Ormanın içine çöken sessizlik, Elena’nın kulaklarına uğultu gibi doluyordu. Az önce yaşanan patlamanın ardından etrafa sinen duman, sisle birleşerek göz gözü görmez hale getirmişti. Yüreği göğsünü parçalayacak kadar hızlı çarpıyor, nefesleri kısa ve kesik çıkıyordu. Arden’in eli hâlâ onun elini sıkıca tutuyordu, ama Elena bu dokunuşun güven vermekle birlikte ürkütücü bir ağırlık da taşıdığını hissediyordu. Çünkü Arden’in gözlerinde gördüğü o karanlık, sadece düşman alfaya değil, ona da yönelmiş gibiydi.
“Geri çekilmeliyiz,” dedi Arden, gözlerini sisin içinde tararken. “Burada fazla kaldık. Onlar geri gelecek.”
Elena başını sallamak istedi ama kelimeler boğazında düğümlendi. Işığın hâlâ damarlarında titreştiğini hissediyordu. Ellerine bakınca derisinin altından sanki binlerce küçük kıvılcım yayılıyordu. Bu güç onun içinden çıkmıştı ama hâlâ kime ait olduğunu bilmiyordu.
Arden onu çekiştirerek ilerletti. Ayağının altındaki dallar kırılırken her çıtırtı, ikisinin de gerilmesine sebep oluyordu. Orman, artık onlara ait olmayan bir mekân gibi, düşmanların nefesini taşıyan bir labirente dönüşmüştü. Elena, sisin içinde aniden beliren gölgeler gördü; ama gözlerini kırptığında kayboluyorlardı.
“Bize bakıyorlar,” diye fısıldadı Elena, sesi titreyerek.
Arden’in kaşları çatıldı. “Kim?”
“Gölgeler… onlar burada. Sanki sadece ben görebiliyorum.”
Arden onu durdurup yüzünü kendine çevirdi. “O halde sana ait olan şey, artık uyanıyor. Elena… sen sıradan biri değilsin. Hiç olmadın.”
Elena bu sözlerle sarsıldı. Kendisini bildi bileli sıradan bir hayatı olmuştu. Bir köyde, sıradan bir ailede, sıradan acılarla büyümüştü. Ama şimdi damarlarından taşan güç, onu bu sıradanlığın çok uzağına fırlatıyordu.
“Ben bunu istemiyorum,” diye patladı. “Normal olmak istiyorum. Bu ışığı, bu gücü… hepsini geri istiyorum. Sanki bedenim bana ait değil!”
Arden’in bakışları sertleşti. “İstesen de istemesen de artık kaderinden kaçamayacaksın. Onlar seni bulacak. Çünkü sen onların yok edemediği tek şeysin.”
Elena’nın kalbi sıkıştı. “Onlar kim?”
Tam o sırada sisin içinden tiz bir uluma duyuldu. Bu seferki ses, daha önce duyduklarından çok daha yakın ve çok daha öfkeliydi. Ağaçların arasından parlayan gözler, karanlığı delip geçti. Arden, Elena’yı arkasına çekti, kasları gerilmiş, gözbebekleri kurt formunun habercisi gibi büyümüştü.
“Onlar,” dedi dişlerinin arasından, boğuk ve tehditkâr bir sesle. “Düşman alfalar.”
Elena, ışığın yeniden kollarında titremeye başladığını hissetti. Ama bu defa korkudan değil, öfkeden besleniyordu.
Arden, bedenini Elena’nın önüne siper ederek dizlerinin üstüne çömeldi. Sisin arasından yaklaştıkça düşman alfaların ağır nefesleri duyuluyordu. Boğuk, hırıltılı sesler her geçen saniye daha da yakından yankılanıyor, Elena’nın kalbine demir pençelerle sıkılan bir korku bırakıyordu.
Elena’nın kollarındaki ışık bir anlığına patladı. Arden başını çevirip ona baktı; gözlerinde şaşkınlık ve dikkat vardı.
“Kontrol et,” dedi sert bir tonda. “Eğer kontrol edemezsen, o ışık seni de yakar.”
“Ben… ben nasıl yapacağımı bilmiyorum!” diye inledi Elena, gözlerinden yaşlar süzülürken. Ama bedeninden yayılan titreşim, korkusunu bastırır gibi giderek daha da büyüyordu.
Birdenbire sisin içinden kocaman, kara kürklü bir kurt fırladı. Gözleri kan kırmızısı parlıyordu. Arden bir anda dönüşmeye başladı; kemiklerinin kırılma sesleri Elena’nın kulaklarını doldurdu, kasları şişti, dişleri uzadı. Ardından, güçlü bir alfa kurdu olarak düşmanın üstüne atıldı.
Toprak ve kan kokusu bir anda havaya yayıldı. İki dev kurt çarpıştığında orman sarsıldı. Elena geri çekilmeye çalıştı, ama gölgeler onun etrafında dolaşmaya başlamıştı. İnce, karanlık kollar sisin içinden uzanıp ayak bileklerine sarılıyordu. O an ışık kendi iradesiyle kabardı; Elena çığlık atarcasına ellerini savurdu ve gölgeler alev gibi yanıp kayboldu.
Kalbi deli gibi atıyordu. Nefes nefese, ellerine baktı: Derisinin altındaki damarlar sanki ışığın çizgileriyle parlıyordu.
“Bu… bu ben olamam,” dedi kendi kendine.
