BÖLÜM 6- LANETİN ADI

1254 Words
Gece ormanı sessiz değildi artık. Ulumalar kesilmemiş, gökyüzünü delen yankılar hâlâ sürüyordu. Elena, Arden’in arkasında yürürken ayaklarının altında çıtırdayan yaprakların bile düşmanlarını çağıracağını sanıyordu. Karanlık, onlara dokunuyor, adımlarını takip eden görünmez gözler sanki enselerine nefesini üflüyordu. Arden’in bedeni hâlâ kanlıydı. Omzundaki derin yarık, her hareketinde yeniden açılıyor, gömleğine karışan sıcak kanın kokusu Elena’nın genzini yakıyordu. Yine de Arden tek kelime etmeden ilerliyordu. Onun sessizliği Elena’nın içini daha çok sıkıştırıyordu; çünkü sessizlik, gerçeğin çok daha ağır olduğunu hissettiriyordu. “Az önce bana söylediklerin…” diye fısıldadı Elena, adımlarını hızlandırarak onun yanına geldi. “Alfa’nın laneti… ne demekti bu?” Arden’in bakışları bir an için gökyüzüne kaydı. Dolunayın solgun ışığı yüzünü aydınlatıyordu. Sonunda konuştu: “Bir efsane vardır. Kurtların en eski hikâyelerinde. Alfa’nın gücünü taşıyan bir soy. Ama o soy, Tanrıların lanetiyle mühürlenmiştir. Gücü olan, asla huzur bulamaz. Onun ışığı, karanlığı çekmeye devam eder.” Elena’nın yüreği hızla çarptı. “Ve sen… bana bunun ben olduğumu mu söylüyorsun?” Arden başını çevirdi, gözleri karanlıkta yanar gibi parlıyordu. “Bunu ben söylemiyorum, Elena. Senin damarların söylüyor. Az önce onları ışığınla parçaladığında… bunun başka açıklaması yok.” Elena’nın boğazı düğümlendi. “Hayır… bu olamaz. Ben sadece sıradan bir kızdım.” Arden’in sesi sertleşti: “Artık sıradan değilsin.” Elena gözlerini yere dikti, ayaklarının altında ezilen yapraklara bakarak yürümeye devam etti. İçinde boğucu bir his büyüyordu: kaderine karşı koyamayacağına dair o acı gerçek. Yürürlerken, sisin ardından eski taşlarla kaplı bir patika belirdi. Patika ormanın kalbine doğru kıvrılıyordu. Arden yolun kenarında durup, sessizce havayı kokladı. Sonra Elena’ya dönerek, “Bizi izliyorlar,” dedi. “Bu yol güvenli değil. Ama başka seçeneğimiz yok.” Elena, dudaklarını ısırarak sordu: “Peki… eğer gerçekten ben o lanetsem… bu ne anlama geliyor? Onlar benden neden korkuyor?” Arden, gözlerini kısarak ona baktı. “Çünkü senin ışığın, onların karanlığını yok edebilecek tek şey.” Elena durdu. Yüreği ağzına gelmişti. “Ama… ya ben kontrol edemezsem? Ya bu güç beni de yok ederse?” Arden’in sesi kararlıydı. “O zaman ben seni durdururum.” Bu söz Elena’nın içini bıçak gibi kesti. Korkudan çok öfke hissetti; çünkü kader, ona hep kaybetmeyi dayatıyor gibiydi. Tam o sırada patikanın sonuna ulaştılar. Karşılarında devasa bir taş kapı yükseliyordu. Yüzeyinde eski runik işaretler parlıyordu. Elena işaretlere bakar bakmaz kalbinde bir acı hissetti; sanki o semboller, kanında yankılanıyordu. “Burası…” dedi kısık bir sesle. “Burası bana tanıdık geliyor.” Arden’in yüzü sertleşti. “Çünkü bu kapı, Alfa’nın lanetinin mühürlendiği yer.” Elena gözlerini büyüterek geri çekildi. “Hayır… hayır bu olamaz. Ben buraya hiç gelmedim.” Arden ağır adımlarla kapıya yaklaştı. Elini runik işaretlerin üzerine koydu. “Kaderinden kaçamazsın, Elena. Senin içindeki güç buradan doğdu. Ve burada yeniden uyanacak.” Kapıdan yayılan uğursuz bir ışık, ikisini de içine çekerken Elena’nın kalbi tek bir gerçeği haykırıyordu: O artık sıradan biri değildi. Ve bu lanet, sadece düşmanlarının değil, onun da sonunu getirebilirdi. Elena geri çekildikçe taş kapının üzerinde parlayan semboller daha da canlı hale geliyordu. Her çizgi, sanki onun kalbinin atışıyla aynı ritimde yanıp sönüyor, göğsüne derin bir baskı yapıyordu. Nefesi hızlandı, kulakları uğuldamaya başladı. “Arden…” dedi kısık bir sesle, “ben… burayı rüyalarımda gördüm.” Arden başını çevirip ona baktı. “Ne rüyası?” “Çocukluğumdan beri,” diye fısıldadı Elena. “Karanlıkta bir kapı… arkasından duyduğum ulumalar… ve beni çağıran bir ses. Ama hiç kimseye anlatmadım. Çünkü bana delirdiğimi söylerler diye korktum.” Arden’in kaşları çatıldı. Yüzünde şaşkınlıkla birlikte derin bir ciddiyet vardı. “Demek bu kadar zamandır seni çağırıyorlardı. Lanetin uyandığının işaretiymiş.” Elena gözlerini kapıya dikti, gözbebekleri titriyordu. “Ama ben bu sesleri istemedim. Ben bu çağrıyı kabul etmedim.” Arden yavaşça yaklaşarak, Elena’nın önünde durdu. “Bazen seçim hakkımız olmaz. Sen onların seçilmişisin. Ama fark şu: Onların istediği şekilde değil, kendi yolunda kullanabilirsin bu gücü.” Elena, boğazındaki düğümü yutarak başını iki yana salladı. “Ben savaşçı değilim, Arden. İnsan öldüremem. Can alamam.” Arden’in yüzünde gölgeler dolaştı. “Ama eğer durmazsan… onlar senin sevdiklerini öldürecek. Bunu yapmamak, onların kazanmasına izin vermek demek. Hangisi daha büyük günah?” Elena sustu. Cevap veremedi. Çünkü içindeki ışık, Arden’in sözlerini doğrularcasına kabarıyor, taş kapıya doğru çekiliyordu. Avuçları kendi iradesi dışında ısınmaya başladı. Sanki kapının ötesindeki mühür, onun dokunuşunu bekliyordu. Bir anda rüzgâr yükseldi. Orman uğuldamaya, ağaçlar sallanmaya başladı. Kapının üzerindeki runik semboller, Elena’nın adını fısıldar gibi bir uğultu çıkardı. “Elena…” Kadının gözleri büyüdü, dizlerinin bağı çözüldü. “Duydun mu?” Arden’in bakışları sertleşti. “Hayır. Ne duydun?” “Elena…” Ses bu kez daha netti, daha yakın. Sanki doğrudan ruhuna işleniyordu. Elena kulaklarını kapattı ama ses susmadı. Arden onu kollarından tutarak sarstı. “Ne oluyor? Kime konuşuyorsun?” “Kapı… bana sesleniyor,” dedi Elena, sesi titreyerek. Arden’in yüzü bir anlığına dondu. Sonra öfkeyle dişlerini sıktı. “Hayır. Sakın dokunma. Bu kapı mühürlendi çünkü ardındaki şey… bizim bile kontrol edemeyeceğimiz kadar güçlü.” Ama Elena’nın kolları kendi iradesi dışında kapıya uzanıyordu. Işık damarlarından fışkırıyor, parmak uçlarından taş sembollere akıyordu. Ne kadar dirense de güç onu oraya çekiyordu. “Dur!” diye haykırdı