Ateş'in yüzüne anlamsız bakışlarımı dikerken serseri bir şekilde gülümsedi. Bana günah mı demişti? Aklım bana yaptığı imayı anlamak için yeterince iyi çalışmıyordu ne yazık ki. Önüme dökülen saçlarımı kenara çekerken yanan avuçlarımın sızısı hızlı bir şekilde sinirlerimi uyardı ve yüzüm tıpkı bir limon yemişim gibi buruştu.
"Ellerine ne oldu?"
Ateş ellerimi ellerine alırken avuç içlerimi ona doğru çevirdi.
"Önemli değil." Dediğimde önce bana sonra tekrar avuç içlerime bakarak kaşlarını çattı.
"Bu mu önemli değil? Revire gidiyoruz hemen. "
Bileğimi tutup beni arkasından çekiştirirken kolumu kendime doğru çektim,
"Oradan bakınca çantaya mı benziyorum? "
"Ne?" afallamış bir şekilde bana döndüğünde bileğimi bir kez daha çekiştirdim ve bu kez bırakmasını sağladım.
"Canın istediğinde beni her yere çekiştirebileceğini mi sanıyorsun? Pardon sanıyorsunuz?"
"Hayır ben sadece---"
"Bu dünyada en nefret ettiğim şey ne biliyor musun?" dedikten sonra onun sormasına fırsat vermeden cevapladım,
"Erkekler. O yüzden benden uzak dur."
"Tamam ama önce ellerini hemşireye gösterelim." Dediğinde ona inanamadım, kendisinden nefret ettiğimi ima etmeme rağmen ellerimi mi düşünüyordu?
Ondan nefret mi ediyorsun? Diye sordu iç sesim. Yüzüne tekrar tekrar baktım ve kendime ondan nefret ettiğimi söyledim, o da bir erkekti ne kadar iyi olabilirdi ki? Bütün bu iyiliklerin altında bir sapık olmadığını nereden bilecektim.
"Bana ne yapacağımı söyleyip durmayın." dedikten sonra bileğimi elinden kurtardım ve merdivenlere yöneldim. Babamın kendini daha iyi hissetmesi için başladığım bu okul başıma bela olacak gibiydi. Annem öldüğünden beri eve çok az uğruyor daha çok işiyle ilgileniyordu. Belki de beni ya da kendisi suçladığı için eskisinden çok daha az görüşüyorduk.
Ateş görüş alanımdan çıkmadan önce son kez bakmak istediğimde bıraktığım yerde durduğunu ve bana baktığını gördüm. Bakışlarımı hızlıca basamaklara indirip, merdivenden indim ve okul binasından hızlı adımlarla çıkıp, bahçede yürümeye başladım. Bazı öğrenciler yeni çıkıyordu, lüks arabalar kapının önünden aldığı öğrencilerle birer biree giderken yürümeye devam ettim. Babam beni almaya gelse o kadar güzel olurdu ki. Çantam sırtımda daha büyük yük olurken okulun bahçesinden çıkıp durağa yürümeye başladım. Toplu taşımaları hiç sevmiyordum, keşke zengin olsaydık belki o zaman annemle markete gitmemize gerek kalmazdı ve yaşıyor olurdu.
"Karen!"
Duyduğum sesle kendime gelirken soluma baktım, babam arabanın açık camından eğilmiş bana bakıyordu.
"Baba?"
"Bugün işim erken bitti seni alayım dedim. Birlikte hamburger yemeye gidelim mi?"
Olduğum yerde dururken sertçe yutkundum, babamı çok özlemiştim ve bu beklenmedik sürpriz iyi hissettirmişti.
"Olur."
Çantamı arka koltuğa koyduktan sonra ön koltuğa geçip kapıyı kapattım, babam arabayı yola çıkarırken emniyet kemerimi taktım.
"Günün nasıldı?" dediğinde binlerce kelime döküldü önüme, farklı bir çok duyguyu aynı anda yaşadığım anlardan birisiydi.
"Pek güzel değildi baba, sınıfımdaki bir kız intihar etti." dediğimde babam frene basar gibi oldu ama toparlayarak devam etti.
"Neden intihar etmiş?" dediğinde iç çektim,
"Babası ona çok uzun zamandır cinsel istismarda bulunuyormuş. Daha fazla dayanamamış..."
Babam hiçbir şey söylemedi böyle bir durumda ne söylenirdi ben de bilmiyordum.
"Peki..." dedi temkinli bir şekilde "...bu sana bir şeyler hatırlatmadı değil mi? Yani sen iyisin?"
Neyi kast ettiğini anlamıştım, kelimelerini özenle seçmesine gülümsemek istedim fakat dudaklarımın köşesine annem öldüğünde yerine sabitlenmişti, gülümsemek canımı yakıyordu.
"Hatırlatmadı."
Araba yolculuğumuz devamında sessiz sürdü. Bir zamanlar annemle geldiğimiz hamburgercinin önünde durduğumuzda babamda ben de iç çektik.
"Başka bir yere gidebiliriz, ben neden buraya sürdüm bilmiyorum." dedi babam, en sevdiği hamburgerci ve annemle tanıştıkları yer burasıydı.
"Sorun değil, belki annem de buraya gelmek istemiştir." dedikten sonra arabanın kapısını açtım. Babam da arabadan inerken çalan telefonunu açtı ve bana eliyle bir dakika işareti yaptı. Başımı sallayarak hamburgerciye döndüm, camlarındaki hamburger karakterler silinmeye başlamıştı. Annemin en sevdiği karakterin yüzü neredeyse tamamen silinmişti. Buraya geldiğimiz her sefer de en sevdiğimiz karakteri seçer sebebini söylerdik. Babamın sevdiği üç köfteli hamburger karakterin gözleri ve elinin birisi silinmişti. Artık el sallamıyordu. Başımı biraz daha çevirip benim sevdiğim karaktere baktım hiçbir yeri silinmemiş gülümseyerek el sallıyordu hala. Camdan bana el sallayan küçük çocuğa duygusuzca baktığımda hiç gücenmemiş aynı hevesle tekrar el sallamıştı. Babam yanıma gelip zorla elimi sallatığında çocuk gülerek annesiyle babasına döndü.
"Keyifsiz olduğunu biliyorum ama çocukların kalbini kırmamaya çalış." dediğinde başımı geçiştirmek için aşağı yukarı salladım. Yürüyüp birlikte içeri girdiğimizde cam kenarındaki, koltuklu masalardan birisine geçtik. Garsonlardan birisi yanımıza gelip, menüleri önümüze bıraktıktan sonra ayrıldı.
"Karen, bugün birisi daha bize katılacak."
"Kim?"
"Avukatımız."
Avukatımız olan kadını hiç sevmemiştim, bana bir kötülüğü olmamıştı ama bazen insanların enerjileri bile sizi itmeye yeterdi. Tuhaf bir sinsilik sezsem de kendimi insanlara bu kadar önyargılı olmamak için uyardım.
"Peki."
Önümdeki menüyü açıp sayfaları bakıyor gibi uzun uzun çevirdim, canım hiçbir şey istemiyordu sabah yediğim bir kase gevreği bile zor sindirmiştim. Hamburger menülerinde uzuh süre göz gezdirdikten sonra annemin en sevdiği menüde kaldı gözlerim.
Annem... Keşke yerine ben ölseydim...
Keşke hiç doğmasaydım, bütün bu olanlar başına gelmeseydi.
"Ben..." yutkundum "...şefin özel sosu olan hamburger menüden istiyorum."
Babam başını sallayıp garsona doğru elini kaldırdı, bakışlarım camdan dışarıya kaydığında taksiden inen avukatı gördüm. Yüzündeki memnuniyet ifadesi asla silinmiyordu ve bu ifade bana çok rahatsız edici geliyordu. İnce sivri topukları üzerinde, şık kıyafetiyle içeriye girerken bakışlarımı başka yöne çevirdim.
Şeytan marka giyer dedikleri bu olsa gerekti.
Masaya yanımıza geldiğinde babam ayağa kalkmış ve sıcak bir şekilde karşılamıştı, memnuniyetsiz bir suratla ona baktığımda bana selam verme gereği duymadan babamın yanına oturmuştu.
"Haber var mı?"
Babamın sorusu üzerine derin bir nefes alan kadına baktım ifadesizce.
"Nefes hapisten çıkarılmış, deli raporuyla rehabilitasyon merkezine yatırmışlar. Ailesi elinden gelen her şeyi yapıyor oğullarının çıkması için." dedikten sonra kocaman olmuş gözlerime çıktı,
"Karen için koruma talebinde bulundum. İkinize karşı dürüst olayım. O psikopat çocuğun oradan kaçma ihtimali var o yüzden Karen biz bu durumu halledene kadar dikkatli olmalısın."
Tadım tamamen kaçmıştı, onun dört duvar arasında olması bile beni avutmazken yaptığı şeye rağmen yine de çıkarılmış mıydı? Artık güvende değildim, bu şehirden, bu ülkeden hatta bu dünyadan gitmem gerekiyordu..
"Peki koruma talebi ne zaman sonuçlanır? Ya kabul edilmezse? Kızıma psikolojik zarar veren ve annesini öldüren adam dışarı da nasıl gezer?"
Annesi mi? Bakışlarım babamı bulurken sorusuna karşılık umursamaz ifadesi tuhaf gelmişti. Neden karım diye bahsetmemişti? Neden yüzündeki ifade ile söyledikleri çelişiyordu?
"Maalesef sandığımızdan daha zorlu bir süreç. İtirazımız kabul edilirse aynı zaman da Karen'in olayı baştan anlatması gerekir." dediğinde kaşlarım çatıldı,
"Ne? Her şeyi baştan mı anlatmam gerekir? Otopsi raporu, darp raporu, ifadelerim yetmiyor mu?"
"Ne yazık ki yeterli olmayacaktır. Seni kurtaran kişinin kim olduğunu bulsak her şey çok daha net olurdu. O kişinin ifadesi davanın lehimize sonuçlanması açısından çok önemli çünkü Nefes de o kişinin varlığını kabul etti."
"Kim olduğunu bilmiyorum, hatırlamıyorum. Olay haberlerde yayınlandı yine de o kişi ortaya çıkmadı." dediğimde büyük bir sessizlik oldu.
Garson hamburgerleri önümüze bıraktığında babamın telefonu çaldı. Aramayı cevapladığında önümdeki tabağa, kızarmış patateslerden çıkan buhara baktım.
"Karen acilen gitmem gerekiyor." dediğinde bakışlarım babamın yüzünü buldu, alışmışlık hissi bedenimi sararken hiçbir şey söylemedim.
"Size de zahmet olacak ama beni de bırakır mısınız? Sizin şirkete çok yakında ofisim."
Avukatın sevimsiz yüzüne bakarak yanaklarımın içini çiğnedim.
"Estağfurullah ne zahmeti." dedi babam ardından ayaklandı,
"Hesabı öderim ben kızım, benim siparişimi paket yaptır. Çantanı getiriyorum ben. Karnını doyurup eve geç."
Başımı sallayarak patateslerden bir tanesini ağzıma attım, annem olsaydı onunla sohbet eder gülerek patates savaşı yapardık. Bakışlarım camdan dışarıya kaydığında çok kısa sürelik bir şok yaşadım, avukatın babamın elini tuttuğunu görür gibi oldum fakat ben gözümü kapatıp açana kadar elleri ayrılmıştı.
Kendime birkaç dakika izin verdim. Babamın bu kadınla arasında bir şey mi vardı? Annemin ölümünü bu kadar çabuk mu sindirmişti yani?
Annemi unutmuş muydu? Sevdiğin birisini unutmak bu kadar kolay olabilir miydi?
Babam arka koltuktan aldığı çantamla hamburgerciye girdiğinde bana doğru gülümseyerek adımladı. Gülümsemek bu kadar kolay mıydı onun için?
Çantamı bıraktığında bakışları beni buldu.
"Baba yalnız mı hissediyorsun?" dediğimde gülümsemesi soldu, varlığım onun için bir şey ifade etmiyor olmalıydı. Aksi halde neden başka bir kadınla bu kadar hızlı ilişki kuracaktı ki?
"Sen varsın ya kızım neden yalnız hissedeyim?"
Ben de onu soruyordum, ben vardım. Kızın vardı neden benimle değil de o kadınla vakit geçiriyorsun o zaman?
