Rüzgâr, ormanın içinden soğuk bir nefes gibi esti. Ağaçların dalları, yaklaşan fırtınayı önceden sezmişçesine titriyordu. Arden, sessiz adımlarla yürürken Elena onu dikkatle izliyordu. İki gündür uykusuzdular; dolunayın ışığı altında yapılan bağ ritüelinden sonra, ikisi de eski hâllerinden çok uzaktaydı.
Artık her şey değişmişti.
Arden, eğik bir kayanın üzerine çıktı, ormanı süzdü. “Av başladı,” dedi sessizce, “ama bu kez avcılar biziz.”
Elena gözlerini kısmıştı. “Ne avlıyoruz?”
Arden’in sesi karanlık ve sertti. “Bizi avlayanları. Karanlık Meclis’in habercileri, sürüden kopan yoz kurtlar… onları bulup yok etmeden Alfa’nın laneti senin bedeninde daha da güçlenecek.”
Elena sessiz kaldı. Yüzüne düşen bir tutam saçı rüzgârla savruldu. Kalbinde hem korku hem de tuhaf bir heyecan vardı.
“Ya kontrolü kaybedersem?” diye sordu fısıltıyla.
Arden gözlerini ondan ayırmadan cevapladı. “O zaman seni durdururum.”
Sözleri basit ama ağırlığı ölümcül bir and içmek gibiydi.
Yolun geri kalanında konuşmadılar. Ağaçların arasından geçerken gökyüzündeki bulutlar ağırlaştı, orman sessizleşti. Elena’nın içindeki güç, sanki uykusundan uyanan bir şey gibi kıpırdanmaya başladı. Her adımda toprağın nefesini duyuyor, her rüzgârda gizli bir dil işitiyordu.
Birden Arden durdu. “Duydun mu?”
Elena başını salladı. “Evet.”
Yakınlarda bir su sesi vardı, ama onunla birlikte gelen başka bir şey daha —kan kokusu. Elena’nın burnuna keskin bir metal tadı doldu, boğazı düğümlendi.
Arden elini kaldırdı. “Hazırlan.”
Ağaçların arasından biri belirdi. Kanla kaplı tüyleri ay ışığında parlıyordu, gözleri kararmış, neredeyse insanlığını yitirmişti. O kadar vahşi bir görünüme sahipti ki Elena istemsizce geri adım attı.
Arden kükredi, sesi yankılandı: “Bu, lanetin yozlaşmış yüzü!”
Yaratık bir çığlıkla üzerlerine atıldı. Arden hızla sıyrılıp Elena’yı kenara itti. Yaratığın pençeleri toprağı kazıdı, küçük taşları savurdu. Elena’nın kulakları uğulduyordu ama içinden bir ses onu harekete geçirdi: Korkma. Artık sensin avcı.
Ellerini kaldırdı, kalbinden gelen ısı dalgası damarlarına yayıldı. Yaratık bir kez daha atıldığında, Elena toprağı çağırdı. Ayaklarının altındaki zemin sarsıldı; kökler, yaratığın bacaklarını sardı. O anda gözlerinden kırmızı bir ışık parladı, yaratık acı içinde kıvrandı.
Arden onu izliyordu —Elena’nın kontrolü ele alışındaki güç onu hem şaşırtmış hem de korkutmuştu. Çünkü bu, sıradan bir bağ enerjisi değildi. Alfa’nın kanının doğrudan yankısıydı.
“Dur!” diye bağırdı Arden. “Yeter, Elena!”
Ama Elena onu duymuyordu. Gözleri boştu, dudakları kımıldadı: “Bana saldıran herkes toprağa karışacak…”
Bir patlama oldu. Yaratık, köklerle birlikte parçalara ayrıldı. Sessizlik çöktüğünde Elena dizlerinin üzerine düştü, elleri titriyordu. Arden hemen yanına koştu, omzundan tuttu.
“Elena! Kendine gel!”
Kız yavaşça başını kaldırdı, gözlerinden bir damla kan süzüldü. “O ses… yine konuştum onunla.”
Arden’in kaşları çatıldı. “Kiminle?”
Elena’nın sesi neredeyse duyulmazdı. “Alfa’nın kendisiyle.”
Arden sessiz kaldı. Bu, korktuğu şeydi. Bağ, sadece kanı değil, Alfa’nın ruhunu da taşıyordu. Eğer Elena içindeki sesi susturamazsa… lanet onu tamamen ele geçirecekti.
“Bundan sonra hiçbir hareketi kendi başına yapmayacaksın,” dedi Arden. “Birlikte avlanacağız.”
Elena, hâlâ titreyen ellerini yumruk yaptı. “Birlikte, evet. Ama kontrolü öğrenmek istiyorum. Bu güç benden çalınmadı, bana ait. Onu kullanmayı öğreneceğim.”
Arden başını eğdi. “Bu sözün bedeli ağır olur.”
“Fark etmez,” dedi Elena. “Bu benim savaşım.”
Rüzgâr yeniden esmeye başladı, orman sanki onları dinliyordu. Gökyüzünde dolunay yavaşça bulutların arkasına saklanırken uzaklarda başka bir uluma yankılandı —fakat bu defa daha derinden, daha uğursuzdu.
Arden başını o yöne çevirdi. “Onlar bizi buldu.”
Elena gözlerini kapadı, içindeki gücü hissetti. “O zaman onları bekletmeyelim.”
Arden bir gülümseme kondurdu. “İşte şimdi, gerçek av başlıyor.”
Elena ve Arden, ormanın karanlık kısmına doğru ilerledikçe hava ağırlaşıyordu. Nemli toprak kokusu, çürümüş yapraklarla karışmıştı. Ay ışığı artık neredeyse görünmüyordu; dallar birbirine geçmiş, gökyüzünü kapatmıştı. Her adımda toprağın altında bir şeylerin kıpırdadığını hissediyorlardı.
“Burada bir şey yanlış,” dedi Arden, elini kılıcının kabzasına götürerek.
“Ne demek istiyorsun?”
“Bu bölge eskiden kutsaldı. Alfa’nın sürüsü burada yemin ederdi. Ama şimdi…” Arden başını kaldırdı, ağacın kabuğundaki sembolleri gösterdi. “Kutsama işaretleri ters çevrilmiş. Birileri bu toprağı lanetlemiş.”
Elena sembollere dokunduğunda parmak uçlarında yanma hissetti. “Bu işaretler canlı… hâlâ enerji taşıyorlar.”
“Evet. Çünkü burada bir şey uyanıyor.”
Tam o anda, yerden çıkan bir pençe Arden’i yakaladı ve geriye fırlattı. Toprak yarıldı, içinden gri tüylerle kaplı dev bir yaratık çıktı. Gözleri, alev gibi yanan sarı halkalarla parlıyordu. Çenesinden salyalar süzülüyor, tırnakları toprağı kazıyordu.
Elena geri çekildi, kalbi hızla çarpıyordu. “Bu… bu bir kurt değil!”
Arden toprağın üzerindeki darbeyi savuşturup ayağa kalktı. “Hayır. Bu, lanetin kendisi.”
Yaratık kükredi, ses ormanın içini doldurdu. Kuşlar ürküp havalandı, uzaklardaki sessizlik paramparça oldu. Arden hızla Elena’nın önüne geçti. “Geri dur. Bununla tek başına savaşamazsın.”
Elena dişlerini sıktı. “Sadece izlememi mi istiyorsun?”
“Hayır,” dedi Arden, gözlerini yaratığa dikerek. “Öğrenmeni istiyorum.”
Yaratık bir kez daha saldırıya geçtiğinde Arden hızla kenara sıyrıldı, kılıcıyla yaratığın göğsüne darbe indirdi. Fakat kılıç, onun derisinde sadece bir kıvılcım çıkardı. Yaratık acıyla inlemedi bile. Tam tersine, kahkahaya benzer bir hırıltı çıkardı.
Elena’nın içindeki güç yeniden kıpırdanmaya başladı. O ses tekrar konuştu:
> “Korkunu bırak. Sen Alfa’nın soyundansın.”
Gözlerini kapadı, ellerini toprağa bastı. Parmak uçlarından sıcak bir akış yayıldı. Toprak sarsıldı, kökler yerin altından yükseldi. Yaratık Arden’e saldırmak üzereyken kökler bacaklarına dolandı, onu havaya kaldırdı.
“Şimdi!” diye bağırdı Elena.
Arden sıçradı, kılıcını döndürüp yaratığın göğsüne sapladı. Bu kez kılıç parladı, kanla birlikte siyah duman fışkırdı. Yaratık acı içinde kıvrandı, bağırdı. Elena’nın alnında ter damlaları birikti, vücudu titriyordu. Gücün ağırlığı neredeyse onu boğacak gibiydi.
“Dayan, Elena!” diye bağırdı Arden. “Bırakırsan seni de içine çeker!”
Elena dişlerini sıktı. “Bu benim savaşım… bırakmam!”
Son bir hamlede, kökleri tamamen sıktı. Yaratık korkunç bir çığlık attı ve siyah bir dumanla birlikte yok oldu. Sessizlik yeniden çöktüğünde ormanın üzerinde yalnızca rüzgârın sesi kaldı.
Elena dizlerinin üzerine çöktü, nefesi kesilmişti. Arden hemen yanına geldi, omzuna dokundu. “Bunu yapmaman gerekiyordu. Henüz hazır değilsin.”
Elena başını kaldırdı, gözleri parlıyordu. “Ama ya yapmasaydım? Ya ikimiz de ölseydik?”
Arden sessiz kaldı. Cevap veremiyordu. Çünkü Elena haklıydı. Onun içindeki güç kontrolden çıkabilirdi, ama aynı zamanda kurtuluşun tek umuduydu.
Elena ayağa kalktı, başını gökyüzüne kaldırdı. “Bu sadece bir başlangıçtı. Onlar daha güçlü olanları gönderecekler.”
“Evet,” dedi Arden, kılıcını temizleyerek. “Ve biz hazır olacağız. Ama bir şeyi bilmen gerekiyor…”
Elena ona döndü.
Arden’in sesi alçaldı. “Bu av, senin sınavın değil. Bu, Alfa’nın seni seçtiğinin kanıtı.”
Elena bir adım geri çekildi. “Ne demek istiyorsun?”
“Sen sadece onun soyundan değilsin, Elena. Sen onun yeniden doğuşusun.”
Elena’nın kalbi duracak gibi oldu. Gözleri büyüdü, nefesi kesildi. “Ne… ne demek bu?”
Arden gözlerini kaçırdı. “Bu laneti taşıyan her nesilde Alfa’nın bir parçası uyanırdı. Ama seninki farklı. Alfa’nın ruhu tamamen sende birleşti.”
Elena bir süre hiçbir şey söylemedi. Yalnızca rüzgârın uğultusu arasında fısıldadı:
“Yani ben, lanetin kaynağıyım.”
Arden sessizce başını salladı. “Ve kurtuluşu da sen olacaksın. Eğer içindeki karanlığa yenilmezsen.”
Elena başını çevirdi, gözleri karanlık ormanın ötesine odaklandı. “O zaman onları avlamayacağım, Arden. Onları yöneteceğim.”
Arden’in gözleri şaşkınlıkla büyüdü. “Ne diyorsun sen?”
Elena’nın sesi sakin, kararlıydı:
“Bu lanet, korkakların değil, hükmedenlerin kaderi. Eğer Alfa’nın ruhu bensem… o zaman ormanın kraliçesi de ben olacağım.”
Rüzgâr yön değiştirdi. Uzakta bir uluma daha duyuldu, bu defa diğerlerinden farklıydı: itaatkâr, yeminli bir çağrı gibiydi.
Arden bir adım geri çekildi.
“Elena… ne yapıyorsun?”
Elena gözlerini kapadı, dudaklarından tek bir kelime döküldü: “Beni izlesinler.”
Ay ışığı bulutların arasından sıyrılıp yüzüne vurduğunda, Elena’nın gözlerinde artık yalnızca insanlık değil, Alfa’nın kudreti parlıyordu.