Arden, düşman alfayı yere savurdu ama diğerleri de ortaya çıkmaya başlamıştı. Ağaçların gövdeleri arasından parlayan gözler çoğalıyordu. Elena, onların sayısının düşündüğünden çok daha fazla olduğunu fark etti.
“Kaçmalıyız!” diye bağırdı Elena.
Arden, kanlı dişlerini göstererek ona baktı. “Kaçmak yok. Sen gücünü kabul edene kadar, bu savaş bitmeyecek.”
Elena’nın gözleri irileşti. “Ben savaşçı değilim!”
Arden öfkeyle uludu, sesi gökyüzünü titretti. “Artık öylesin, Elena. Çünkü senin kanında taşıdığın şey… bizim kurtuluşumuz ya da sonumuz olacak.”
Elena, boğazındaki düğümü yutkunarak bastırmaya çalıştı. Ama içindeki ışık, sanki bu sözleri onaylarcasına daha da parladı. Onun sıradan bir hayat hayali, bir anda parçalanmıştı. Önünde sadece iki seçenek kalmıştı: ya gücü kabul etmek… ya da bu karanlıkta yok olmak.
Ve ilk düşman alfanın tekrar Arden’in üstüne atıldığı anda, Elena kollarından fışkıran ışığı kontrol edemeden serbest bıraktı. Göz alıcı bir parıltı, geceyi gündüze çevirdi.
Elena’nın bedeninden yayılan ışık, ormanı kavuran bir fırtına gibi patladı. Gözlerini kısarak etrafa bakmaya çalıştı ama etraf tamamen beyazla kaplanmıştı. Düşman alfaların ulumaları, bir anda acıya dönüşerek yankılandı. Karanlık gövdeler, ışığın içinde cayır cayır yanıyor, ardından sisin içine karışarak kayboluyordu. Elena dizlerinin üzerine çöktü; nefesi kesilmiş, vücudu titremekten bitkin düşmüştü.
“Yeter!” diye bağırdı, ama sesinde hem öfke hem de korku vardı. “Ben bunu istemiyorum!”
Arden, yaralı hâlde kurt formundan insana dönüşürken yanına geldi. Gömleği yırtılmış, kolunda derin bir pençe izi vardı. Yine de bakışları güçlüydü. Onun gözlerinde, Elena’nın görmek istemediği bir şey parlıyordu: kararlılık.
“Artık istemek ya da istememek yok,” dedi Arden, sesi kısık ama keskin. “Senin gücün uyandı. Onu kontrol etmezsen, sadece düşmanlarımız değil, biz de yanarız.”
Elena gözyaşlarını sildi, ama gözlerinde hâlâ çaresizlik vardı. “Ben… normal bir hayat istedim. Sıradan bir aile. Sıradan bir mutluluk. Ama şimdi…”
Sesi titredi, kelimeler boğazında düğümlendi.
Arden ona doğru eğildi, ellerini Elena’nın omuzlarına koydu. “Bazen kader bizi seçer, Elena. Senin hayatın sıradan olmayacak. Çünkü sen onların korktuğu tek şeysin.”
Elena başını iki yana salladı. “Hayır… ben sadece sıradan biriyim.”
Arden gözlerini kısarak fısıldadı: “Hayır, sen Alfa’nın lanetisin.”
Bu söz Elena’nın içini buz gibi kesti. Bir an için nefesi durdu, kalbi boğazına sıkıştı. O lanet… çocukluğunda büyüklerinden fısıltıyla duyduğu o yasak hikâye. Kurtların kanında dolaşan, kaderi değiştirecek, ama taşıyana sonsuz acı getirecek lanet.
Elena’nın gözleri kocaman açıldı. “Hayır… hayır, bu olamaz.”
Arden ona baktı, suskun ama emin. “İnkar etsen bile gerçek bu. Ve o gerçek, peşimizi asla bırakmayacak.”
Ormanın derinliklerinden yeniden bir uluma yükseldi. Bu kez çok daha güçlü, çok daha yakın. Elena ve Arden birbirlerine bakarken, ikisi de aynı şeyi anladı: bu savaş henüz bitmemişti.
Elena ayağa kalkmaya çalıştı, dizleri hâlâ titriyordu. Ellerine baktığında, ışığın tamamen kaybolmadığını, ince damarlar gibi parlayan çizgiler hâlâ avuçlarının içinde kıpırdadığını gördü. İçinde korkuyla birlikte tuhaf bir his yükseldi: güç.
Arden, çevreyi dikkatle dinledi, sonra kısık bir sesle konuştu. “Gitmemiz gerek. Burada kalırsak bizi canlı canlı parçalarlar.”
Elena, gözlerini onun gözlerine dikti. “Ve ben… eğer gerçekten o lanetse, ne yapacağım?”
Arden’in dudaklarının kenarında acı bir gülümseme belirdi. “O zaman birlikte öğreneceğiz. Ama şunu bil, Elena… Bu yol kolay olmayacak. Çok fazla kan dökülecek.”
Elena derin bir nefes aldı. Karanlığın içinde ilerlemenin, sıradan bir hayat hayallerini sonsuza dek gömmek anlamına geldiğini biliyordu. Ama içindeki ışık, kendi seçimini çoktan yapmıştı.
Ve işte o anda, sisin arasından beliren dev gölgeler, ikisinin yolunu kapattı. Onlar daha fazla savaşmaya hazır değildi, ama kader onları yine de karanlığın kalbine sürüklüyordu.
Elena, ilk defa korkudan çok öfke duydu. Gözlerini kısıp fısıldadı:
“Tamam o hâlde. Gelin. Ben de hazırım.”