Sorusuna cevap vermedim, esefle başımı salladım. Ne diyecektim? Gördüm sizi el ele tutuştunuz mu?
"Hesabı ödüyorum sonra da gidiyorum o zaman."
"Akşam eve gelecek misin?"
"Gelemeyebilirim. Sen bekleme, kapıyı kilitle yat. Anahtarım var."
"Tamam."
Bir patatesi daha ağzıma atarken bakışlarım arabadaki kadına kaydı, bana değil elindeki telefona bakıyor aptal aptal sırıtıyordu. Karısı yeni ölmüş bir adamla birlikte olurken midesi bulanmıyor muydu? Hiç bu adam beni seviyor mu? Diye düşünmüyor muydu?
Babam neredeyse kırkbeş olacaktı ama kadının henüz otuzlu yaşlarının başında olduğuna yemin edebilirdim. Üstelemedim. Babam gelip bana net bir şey diyene kadar üstelemeyecektim. Tamamen benim hayal ürünüm olan bir an olabilirdi. Yaşadığım travma ve içtiğim ilaçlar yüzünden gerçek olmayan şeyler görmen normal demişti doktor, bu da onlardan birisi olabilirdi değil mi?
Babam hesabı ödemiş olacak ki dışarı çıkıp arabaya yöneldi, binmeden önce ve bindikten sonra bir kez bile bana bakmadan arabayı sürüp gittiğinde üçüncü patates kızartmasını zar zor yutabilmiştim. Bir süre amaçsızca oturup karşımda annem varmış gibi hayal ettim ve içimden günümün nasıl geçtiğini, neler hissettiğimi anlattım.
"Paket yapmamızı ister misiniz?"
Sorulan soruyla kendime gelirken başımı kaldırıp garson kıza baktım.
"Evet, teşekkür ederim."
Kız masadaki her şeyi toparlayıp gittiğinde ayağa kalkıp çantamın kollarını omzuma taktım ve kasaya doğru ilerledim. Kız paketlediği siparişleri koyduğu poşeti bana uzatırken hiçbir şey söylemeden aldım ardından arkamı dönüp kapıya ilerledim.
"İyi günler dileriz, yine bekleriz."
Beklersiniz, peki ben bir daha gelmek ister miyim annemsiz?
Kapıyı açtığımda çarptığı zilin şıngırtısı eşliğinde dışarı çıkıp yürümeye başladım, evimize yakın bir mekandı normal hızda yürürseniz yarım saate varırdınız. Poşeti bileğime geçirip parmaklarımı serbest bıraktım.
Bugün çok yorucu bir gündü, aslında her gün çok yorucuydu. Hayatımın sonuna kadar yatağımda yatıp tavanı izlemek ve çabucak ölmek istiyordum ama annem beni böyle yetiştirmemişti.
"Hayatı sev, sahip oldukların için şükret, kendini kötülüklerden koru."
Hayat bir zamanlar güzeldi, beni seven annem ve babam, güzel notlarım, çok sevdiğim arkadaşlarım vardı. İç çekerek yürümeye devam ettim. Binarla dolu sokakları geçerken birkaç çocuğun bağırarak oyunlar oynadığı duydum. Yüzümde mimik hareket etmezken birkaç su damlası önüme düştü ben nereden geldiğini anlayamazken birkaç tane daha düştü ve bakışlarım gökyüzüne yükseldi.
Yağmur yağıyordu...
Yağmur.
Adımlarımı hızlandırıp on beş dakikalık mesafeyi çok daha kısa sürede tamamlamak istedim. Damlalar benimle yarılır gibi çok daha hızlı dökülmeye başladığında kafamdaki sesleri susturmaya çalıştım.
"Susun, susun."
Annemin kanlar içerisindeki bedeni gözlerimin önünden gitmezken dolan gözlerimi boşvererek koşmaya başladım. Bilinçsiz bir şekilde koşarken kendime gelerek durdum ve başımı kaldırıp bağlı uçlarından birisi kopmuş olan, olay yeridir girilmez yazılı sarı bandın rüzgar yüzünden sağa sola gittiğini gördüm.
Gözlerim geldiğim sokakta donup kalırken birkaç adım geriye gitmek ve asıl girmek istediğim sokağa koşmak istedim ama yapamadım.
"Annen senin yüzünden öldü."
Sağ kulağımdan esip geçen sesle başımı iki yana sallayarak kulağımı kapattım.
"Baban da seni sevmiyor artık."
Sol kulağımdan geçen sesle sol kulağımı da kapattım ve başımı iki yana salladım.
"Bir şey yok sakinim."
Ayak bileğimi tutan eli hissettiğimde gözlerimi dehşetle açtım fakat hiç kimse yoktu. Kulaklarımdaki ellerimi indirdiğimde ayaklarımın altındaki suyla birlikte akıp giden kana baktım, kadının geldiği yönü izleyip annemin yerdeki bedenini gördüğümde gözlerim yuvalarından fırlamak ister gibi açıldı.
"Annem orada yok."
Gözlerimi bir kez olsun kırpmadan kendime telkin edip durdum. Ayaklarımın bağı çözülmüş gibi gerisin geriye kaçarken çarptığım bedenle donup kaldım. Nefesi ıslak saçlarımın arasından sıcak bir şekilde akıp giderken arkama döndüm, Merih'in mavi gözleri gözlerime değdiğinde elektrik çarpmış gibi geriye doğru kaçtım ve nereye tutunacağımı bilemez halde kaldım.
"İyi misin? Neden bu sokağa geldin, tekinsiz bir yere benziyor."
Islak saçları kafasına yapışamayacak kadar gürdü. Kirpiklerinden düşen yağmur damlaları hiç eksilmezken kaşları çatıldı.
"Karen?"
"Beni mi takip ediyordun?" dedim dehşete düşmüş bir şekilde, neden yolu bu sokağa düşsün ki?
"Ne? Seni neden takip edeyim kızım deli misin?"
"Beni takip ediyordun değildi mi?" diyerek geriye doğru bir kaç adım attım aynı zamanda ellerimi de kendime doğru siper etmiştim.
"Seni takip etmiyordum. Sokağa girmek üzeresin buraya gelmek istemediğine eminim."
"Uzak dur benden, hepiniz uzak durun benden. Daha ne kadar çirkin olmam gerekiyor?" diyerek ağlamaya başladığımda Merih neye uğradığını şaşırmış bir şekilde bana bakıyordu.
"Karen seni takip etmiyordum. Git buradan hadi."
"Sen git, neden bu sokağa geldin? Hiçbir şey yok burada? Beni takip etmiyorsan önce sen git!"
Merih'in arkasından geçen polis arabası durup bize baktığında rahatlamış bir şekilde nefes aldım. Polislerden bir tanesi Merih'in yanına geldiğinde bakışları bana dokunup geçmişti.
"Delikanlı sen gel böyle konuşalım bir seninle."
Merih itirazsız yürürken hızlı bir şekilde sokaktan çıkıp arabadaki polisin bakışları altında eve giden güvenli sokağa dönmüştüm. Derin nefesler alarak eve geldiğimde nihayet üzerimi değiştirmiş, kendime gelmiş ve yatağıma yatmıştım. Ders çalışmak istemiyordum ama uyuyamamakla birlikte hiçbir şey yapamıyordum. Günümün kalan kısmını yatakta sağa sola dönerek, arada uyuklayıp uyanarak bazen de bir şeyler mırıldanarak geçirmiştim. Yatmak artık katlanılamaz bir hal aldığında yataktan çıktım, hava çoktan kararmıştı. Saatten haberim yoktu, ayaklarımı sürüyerek oturma odasına geçtiğimde telefonumun nerede olduğundan bile bihaberdim.
Duvardaki saate baktım. On olmak üzereydi ve babam hala yoktu. Mutfağa gidip bir bardak su içtikten sonra bakışlarım buz dolabına kaydı annemle babamın olduğu fotoğrafım neredeydi? Telaş içerisinde yere, halının altına dolapların altına baktım fakat yoktu. Neden yaptığımı bilmeden çöp kovasının metaline bastım ve açılan kapağın altındaki fotoğrafu gördüm, annemin olduğu yerden yanan fotoğraf buruşuktu. Kapının açılma sesi duyulurken fotoğrafı çöpten alıp kapıya doğru ilerledim.
"Bu fotoğrafa bunu neden yaptın baba?" dediğimde babam anahtarı yuvasından çıkarmış kapıyı kapatmıştı.
"Hangi fotoğraf?"
Elimde ki fotoğrafı ona fırlattığımda uzanıp yerden aldı, sanki yerden kaldırdığı şey bir fotoğraftan ziyade kağıt parçasıydı.
"Annemi bu kadar çabuk mu unuttun? Fotoğraftan ne istedin? Annemden ne istedin?" dediğimde derin bir nefes aldı, açıklama yapmak istemiyordu ama benim açıklamaya ihtiyacım vardı. Neden böyle davranıyordu?
"Çünkü annene kızgınım."
"Ne?"
Korktuğum başıma gelmişti, babam anneme kızgındı. Kendi seçimi olmadan hayatını kaybeden bir insana nasıl kızgın olabilirdi? Elinde olsaydı babamı ve beni bırakıp gider miydi? Kim ölmek isterdi ki?
"Ben..."
"Anneme kızgın olduğun için mi yaktın fotoğrafı yani? Peki o kadının elini neden tuttun? Nasıl bu kadar rahat güldün?" dediğimde sinirlenmeye başlamıştı, oysa babam böyle birisi değildi sevecen, hayat dolu annemin gözlerine bakınca mutlu olan ailedeki en sakin kişiydi. Neden birden bu kadar değişmişti?
" Karen sonra konuşalım. Yorgunum."
"Neden reddetmiyorsun? O kadının elini nasıl tutarsın?" diye bağırdığımda attığı tokatın acısını sonradan hissetmiştim, elindeki anahtar yüzümü çizerken şaşkınca yanağımı tutarak ona baktım.
"Senin yüzünden! Bize hiçbir şey demeyip kafana göre halletmeye çalışmasaydın o adamdan haberimiz olurdu! Annen ölmezdi! Senin yüzünden annen öldü!"
Hiçbir şey söyleyemedim, babam da kendimi savunmamı beklemeden az önce geldiği evden tekrar ayrılmıştı. Anneme değil bana kızgındı. Beni suçluyordu hatta belki olmamamı bile diliyordu. Tek yapmak istediğim onları üzmeden ve tepki almadan sıyrılmaktı, Nefes'in bu kadar ileri gideceğini tahmin etmemiştim.
Korkmuştum.
Annemin ölmesini istememiştim.
"Benim suçumdu." dedikten sonra dizlerimin üzerine yere çöktüm, yanağımın acısının eşliğiyle olduğum gibi yatarken dizilerimi kendime çektim.
"Keşke hiç olmasaydım..." gözlerimden akan yaşlar parkeye damlarken olduğum yerde titredim. Annemin ölümüne sebep olacağımı bilsem kendimi hemen öldürürdüm.
Anne...
Gözlerimi kapatıp dudaklarımı birbirine bastırdıktan sonra yutkundum fakat ne kadar yutkunursam yutkunayım boğazımdaki düğünü yutamadım.
~°~°~°~
Otobüs durağına yürürken üzerimdeki sweatin kollarını parmaklarıma kadar çektim. Sabaha kadar yerde uyuduğum için üşümüş olmalıydım yanağımdaki çizik ise cabasıydı. Gözlerimin şişliği yüzünden tamamen açamıyordum, saçlarımı toplayamamıştım çünkü yanağımdaki kızarıklığı ve çiziği insanlar görsün istemiyordum. Nihayet durağa geldiğimde birkaç kez hapşurdum, burnum aktığı için çantamı karıştırırken bir yandan da otobüsü kontrol ediyordum.
"Sümüklü."
Bana peçete uzatan elin sahibine ardından peçeteye baktım.
"Peçetem var."
"Bulamıyor gibisin, korkma bir şey yok peçete de."
Ateş'in uzattığı peçeteyi alıp burnumu silerken teşekkür etme zahmetinde dahi bulunmadım.
"Hasta mısın?"
Tam olarak onu ilgilendiren kısım neresiydi? Hiçbir şey söylemedim, sahi neden otobüs bekliyordu? Burslu değildi. Onu bırakacak ya da alacak kimsesi yok muydu? Sormadım çünkü o kadar da merak etmemiştim yine de tıkalı olan burnuma rağmen ciğerlerime dolan kokusunun güzelliğini de es geçemedim. Acaba parfümü neydi? Bunu da sormadım. Erkeklere hiçbir şey sormak istemiyordum mümkünse onlar da bana hiçbir şey sormasın diye düşünüyordum.
Onlardan gerçekten nefret ediyordum, hepsinden. İyisi veya kötüsünün hiçbir önemi yoktu.
"Yanağına ne oldu?"
Sustum. İlla ki bir yerden sonra da pes edip iletişim kurmayı kesecekti.
Otobüs kurtarıcım gibi geldiğinde basamakları çıkıp kartımı okuttum, ilerleyip bir kızın yanına oturdum, bomboş olan bir yere oturup Ateş'in yanıma oturma riskini göze alamazdım. Rahat ve sakin bir yolculuk geçirdikten sonra otobüsten inmiş okulun bahçesine girmiştin, hafif bir rüzgar saçlarımı geriye doğru çekerken ellerimi üşüyor gibi yanaklarıma koydum. Ateş' in biraz arkamda yürüdüğünü hissedebiliyordum, bahçenin sol tarafındaki çardakta oturan Merih ile kısa bir göze göze gelme yaşadıktan sonra bakışlarımı hızla kaçırdım ve okul binasından içeri girdim. Bu okula başlamak iyi bir fikir değildi.
Hayır değildi. Asla değildi.
Sınıfa çıktığımda dersin başlamasına henüz 15 dakika vardı. Sırama geçip oturduğumda önümdeki sıranın üzerine bakmamaya çalıştım. Avuç içlerim hala acıyordu ama sorun değildi.
"Karen."
Arkamdaki sıraya doğru omuzumun üzerinden bir bakış attım.
"Merhaba ben Füsun."
Anlam vermeyerek ona döndüm. Ne diye benimle konuşuyordu şimdi ve adı neden hatırlamak dahi istemediğim kişiye benziyordu?
"Füsun? Tanışıyor muyuz?"
Afallamış bir şekilde yüzüme baktı, hoş bir geri dönüt olmamıştı evet ama hayatıma yeni insanlar almak istemiyordum.
"Tanışmıyoruz ben sadece tanışalım diye..." ne diyeceğini bilemez halde kekeldi "Kendimi tanıtmak istemiştim."
"Anlıyorum," dedim ve dümdüz bir ifadeyle adımı söyledim "Karen."
Başını salladığında önüme dönüp dersin kitabını ve defteri çıkardım. Tek istediğim yaşayıp sonra da ölüp gitmekti. Öğretmen sınıfa girip birkaç tavsiye de bulunup derse başladığında önemli olduğunu düşündüğüm yerlerin altını çizdim. Aklımda kalması için kavramları kendi cümlelerimle defterime yazarken dersin ne ara bittiğini anlayamadan zil çalmıştı.
"Karen sorun olmazsa altını çizdiğin yerlere bakabilir miyim?"
Kitabımı ona verdikten sonra boğazımdan yukarı tırmanan şeyleri hissettim. Sıradan ani bir hareketle kalkıp koşarak sınıftan çıktığımda tuvaleti zar zor bulmuş içeri dalıp boş kabinlerden birisine girmiştim. Daha fazla duramayarak öğürdüğümde saçlarımı toplamaya çalışıyordum. Sabah yediğim gevrek midemi tamamen terk edene kadar kusmaya devam ettim. İçim dışıma çıktığında klozeti tutan iki elime baktım ve havadaki saçlarımı fark ettim.
"İyi misin?"
Tanıdık sesi duyduğumda tuvalet kağıdından bir parça koparıp ağzımı sildim ve peçeteyi atıp sifonu çektim.
Ayağa kalkıp ona baktığımda boğazımdaki acıyla yutkundum.
"İyiyim, teşekkür ederim. Gerek yoktu." dediğimde gülümsedi, neden böyle bakıyordu?
"Hayatına insan almak istemediğini görebiliyorum, sorun değil. Beni hayatına almasan da olur. Ama bırak insanlar sana ufacık da olda yardım etsin." dediğinde başımı salladım, lavaboya yönelip önce ağzımı sonra ellerimi yıkarken telefonunda birisiyle mesajlaşan Füsun'a baktım.
"Ben gidiyorum geliyor musun?"
Başını kaldırıp ona mı dedim diye baktıktan sonra bana döndü,
"Sen git ben birazdan geliyorum."
Bir şey demeden tuvaletten çıktıktan sonra derin nefesler aldım. Midem hiçbir şeyi kabul etmez olmuştu ve bununla nasıl başa çıkacaktım bilmiyordum. Başa çıkmak istediğimden bile emin değildim.
Sınıfın kapısından içeri girip sırama yürüdüğümde üstündeki tuzlu kraker paketine ardından etrafıma bakındım. Sınıftaki bir kaç kişi sohbet ediyordu sormak istemiştim fakat hiçbir samimiyetimiz olmadığı için susup yerime oturdum. Kimin koyduğunu bilmediğim bir şeyi elbetteki yemeyecektim, ambalajlı olması umurumda bile değildi. Birkaç dakika sonra Füsun geldiğinde sırasına oturmadan önce önümde dikildi.
"İyisin değil mi?" dediğinde başımı salladım, kabullenmiş bir şekilde başını sallayıp sırasına oturduğunda öğretmende gelmiş derse başlamıştı. Beş dersin sonunda öğle arasına girdiğimizde başımı sıraya yaslamıştım. Çok uykum vardı ve tek dileğim uyumaktı.
"Karen kantine gidelim mi?"
Füsun'un sorusuna karşın başımı sıradan kaldırdım. Sadece beni rahat bıraksa olmaz mıydı? Kendimi bu kadar soyutlamak istemesem de Nefes'in bana bu kadar takıntılı olmasının bir sebebi de en yakın arkadaşımdı.
"Ben aç değilim."
Hayır kesinlikle bir arkadaşa ihtiyacım yoktu. Füsun'da geri yerine otururken kaşlarımı çatarak ona döndüm.
"Neden gitmiyorsun?"
"Ben..." önündeki kitabın kapağını açtı "Yalnız gitmek istemiyorum."
Önüme dönerek başımı yeniden sırama koydum onun için vicdan yapıp kantine inecek değildim. Derin bir nefes aldım vicdanım susmuyordu.
"Tamam hadi inelim." dediğimde omuzumun üzerinden ona bakıyordum, başını hızla sallayıp çantasından cüzdanını çıkarırken ayaklandım. Sınıftan çıkıp zemin kata indiğimizde kantine yürüyorduk, karşıdan gelen Yağız'ı ve arkadaşlarımı gördüğümde duraksadım o da beni görünce duraksamıştı.
"Ne oldu?" Füsun'a döndüm,
"Cüzdanımı unuttum sen git hemen geliyorum." dediğimde kolumu tuttu "Ben de var para çıkma geri geri."
"Olmaz." dedim ve çabucak kolumu kurtarıp geldiğim yönün tersine yürüdüm. Hızlı adımlarım birbiri ardına sıralanırken Yağız'ın bana seslendiğini duydum fakat durmak gibi bir niyetim yoktu derslerin hepsinde bana kötü kötü bakmıştı ve normal bir şekilde konuşmak istemediğine emindim. Üst kata çıkacağım sırada Ateş'in elinde bir kaç kağıtla merdivene yöneldiğini gördüm ve pişman olacağımı bilsem de bodrum kata indim. Duvarın kenarına sinmiş beklerken Ateş üst kattan inip öğretmenler odasının olduğunu yöne gitti. Biraz sonra Yağız gelmiş sağa sola bakınmıştı, üst kata baktıktan sonra aşağı kata baktı, duvarın arkasına nasıl saklandığımı bilemezken nefesimi tuttum yeni başladığım okulda bile bütün belalı tipleri çekmiştim kendime.
"Karen?" Yağız merdivenleri inerken adımı söylediğine biraz daha geriye kaçtım.
"Burada olduğunu biliyorum, çık konuşalım. Bir şey soracağım."
Arkamdan uzanan bir el beni çektiğinde çığlık atmak üzereydim ki dudaklarımın üstünü kapatan başka bir el uzandı. Beden gücüne karşın yağ gibi kayıp kolların sahibine giderken sırtım bir yere yaslandı ve gözlerimin önüne bir çift mavi göz ilişti. Ben Merih'e şaşkınca bakarken o ellerini benden çekmiş başımın iki yanından kapıya yaslamıştı.
"Merih?" dedim telaşla dün onu öylece bırakıp kaçmıştım fakat burada olduğuna göre başı belaya girmemişti.
"Karen..." dedi dümdüz bir sesle, öfkeli görünmüyordu.
"Dün..." Ne diyeceğimi bilemedim. Hala beni takip ettiğini düşünüyordum ama öyle olsaydı beni sakinleştirmeye çalışır mıydı?
"Dün seni takip etmiyordum ama bu kadar istiyorsan bundan sonra takip edebilirim."
Başımı hızla iki yana salladım bu istediğim en son şey bile değildi.
"Hayır istemiyorum. Tek istediğim benden uzak durman hatta durmanız."
Başını kaldırıp tavana baktı, çokta aydınlık olmayan kazan dairesinin duvarı küflenmişti ve soyulmuştu.
"Senden uzak durmak istemiyorum." dediğinde duraksadım neden onun gibi konuşuyordu? Merih'i itekleyip kendimden uzaklaştırdıktan sonra kapının kolunu kavradım.
"Ama ben uzak durmanı istiyorum okulda bir sürü kız var..." dediğimde hemcinslerimi ateşe atıyor gibi hissettim ve cümlemi düzelterek devam ettim "Yani seven bir sürü kız vardır, onlarla ilgilen." dediğimde açtığım kapıyı itekleyerek kapattı ve elini önümden kapının üzerinde tutmaya devam etti.
"Onları istemiyorum, seni istiyorum."
"Keser misin şunu?" dedim bir hışımla ona dönerken "Amacın yaramı deşmek mi? Dün için özür dilerim senden korktuğum için polise bir şey demeden gittim oldu mu? Bana bir daha bulaşmazsan polisle bir daha işin olmaz."
"Ne yarası?" Dedi bir anda bilmiyor muydu? Yağız ile o gün konuştukları kişi ben değil miydim? Yoksa biliyor da salak ayağına mı yatıyordu?
"Merih benden uzak dur." dediğimde gülümsedi ve elini indirdi,
"Sen benden uzak dur." dediğinde şaşkınca yüzüne baktım ne saçmalıyordu?
"Tabii durabilirsen."
Senden uzak durmayacağını ima ediyor dedi iç sesim. Başımı iki yana salladım bu delilikten başka bir şey değildi. Benim bu okuldan gitmem gerekiyordu fakat bunu babamla nasıl konuşacağımı bilmiyordum.
"Ne oldu?"
Merih bana uzanırken geriye doğru kaçtım ve elini itekledim. Yanağımı kast ediyor olmalıydı.
"Babam vurdu." dedim boş bulunarak, Ateş'e söylememişken Merih'e neden söylemiştim bilmiyordum.
"Baban mı?"
Çenemi tuttuğunda tepki vermedim ben ne kadar temastan ve erkeklerden kaçarsam o kadar üzerime geliyorlardı belki de her şeyi salmalıydım.
"Neden vurdu sana?" dedi elini ben iteklemeden indirmişti gerçekten sakındıkça değerli oluyordu.
"Seni ilgilendirmiyor. Sen sanki hiç babandan tokat yemedin." dediğimde duraksadı,
"Babam öldü bana tokat atacak kadar yanımda değildi."
Yutkundum. Sustu.
"Üzgünüm."
Kapıyı açıp dışarı çıktığımda Yağız yoktu, merdivenlere yönelip zemin kata çıktığımda Füsun ve Ateş ile karşılaştım.
"İyi misin? Seni arıyordum. Yağız pisliğinin seni kovaladığını görünce Ateş'i çağırdım." dediğinde bakışlarım Ateş'e kaydı,
"İyisin değil mi? Tam bir baş belası. Kız kardeşi öldü ama hala okula gelip zorbalık yapma peşinde."
Ateş elini Füsun'un omzuna koyup kendine çektiğinde Füsun'a baktım.
"Tamam Füsun sakin ol." dedi Ateş "Bir şeyi yok iyi görünüyor."
"İyiyim." diyerek kestirip attım, Ateş bir şeyden demeden yanımızdan ayrılırken Füsun ellerini birleştirdi.
"Ondan çok hoşlanıyorum. İyi birisi senin zor durumda olduğunu öğrenince bütün işini bırakıp bana yardım etti." dediğinde dönüp giden Ateş'e baktım.
"Bu iyi birisi olmak değil. Bu her insanın yapması gereken bir şey."
"Ama her insan yapmıyor Karen, başkası olsa işlerini bırakıp yardım etmezdi. Mesela Merih sadece omzunu silker ve arkasını dönerdi." dediğinde bu kez aşağı inen merdivenlere baktım. Gerçekten bu kadar farklı kişiler miydi?
"Neden herkes Merih'in kötü olduğunu düşünüyor?"
"Kötü olduğunu düşünmüyoruz, zaten kötü birisi."
Başımı salladım, birlikte merdivenleri çıkarken kantine gidip gitmediğini sormadım. Ne zamandır Merih'in yanındaydım onu bile bilmiyordum. Sınıfa geldiğimizde geçip sırama oturdum, duvardaki saate baktığımda öğle arasının bitmesine yarım saat vardı yani neredeyse 15 dakikadır Merih'in yanındaydım.
"Çubuğu Ateş almış," dedi Füsun bir anda arkama dönme gereği duymadan sırada duran çubuğa baktım onu yemek gibi bir düşüncem yoktu.
"Nerede olduğumu sorunca senin yanında olduğumu midenin iyi olmadığını söylemiştim o yüzden herhalde." dediğinde sıramdaki çubuğu alıp ona uzattım.
"Yemeyeceğim." dediğimde itiraz etmeden aldı. Ders başlayana kadar sabah işlediğimiz konuların tekrarını yapmıştım, yavaş yavaş öğrenciler gelip sınıfı doldurduktan sonra nihayet öğretmen gelmiş ve derse başlamıştı. Son iki saat o kadar hızlı geçmişti ki ders bittiğinde az önce başlamışız gibi hissediyordum.
"Yarın yardımcı kaynaklarınız gelecek çocuklar." diyerek haber veren öğretmeni kimse umursamadı ve çantalarını alarak çıktılar. Çantamı toparlayıp nihayet çıktığımda Füsun'da benimle birlikte çıkmıştı. Zemin kata indiğimizde kalabalığın arasında yürüyorduk, Yusuf'u gördüğümde adımlarımı hızlandırdım ve selam verdim. İyi görünüyordu fakat nasıl sohbete başlayacağımı bilmiyordum birazdan yanına güzel ve genç bir kadın geldiğinde olduğum yerde durdum ve onu götürmesini izledim. Füsun yanıma geldiğinde birlikte yürümeye başladık yeniden.
"Onu tanıyor musun?" dediğinde ne desem bilemedim.
"Çok yakından değil."
Tanıdık bir koku burnuma uğrayıp gittiğinde başımı iki yana sallayarak kendime gelmeye çalıştım. Hayır artık ikisi de yoktu hayatımda korkmama gerek yoktu. Sakin ol. Sakin ol Karen.
Kapının üzerindeki süslere baktığımda gülümsedim, doğum günümün yakın arkadaşım tarafından bu kadar özenli kutlanması çok hoş bir histi.
"E hadi içeri girelim daha ne kadar kapıya bakacaksın?" dediğinde Ferah'a doğru döndüm, yüzündeki sıcacık gülümseye karşın ben de gülümsedim ve kapıyı açıp içeri girdim.
Tavana asılmış balonlara, duvardaki doğum günü mesajına ve masanın üstündeki iki katlı mor kelebekli pastaya baktım. Tüm bunları benim için mi hazırlamıştı? Yüzümdeki kocaman sırıtmayla Ferah'a sarıldığımda ona bana sarıldı, gözlerinden yaşlar akıyordu.
"Neden ağlıyorsun?" dediğimde gülümseye çalıştı,
"Ben sadece duygulandım neden bilmiyorum..." nefes almaya çalıştı "Gözlerini kapat sana...sana bir...sürprizim var."
Neden bu kadar duygulandığına ve ağladığına anlam veremezken gülümseyerek gözlerimi kapattım. Bu kadar duygusala bağladığına göre anlamlı bir şey hazırlamış olmalıydı.
"Açabilirsin." Beklemediğim bir ses mutluluğuma davetsiz misafir gibi dalarken gözlerimi hızla açtım, yüzümde parçalanan gülümsemem dudaklarıma batmıştı.
"Nefes..." dedim dehşete kapılmış bir halde hemen arkasında duran Ferah'a baktım bunu neden yapmıştı?
"Ferah?"
Bakışları beni buldu gözlerinden yaşlar akıyordu,
"Ben...anneme erkek arkadaşımla yaptığımız şeyi söyleyeceğini söyledi. Başka çarem yoktu." dediğinde vurulmuş gibi hissettim, sırtımdaki ağırlık artarken aşağılanmışım gibi bir his yüreğime oturdu.
Kendini kurtarmak için beni mi harcıyordu?
"Ferah inanma ona annene nasıl kanıtlayacak? Lütfen beni burada bırakma." dediğimde Nefes hiç konuşmuyor sadece bana bakıyordu. Mavi gözleri o kadar midemi bulandırıyor ki üzerine kusmak üzereydim.
"Elinde video var," dedi Ferah ağlayarak "İleri gitmeyeceğine söz verdi sadece seninle vakit geçirecekmiş." dediğinde başımı iki yana salladım ona gerçekten inanmış mıydı? Beni bu psikopatla birlikte mi bırakacaktı?
"Ferah..."
"Çık." dedi Nefes tek seferde, Ferah sözünü ikiletmeden odadan çıkarken diken üstünde ona baktım. Onu istemediğimi bile bile neden bu kadar inat ediyordu?
"Bunu neden yapıyorsun?" dedim takatimi korumaya çalışarak tam bitti derken her şeyi yeniden başlatıyordu.
"Canım istiyor."
İnanamayarak yüzüne baktım bu çocuk böyle bir manyağa dönüşürken ailesi ne yapıyordu? Neden beni bulmuştu? Neden Ferah'a güvenmiştim ki? Neden o gün doğum günü partisine gitmiştim? Neden karşılaşmıştık?
