerini ovuşturarak ısıtmaya çalıştı. Burada bekleyemezdi fakat bir süre seslerin uzaklaşmasını beklemek zorundaydı. Başına çok kötü bir bela aldığının farkındaydı . En çok da Lachlan McKenzie'nin kendisini görmüş olmasından dolayı tedirgindi. Peşini bırakmayacağını biliyordu . En fazla ne yapabilir diye düşündü. Belki öldürürdü. Ölmek istiyor muydu? Elbette hayır ! O halde yürek mi yedin Keira? Campell kalesine hırsızlık yapmak için gelmen ölüm fermanını imzalamış olman demekti bunu biliyordun. Biliyordu fakat yine de ağabeyinin aksine aile bağlarına bağlı bir insandı. Yüzyıllardır kendilerine ait olan gerdanlığı sıradan bir kumar oyununda kaybetmemesi gerekirdi. Lanet olasıca Samuel ! Lanet olasıca Lachlan McKenzie! Keira etraftaki sessizliğin iyiye işaret olduğunu düşünerek ayaklandı. Ağrıyan bileğine rağmen ata rahatlıkla binebildiği için kendisini tebrik ederken son kez arkasına bakarak atını dört nala McLeod'a sürdü. *** Lachlan göğsündeki sızıyla gözlerini aralarken nerede olduğunu anlayamamanın verdiği tedirginlikle kaşlarını çattı. "İyi misin?" Ailbert iki gündür ağabeyinin yatakta bir ölü gibi uzanışını izliyordu. Onu bu hale getireni bir bulursa eğer doğduğuna pişman etmek tek görevi olacaktı. Fakat kim olduğunu neye benzediğini bile bilmiyordu ve bunu öğrenmek için ağabeyinin uyanmasını bekliyordu. İki günün sonunda gözlerini araladığında nihayet derin bir nefes alabilmişti. Ağabeyine bir şey olması Ailbert'in şu hayattaki tek korkusuydu. Annelerini çok küçükken kaybetmişlerdi ve babalarının ölümü de çok uzak değildi. Tek ailesi Lachlan'dı ve basit bir hırsız neredeyse ailesini elinden alacaktı. Ailbert bunun peşini bırakmayacaktı. "Ailbert!" dedi Lachlan uyku mahmurluğu sesiyle . Sonra yerinden doğrulmaya çalıştı fakat omzundaki ağrının şiddetlenmesiyle inledi. "Lanet olsun !" dedi olanları hatırlayarak. "Bu kadar derin olduğunu düşünmemiştim" "Hatırlıyor musun? Ne olduğunu hemen anlat!" Ailbert sabırsızca ağabeyine bakarken onun bir anda dalgınlaştığını fark etti. Lachlan Ailbert'in sorusuyla geceyi kafasında netleştirmeye çalıştı. Elbette hatırlıyordu. Nasıl unutabilirdi? Odasına kadar giren o hırsızın peşine düşerken düşündüğü tek şey öfkeyle onu parçalara ayırmaktı. Oysa küçük hırsızının bir afrodit kadar güzel olacağını ve kendisini ilk görüşte etkisi altına alacağını bilmiyordu. Öylesine bir afetti ki Lachlan'ın içinde depremler yaratmıştı. Sadece kısa bir an onun ay parlaklığındaki saçlarını ve ruhani bir varlık gibi gecenin karanlığında saydamlaşan yüzünü görmüştü. Bakışları bir kaplan gibi keskin, kendini savunmak konusunda kendinden emindi. Gözünü bile kırpmadan hançerini saplarken bir anlığına onda pişmanlık gördüğünü sansa da emin olamıyordu. Sadece bir an, Lachlan'a bin yıl ah ettirecekmiş gibi iç çektirirken, ömrü hayatında böylesi bir kadınla karşılaşmadığını düşünüyordu. Onu göremeyen herkes biraz eksik gibiydi ve Lachlan onu görmüştü. Yüzünde oluşmaya başlayan gülüşle onun kendisine sivri çenesini inat edercesine kaldırışını hatırlarken "Cidden iyi değilsin" diyen sesle kendisine geldi. "Ne diyorsun?" Lachlan Ailbert 'e kaş çatarken onun da aynı ifadeyle kendisine bakıyor oluşunu iyiye yormuyordu. "Asıl sen ne yapıyorsun ağabey?" Ailbert ağabeyinin uzaklara dalıp gülümseyen ifadesi karşısında ne düşüneceğini ya da ne yapacağını bilemiyordu. Onun şu an öfkeden deliye dönmesi gerekirdi oysa burada yatmış gülüyordu. Çok kan kaybetmişti ve belki de bu akli dengesini bozmuştu. "Ailbert ..." dedi Lachlan ondan beklenmeyecek sakinlikteki ses tonuyla. Kardeşinin hep fevri hareketleri olurdu. "İyiyim" İyiydi elbette. Hatta hiç bu kadar iyi olmamıştı. "Dün gece ne oldu ?" diye yeniden sordu Ailbert . "Nasıl yaralanabildin?" Basit bir hırsız nasıl olurda ağabeyini böylesine güçsüz düşürebilirdi? "Anlatsam inanacak mısın?" Lachlan kardeşine gülümseyerek baktığında Ailbert ağabeyinin ömrü hayatında bu kadar gülüp gülmediğini düşündü. Onda garipsediği tuhaflığı neye yoracağını şaşırdı. "Neyin var senin?" "Hiç bu kadar iyi olmamıştım," Lachlan iyiydi. Şimdiye dek olmadığı kadar iyiydi. Fakat o ay yüzlü cadı kendisini gördüğünde iyi olabilecek miydi emin değildi. "O hırsız," dedi Ailbert'in beklentiyle bakan yüzüne karşılık. Hala bir şeyler anlatmasını beklediğini görebiliyordu. "Ne çalmış?" "Gerdanlık..."Ailbert hatırlamaya çalışır gibi kaşlarını birbirine yaklaştırdı. "Hani şu dövüşte kazandığın" "Samuel McLeod'dan mı?" Lachlan o kadını Sameul'in gönderip göndermediğini düşündü. O gün gerdanlığı kendisine verirken hiç de pişman görünmediğini biliyordu. Ne diye geri almak istesindi? Belki de Lord Belamir'in fikriydi. Oğlunun yaptığı hatayı bir hatayla daha taçlandırmak istemiş olabilir miydi bilmiyordu fakat bunu gidip öğrenecekti. Omzunu tutarak yatağından doğrulurken "Atımı hazırlasınlar" dedi. "Tanrım , delirdin mi?" Ailbert ağabeyine kızgınlıkla bakarken "Nereye gittiğini sanıyorsun ?" dedi ." Henüz iyileşmedin bile. " Ağabeyini bu halde yataktan kaldıranın o gerdanlık olmadığına emindi. Lachlan askılıktaki gömleğine uzanırken kardeşine yarım bir gülümsemeyle karşılık verdi." Ödeşmeye gidiyorum Ailbert , ödeşmeye" "Bunu adamlarım halledebilir." "Kaleyi bile koruyamayan adamların mı?" Lachlan o kadının kaleye nasıl bu kadar kolayca girebildiğini merak ediyordu. Daha önce gelmiş miydi? Hayır bu mantıksız bir düşünceydi zira onu görse asla unutamayacağını düşünüyordu. Düşünmekten çok bildiği bir şeydi. Aklından çıkmayan o kadını bulmak için dayanılmaz bir istek duyuyordu. "Yapma," Ailbert ağabeyine bozulmuş bir ifadeyle bakarken "O hırsız işinde uzman olmalı" dediğinde Lachlan kaşını alayla kaldırarak cevap verdi. "Yanılmıyorsam askerlerinin de öyle olması gerekiyordu" Ailbert ağabeyine laf yetiştiremeyeceğini fark ettiğinde tamam dercesine omuzlarını düşürdü. Ağabeyine karşı kendisini mahcup eden o asker yığınına öyle bir ceza verecekti ki bir daha değil hırsızı bir kuşu dahi kalenin etrafında barındırmayacaklardı. "Nereye gidiyoruz peki?" dedi merakla. Lachlan kılıcının kemerini beline takarken gözleri ışıltıyla parıldadı. "McLeod'a" ***
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD