Gece sessizdi, ama sessizliğin altında kaynayan bir şey vardı — sanki orman bile nefesini tutmuştu. Elena, Arden’in ardından yürüyordu. Ay ışığı, dalların arasından süzülüp yüzüne vuruyor, gölgeleri kırık parçalar halinde yere düşürüyordu.
Rüzgâr, yaprakların arasından fısıltılar taşıyordu. Her adımda toprağın nemi ayak bileklerine kadar siniyor, havadaki koku metalik bir tadı andırıyordu. Ormanın bu kısmına daha önce hiç gelmemişti. Her ağaç, her taş, sanki onu izliyordu.
“Burada mı yapacağız?” diye sordu sessizce.
Arden başını hafifçe eğdi. “Evet. Burası ‘Yankı Vadisi.’ Bu toprak, güçle doludur. Burada gördüğün hiçbir şey tam olarak gerçek değildir. Ama hissettiklerin… seni öldürebilir.”
Elena derin bir nefes aldı. “Hazırım.”
Arden gözlerini kıstı, yüzündeki sertlik değişmeden konuştu. “Hazır olduğuna emin misin? Bu sınav sadece cesaretle değil, ruhunla ilgilidir. İçinde bastırdığın her şey karşına çıkacak.”
Elena, bir an tereddüt etti. Ama sonra hançerini çıkardı, ay ışığına tuttu. “Beni korkutmalarına izin vermeyeceğim.”
Arden yavaşça başını salladı. “Öyleyse başlasın.”
Yere diz çöktü, elini toprağa bastı. Parmağından bir damla kan süzüldü. O anda toprak titredi. Sessiz bir uğultu yükseldi; ardından çevrelerini ince gri bir sis sardı. Sis, bir canlının nefesi gibi hareket ediyor, şekil alıyordu.
Elena’nın kalbi göğsünde hızla çarpmaya başladı. Sis, yavaş yavaş bir şekle dönüştü — bir kadının yüzü.
Kadın, Elena’ya tıpatıp benziyordu. Ama gözleri simsiyah, dudaklarında uğursuz bir gülümseme vardı.
“Elena…” dedi yankılanan bir ses, “beni neden terk ettin?”
Elena geri adım attı. “Sen… ben misin?”
“Ben sensin,” diye fısıldadı gölge. “Ama senin korkularınla, yalanlarınla beslenen hâlinim. Sen beni bastırdın, ama şimdi özgürüm.”
Arden sessizce izliyordu, hiçbir müdahalede bulunmadı. Bu, Elena’nın kendi sınavıydı.
Elena hançeri kaldırdı, nefesini tuttu. “Sen benim karanlığım olabilirsin… ama beni yönetmeyeceksin.”
Gölge gülümsedi. “Öyle mi? O zaman neden her korkunda ben doğuyorum?”
O an Elena’nın zihninde geçmişten görüntüler belirdi: çocukken babasının bağırışları, annesinin gözyaşları, yalnız geçen geceleri… Her biri, gölgenin üzerine şekilleniyordu.
Elena dizlerinin üzerine çöktü, kalbinde bir çığlık patladı. Ama bu kez ağlamadı. Gözlerini kaldırdı, gölgesinin gözlerinin içine baktı.
“Artık seni saklamayacağım. Seni kabul ediyorum.”
Gölge bir an durdu, sonra çatladı. Siyah sis bir anda parladı, ardından dağılırken bir ışık halkası Elena’nın etrafını sardı.
Arden elini uzattı, sessizce izledi. “İlk sınav bitti,” dedi. “Ama bu sadece başlangıçtı.”
Elena başını kaldırdı, alnından ter damlıyordu. “Biliyorum.” Sesinde yorgunluk değil, kararlılık vardı. “Ama artık içimdeki ses beni değil, ben onu yönetiyorum.”
Arden, hafif bir tebessümle ona baktı. “İşte bu… Alfa’nın yolunun ilk adımı.”
Elena’nın nefesi kesik kesikti. Gölge yok olduğunda, ormanın sessizliği yeniden çökmüştü ama sessizlik artık huzurlu değil, ağırdı. Sanki doğa bile biraz önce yaşananı görmüş, anlam verememişti.
Arden, elini Elena’ya uzattı. “Ayağa kalk,” dedi. “Güç sadece savaşmakla değil, düştüğünde kalkmakla da ölçülür.”
Elena, Arden’in elini tutup ayağa kalkarken parmaklarının titrediğini fark etti. Toprak nemliydi, ayakkabılarının altından sızan çamur hissi bile gerçeklikten kopmuş gibiydi.
“Bu his…” dedi kısık bir sesle, “sanki içimde bir şey kırıldı ama aynı anda bir şey de onarıldı.”
Arden başını salladı. “Ruhunun zinciri iki yönlüdür. Kırıldığında seni özgürleştirir, ama aynı zamanda seni açık hâle getirir. Gölgeler şimdi senin zayıflığını da bildi.”
Elena, alnındaki teri sildi. “Yani beni izliyorlar.”
“Evet,” dedi Arden. “Artık seni tanıdılar. Ve emin ol, bir sonraki adımda seni deneyecekler.”
Elena gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı. “O zaman beklemeyeceğim. Onlar gelmeden ben gideceğim.”
Arden’in kaşları çatıldı. “Hayır. Şu anda tek yapman gereken sabretmek. Çünkü sabırsızlık seni onların pençesine götürür.”
Elena, Arden’in gözlerine baktı. İçinde kıvılcımlar parlıyordu. “Ben sabırsız değilim. Sadece kaderimi bir başkasının yazmasına izin vermeyeceğim.”
Arden bir süre sessiz kaldı. Sonra elini ceketinin iç cebine attı ve küçük bir deri kitap çıkardı. Sayfaları yıpranmış, köşeleri yanık gibiydi. “Bu,” dedi, “atalarımızın yazdığı Alfa metinlerinden biri. Bu topraklarda ilk lanetlenen kurt sürüsünün hikâyesini anlatır. Lanet, kanla başlar, ama seçimle tamamlanır.”
Elena kitabı aldı, parmaklarıyla kapağını okşadı. “Bunu bana neden gösteriyorsun?”
“Çünkü,” dedi Arden, “sen onların soyundan geliyorsun.”
Elena’nın parmakları dondu. Gözleri büyüdü, nefesi hızlandı. “Ne dedin sen?”
Arden yaklaşarak sesini alçalttı. “Sen sadece insan değilsin, Elena. Gölgelerin seni çağırmasının sebebi bu. Kanında onların yankısı var. Alfa kanı… ama aynı zamanda lanetin tohumu.”
Elena bir adım geri çekildi. “Bu— bu olamaz. Ben sıradan biriydim. Bir yetimhanede büyüdüm. Ailem kimdi bile hatırlamıyorum.”
Arden’in yüzü kasıldı. “Tam da bu yüzden buradasın. Çünkü geçmişini senden sakladılar.”
Elena’nın kalbine bir ağırlık çöktü. Sanki yıllardır aradığı tüm cevaplar bir anda üzerine yığılmıştı. “Yani kaderim en başından çizilmişti.”
“Hayır,” dedi Arden sert bir sesle. “Kader sadece yolu gösterir. Yürüyüp yürümeyeceğine sen karar verirsin.”
Elena kitabı göğsüne bastırdı. “O zaman bu laneti ben bitireceğim.”
Arden başını eğdi, gözlerinde kısa bir süreliğine gurur parladı. “O zaman Alfa’nın yolunda ilerleyeceksin. Ama bu yol kanla temizlenir. Yarın gece, ikinci sınav başlayacak.”
Elena başını kaldırdı. “Ne sınavı?”
“Alfa Bağı,” dedi Arden. “Kendini yalnızca ruhunla değil, doğayla da birleştirme sınavı. Kurtlar seni ya kabul edecek ya da seni parçalayıp laneti tamamen serbest bırakacak.”
Elena’nın dudaklarından tek bir kelime döküldü: “Kabul ediyorum.”
Arden’in yüzünde karanlık bir gülümseme belirdi. “O hâlde dinlen. Çünkü sabah olduğunda artık eski sen olmayacaksın.”
Elena yavaşça vadinin derinliklerine baktı. Sis, ay ışığında dalgalanıyor, şekil değiştiriyordu. Rüzgâr, ağaçların dallarını birbirine çarpıyor, uzaklarda bir kurt uluması yankılanıyordu.
O an kalbinin derinlerinde bir yankı duydu: “Alfa doğmaz… uyanır.”
Elena gözlerini kapadı, içinden geçen korkunun yerini soğuk bir kararlılık aldı.
Bu kez kimse onu kurtarmayacaktı.
Bu kez kendi karanlığını kendi ateşiyle yakacaktı.
O gece, Arden vadiden ayrıldığında Elena tek başına kaldı. Ateşin közleri sönmüş, yalnızca kırmızı bir halka gibi yanıyordu. Gözleri gökyüzüne, dolunaya takıldı. O an, içinden geçen bir hisle elini toprağa koydu. Toprağın altındaki damarlar sanki cevap veriyordu — kalbinin atışına karışan başka bir ritim duydu. Göğsünden yukarıya sıcak bir enerji yükseldi; teninde ince, kırmızı çizgiler belirdi.
Ve ilk defa, kendi içinden yükselen o hayvansı uğultuyu duydu.
Bu bir ses değil, bir uyanıştı.
Elena korkmadı.
Aksine, gözlerinde tehlikeli bir kararlılık belirdi.
Fısıldadı: “Bu güç benim lanetim değil… benim doğam.”
Uzakta bir kurt uludu — uzun, yankılı, eski çağlardan kalan bir çağrı gibi.
Elena yavaşça ayağa kalktı, rüzgâr saçlarını savurdu.
Karanlığın içinde artık sadece bir kız değil, uyanmaya başlayan bir Alfa duruyordu.