Arden. Onun eli Elena’nın bileğine yapıştı ama ışık o kadar güçlüydü ki, ikisini birden kapıya sürüklüyordu. Taşların üzerinde semboller hızla döndü, kırmızı ve altın renkleriyle alevlenmeye başladı. Uğultu, kulakları sağır eden bir çığlığa dönüştü. Elena’nın kalbinde aynı anda iki duygu kabardı: korku ve merak. Eğer bu kapının ardında lanetin gerçeği varsa, o zaman kaçmak değil, yüzleşmek zorundaydı. Ve parmak uçları taşlara değdiği anda, kapı derin bir inlemeyle titredi. Çatlaklar yüzeyine yayıldı, karanlık bir nefes dışarı sızdı. Arden onu geri çekmeye çalıştı ama iş işten geçmişti. Kapı, sonsuz bir geceye açılan göz gibi yarıldı. İçinden soğuk bir rüzgâr esti ve Elena kendi adının yankısını bir kez daha duydu: “Elena… Alfa’nın Lanetlisi…” Elena, karanlık ormanın kıyısında durduğunda içgüdüleri ona geri dönmesini söylüyordu. Ama kalbi… kalbi başka bir şey fısıldıyordu. Adımlarını hızlandırırken sisin arasından bir uğultu yükseldi; sanki rüzgâr değil de bir şeyler ona sesleniyor gibiydi. Kulaklarını kapatsa da o ses zihnine doldu: “Burası senin kaderin…” Arden gölgelerden belirdi. Ay ışığı, yüzünün yarısını aydınlatıyor, diğer yarısı karanlıkta kalıyordu. Gözleri, parlayan kehribar misali, Elena’nın ruhuna işliyordu. Onu gördüğü an, Elena’nın kalbi hızla çarpmaya başladı ama aynı zamanda korkunun soğuk pençesi içini kavradı. Çünkü bu adam, yalnızca bir alfa değil, lanetin taşıyıcısıydı. “Geri dönmelisin,” dedi Arden, sesi derin ve tehditkârdı. “Bu yol senin sonun olabilir.” Elena, gözlerini kısmadan bakmaya çalıştı. “Beni korkutamazsın,” diye karşılık verdi. “Cevapları istiyorum. Ailem neden öldü? Bu lanetin onlarla ilgisi var mı?” Arden’in bakışları bir anlığına yumuşadı ama hemen ardından yeniden sertleşti. “Bazı gerçekler açığa çıktığında, hiçbir şey eskisi gibi olmaz. O cevabı öğrenmeye gerçekten hazır mısın?” Elena, nefesini ağır bir şekilde verdi. İçinde korkunun yanı sıra tarifsiz bir merak ve garip bir çekim vardı. Bu adam hem düşmanı, hem de tek yol göstericisiydi. Kaçsa bile kalbi onu geri çağırıyordu. Arden, birkaç adım yaklaştı. Sis, onların etrafında daha da yoğunlaşmıştı. “Sen, Elena… sıradan biri değilsin. Senin kanın, bu lanetin çözümü olabilir. Ama aynı zamanda… onun sebebi de.” Elena’nın gözleri büyüdü. “Ne demek istiyorsun?” Arden, başını yana eğdi, sesini alçaltarak konuştu. “Senin içinde uyuyan bir güç var. Eğer onu uyandırırsak, bu laneti kırabiliriz. Ama eğer kontrol edemezsen… hepimizin sonu olur.” Elena’nın kalbi kulaklarında çınlıyordu. Bir an için nefes almayı unuttu. Ardından kendini toparladı ve dudaklarından kararlı bir cümle döküldü: “O zaman öğret bana. Çünkü geri dönmeyeceğim.” Arden’in gözlerinde, ilk defa korkuya benzer bir parıltı belirdi. Ama aynı zamanda, derinlerde gizlenmiş bir umut da… Ve o an ikisi de biliyordu: Bu sadece bir başlangıçtı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD