Ormanın derinliklerinden yükselen sis, Elena’nın ciğerlerine ağır bir yük gibi doluyordu. Her adımı, toprağa saplanan bir hançer misali ruhunu yaralıyordu. O, zincirsiz bir esirdi artık. Arden’in gözleri, hâlâ ensesinde hissediliyordu. Alfa’nın bakışı… Gücün, otoritenin ve aynı zamanda açıklanamaz bir çekimin işaretiydi. Elena bu bağı reddetmek istese de ruhu, farkında olmadan o bakışa karşılık veriyordu.
Elena bir an durdu, kollarını göğsünde kavuşturarak derin bir nefes aldı. İçindeki fırtına, dışarıdaki sisle birleşmiş gibiydi. “Hayır,” dedi kendi kendine. “Ben bu bağın oyuncağı olmayacağım. Bu kaderi seçmedim.”
Fakat ne kadar kaçmaya çalışsa da, kader onun adımlarını kısıtlıyordu. Arden’in bölgesinden çıkmak isteyen her kurt, alfa izni olmadan tek bir sınır taşı bile aşamazdı. Elena da bunu biliyordu. Yine de denemek zorundaydı.
Ayağına takılan bir dalı hışımla kenara savurup yoluna devam ederken, birden karşısına devasa bir gölge çıktı. Arden, kollarını iki yanda açmış, yolunu kapatıyordu.
“Bu ormandan öylece çıkabileceğini mi sandın?” Sesindeki ton emir vericiydi ama derinlerinde tuhaf bir yumuşaklık da vardı. Sanki ona kızmaktan çok, endişeleniyordu.
Elena dişlerini sıktı. “Ben senin süründen değilim. Senin bölgene ait değilim. Yolum açık olsun, Alfa.” Son kelimeyi özellikle vurgulamıştı, hem saygısızlık hem de meydan okuma vardı içinde.
Arden’in gözleri altın gibi parladı. Alfa otoritesi damarlarından taşarcasına Elena’ya yöneldi. Normal bir kurt, bu bakış karşısında diz çöker, boynunu bükerek itaate zorlanırdı. Ama Elena farklıydı. İçinde kaynayan kan, sıradan bir kurtun kanı değildi. O, lanetin işaretini taşıyordu.
Arden birkaç adım yaklaşınca Elena’nın kalbi hızla çarpmaya başladı. Bir yandan kaçmak istiyor, diğer yandan bedeninin ihanetiyle savaşıyordu. Mate bağı, damarlarında ateş gibi dolaşıyor, zihnini bulanıklaştırıyordu.
“Beni bırak,” dedi Elena, gözlerini kısmış halde. “Eğer gerçekten bir alfabeysen, kendi gücüne güveniyorsan, beni zorla tutmana gerek yok.”
Arden’in çenesindeki kaslar gerildi. “Sen anlamıyorsun.” Adımları ağır ama kesindi. “Sana dokunmaya niyetim yok, ama senin gidişine de izin veremem. Çünkü seninle birlikte bu ormandan çıkacak olan şey sadece sen olmayacaksın. Lanet de seninle gelecek.”
Elena bir an dondu. Bu sözler, derinlerde bir şeyleri yerinden oynattı. Kaçmak için attığı her adımda hissettiği o görünmez zincirin nedeni buydu belki de.
“Benim lanetle ne ilgim olabilir?” diye bağırdı, öfkeyle. “Ailem öldürüldü, hayatım elimden alındı, bana tek miras kalan acı oldu. Beni bağladığınız bu saçma kader oyununu kabul etmiyorum!”
Arden’in gözleri kısa bir anlık yumuşadı. “Ailenin ölümünün sıradan bir saldırı olduğunu mu sanıyorsun?” dedi fısıltıya yakın bir sesle. “Onlar, lanetin ilk kurbanlarıydı.”
Elena’nın nefesi boğazında düğümlendi. Kalbi göğsünden fırlayacak gibi atıyordu. O ana kadar bildiği bütün gerçekler sarsılmıştı.
Tam o sırada, ormanın içinden bir uluma yükseldi. Derin, uğursuz ve Arden’in sürüsünden olmadığı belli olan bir ses. Düşman kurtlar yaklaşmaktaydı. Arden’in bakışları birden keskinleşti, Elena’nın kolunu kavradı.
“Burada tartışacak vaktimiz yok. Eğer beni dinlemezsen, ikimizin de hayatı tehlikede.”
Elena kolunu çekmeye çalıştı ama alfa gücü karşısında başarısız oldu. Öfkeyle gözlerinin içine baktı. “Beni zincirleyemezsin.”
Arden’in dudakları ince bir gülümsemeyle kıvrıldı. “Zincire gerek yok. Sen zaten kaderin zinciriyle bana bağlısın.”
O an Elena’nın içindeki öfke yerini korku ve meraka bıraktı. Çünkü her ne kadar reddetmek istese de, mate bağı kalbini sarıyordu. Ve yaklaşan düşmanların uğultusu arasında, ilk kez şunu düşündü: Belki de kaderinden kaçamazdı.
Ormanın derinliklerinden gelen uğursuz ulumalar çoğalmış, sisin içinden kızıl parlayan gözler tek tek belirmeye başlamıştı. Düşman kurt sürüsü, adım adım yaklaşıyordu. Arden’in yüzü sertleşti, altın gözleri ışıldadı.
“Elena, arkamda kal,” dedi emir verir gibi.
Elena dişlerini sıktı. “Ben kimsenin arkasında kalmam.”
Arden cevap veremeden ilk kurt gölgeler arasından fırladı. Ardından üç tanesi daha. Tırnak sesleri, ulumalar, toprağa saplanan dişler… Orman bir anda kana bulanmıştı.
Elena refleksle hançerini çekti. Sırtı bir ağaca çarptığında, üzerine atılan gri kürklü canavarı tek hamlede göğsünden hançerledi. Kurt acı dolu bir iniltiyle yere düştü. Elena kan ter içinde kalmıştı ama gözlerinde korku yerine soğuk bir kararlılık vardı.
Arden yanındaki iki kurdu pençeleriyle yere sererken bir yandan ona baktı. “İnatçısın… ama cesaretin gerçek!”
Daha sözlerini bitirmeden, Elena’nın üzerine devasa siyah bir kurt atıldı. Hançeri elinden kaydı. Canavarı savuşturmak için ellerini kaldırdığında, beklenmedik bir şey oldu. Avuçlarının ortasında gümüşi bir ışık parladı. Sanki yıldırım gibi parlayan bir enerji, kurdu geri savurdu.
Elena nefes nefese yere çöktü, gözleri dehşetle açılmıştı. Ellerine baktı, parmaklarının arasında hâlâ o gümüşi kıvılcım titreşiyordu.
“Bu… bu da ne?” diye fısıldadı.
Arden savaşın ortasında dondu kaldı, altın gözleri şokla açıldı. “Hayır… bu imkânsız.”
Elena daha ne olduğunu anlayamadan, bir kurt sürüsünün lideri olduğu belli olan daha iri, kırmızı gözlü alfa ortaya çıktı. Koca gövdesiyle Arden’e meydan okurcasına uludu. Diğer kurtlar bir anda saldırıyı kesti, etraflarında sessizlik çöktü.
Arden öne çıktı, Elena’yı arkasına çekti. Ama gözleri hâlâ onun ellerindeki ışığa kilitlenmişti.
“Elena…” dedi derin bir sesle. “Sen sadece benim mate’im değilsin. Sen, bu lanetin anahtarı olabilirsin.”
Elena’nın kalbi duracak gibi oldu. Lanet… intikam… kader… Hepsi bir anda tek bir noktada birleşti. Ama anlamaya fırsat kalmadan düşman alfa ileri atıldı.
Toprak sarsıldı. Ağaçlar titredi. Ve ikinci büyük savaş başladı.
Elena kalbinin göğsünü parçalayacakmış gibi çarptığını hissetti. Ellerinde titreyen ışık giderek güçleniyor, sanki damarlarındaki kan yerine ateş akıyordu. Gözlerini düşman alfadan ayıramıyordu; içinden gelen bir ses ona, bu savaşın sadece bir çatışma olmadığını, kaderinin dönüm noktası olduğunu fısıldıyordu. Bir an için Arden’in kolu omzuna değdi; o dokunuşla birlikte ışık parladı ve ormanı gündüz gibi aydınlattı. Hem Elena hem de düşman alfa, artık saklanacak hiçbir sır kalmadığını anlamıştı.
Düşman alfa uluduğunda ormandaki bütün kuşlar gökyüzüne savruldu. Ses o kadar güçlüydü ki Elena’nın kulak zarlarını yırtarcasına çınladı. Önünde duran yaratık, diğerlerinden farklıydı; daha kaslı, daha vahşi ve gözlerindeki kırmızı parıltı adeta şeytani bir ışıltıyla yanıyordu.
Elena geri çekilmek istedi ama bacakları hareket etmiyordu. Ellerinde giderek büyüyen ışık, sanki onunla birlikte nefes alıyor, kalp atışlarıyla ritim tutuyordu. Bir adım geriye kaydığında, Arden kolundan tutup kendine çekti.
“Bunu durduramazsın,” dedi Arden, bakışlarını düşman alfadan ayırmadan. “Ama belki de senin gücün, bu savaşı bitirmenin tek yolu.”
Elena’nın boğazı düğümlendi. “Ben… bilmiyorum. Ne olduğunu bile bilmiyorum.”
Arden’in sesi sertleşti: “O zaman öğrenmek zorundasın. Şimdi.”
Tam o anda düşman alfa ileri atıldı. Toprak sarsıldı, ağaç dalları kırıldı. Elena içgüdüyle ellerini kaldırdı; ışık bir patlama gibi yayıldı, karanlığı yırtarak ormanı aydınlattı. Kurtlar bir anlığına geri savruldu, ama bu sadece başlangıçtı. Çünkü savaş daha yeni başlıyordu.