"Otur, pasta yiyeceğiz." dediğinde başımı iki yana salladım onunla değil aynı odada olmak aynı şehirde bile olmak istemiyordum. Ondan iğreniyordum. Ondan gerçekten iğreniyordum.
"Gideceğim." dedim korku içinde, duruşu ve bakışları bile o kadar korkunçtu ki elini kaldırsa yüreğim göğüs kafesime sığmıyordu.
"Gitmeyeceksin Karen. Bugün senin doğum günün, benim sevgilimin doğum günü." dediğinde üzerime adımlıyordu başımı iki yana salladım,
"Ben senin hiçbir şeyin değilim, uzak dur benden. Gideceğim."
Gitmek için atıldığımda beni boğazımdan yakalayarak geriye savurmuştu, duvara çarpıp yere düştüğümde dayanılmaz ağrıya karşı dişlerimi sıkarak doğrulmaya çalıştım. Saçlarımı sıkıca tutup süreci hızlandıran Nefes'e korkuyla baktığımda beni masaya çekiştirdi. Saçlarımın acısıyla bir kukla gibi hareket ederken sandalyeye oturdum ve saçlarımı tutan elini iki elimle kavradım.
"Ben sana ne yaptım?" dediğimde gözlerimden yaşlar süzülüyordu, bana tüm bunları neden yapıyordu?
"Ağlama bugün senin doğum günün."
Pastanın üst katına elini kaba bir şekilde daldırıp, keki avuçladığında dökülen mor kelebeklere baktım. Ağzımın önüne gelen pastaya baktığımda artık daha çok midem bulanıyordu.
"İyi ki doğdun Karen." diyerek şarkı söyler gibi mırıldandığında pastayı çoktan ağzımdan içeri sokmuştu. Gözyaşlarımla ağzıma dolan pasta hem tatlı hem tuzluydu, nefes almakta güçlük çekerken başımı geriye doğru yatırdı.
"Sakın kusayım deme Karen."
Tehdit dolu sesinin altında pastayı çiğnemeye çalıştım fakat ben çiğnedikçe midemin bulantısı arttı. Elini dudaklarımın üzerine kapatırken yüzüme eğildi.
"Bu pastayı senin için yaptırdım. Ziyan etme ve yut."
Daha fazla dayanamayarak öğürdüğümde elini çekti ve ağzımdaki pastayla birlikte midemdeki her şeye masaya çıktı. Daha çok ağlamaya başladığımda pastayı tekrar avuçladığını gördüm.
"Dur artık..." dedim zar zor bundan nasıl kaçabilirdim bilmiyordum. Bununla nasıl yaşayabilirdim bilmiyordum.
"Ama kutlama daha yeni başladı."
"Karen"
"İstemiyorum bırak gideyim." dediğimde başını iki yana salladı.
"Daha dans edeceğiz Karen, oyunbozanlık yapma."
"Karen!"
"Lütfen bırak gideyim."
Nefes'in görüntüsü ile Füsun'un görüntüsü arasında gelip giden gözlerimle uğultulu sesler ve görüntüler görmeye başladım. Bir cımbız gibi acı dolu çekişle anılarımdan sıyrıldığımda midem bulanıyordu ve nefes almakta güçlük çekiyordum.
"Karen iyi misin?"
Bana uzanan Füsun'un görüntüsü iki de bir Nefes'in görüntüsüyle değişirken arkamdaki duvara yapıştım. İnsanlar anlamsız bakışlar atarak yanımızdan geçip giderken gözlerimi kapatıp başımı iki yana salladım.
"Ama kutlama daha yeni başladı."
"Hayır." Başımı sersemleyene kadar iki yana salladım. Zihnimden çıkmayı reddeden ses defalarca yankılandı.
"Ama kutlama daha yeni başladı."
"Sus. Sus! Başlamadı!"
"İyi ki doğdun Karen."
"İleri gitmeyeceğine söz verdi sadece seninle vakit geçirecekmiş."
Bir el beni şiddetle sarsarken kulaklarım çınladı ve Merih'in puslu görüntüsünü gördüm. Bana ne dediğini kulağım çınladığı için duyamıyordum.
"Karen!"
Tüm sesler ve renkler geri geldiğinde dizlerimin bağı çözüldü ve yere doğru devrildim. Merih havada uçan bir tüyü yakalıyor gibi beni rahatça yakaladığında başım geriye doğru düştü.
Ne yaparsam yapayım unutamıyordum. Tüm bu acıları unutmamın bir çaresi var mıydı? Merih beni taşırken değişen tavanlara ve ışıklara baktım. Yaşadığım tüm bu çilelerin yanında annemi de almıştı benden, ruhumdan aldıkları yetmezmiş gibi annemi de almıştı Nefes. Elim kucağımdan düşerken kapanmak üzere olan gözlerimle bana bakan Merih'e baktım adımı söyledikten sonra bir şeyler daha demişti ama anlamamıştım.
Tek istediğim ölmekti ama kendimi öldüremeyecek kadar korkaktım. Hem annem çok kızardı. Beni asla affetmezdi. Nereye yatırıldığımı bilmezken Merih yanaklarımdaki yaşları sildi sanki felç olmuştum.
"Karen?"
Bakışlarım dümdüz tavana bakıyor gözlerimi kırpma ihtiyacı bile hissetmiyordum. Merih eğilip nefesimi dinledikten sonra Füsun'a bir şeyler söyledi ve Füsun koşarak odadan çıktı. Üzerimdeki hırkanın iliklerini açan Merih'e baktım. Hani umursamaz ve arkasını dönerdi? Neden endişeli görünüyordu şimdi? Yastığımı dikleştirip başımı kaldırırken eğildi ve saçlarımı kokladı.
"Bu koku çok tanıdık." dediğinde tepki vermedim, ruhum bedenimden ayrılmak istiyor gibi yalvarıyordu.
"Annem gibi kokuyorsun." dedi ve devam etti "İnsanların seni bir daha incitmesine izin vermeyeceğim."
Gözlerim kapanırken saçlarımı tekrar kokladığını hayal meyal görmüştüm,
"Manolya kokuyorsun."