bc

Çarkıfelek Çiçeği

book_age12+
58
FOLLOW
1K
READ
drama
tragedy
comedy
twisted
sweet
like
intro-logo
Blurb

Gülümsedi çocuk. Gülümsemenin yakıştığı çocuklardandı. Adı da Jan Ali idi. Babası Alman annesi Türktü. Ebeveynleri boşanınca annesi yurda dönmüş, yanında cancağızını da getirmişti. Üç haftadır aynı okulda olduklarına inanası gelmiyordu. İnanmayan bir kendi değildi elbet. Şu ara anneannesi ve dedesi kabul aşamasındalardı. Zira annesi çalışmaya deyip kocaya gitmişti. Hem de elin gevuruna! Jan öyle söyleyince kıkırdadı. İlk defa oluyordu bu. İstemsizce çıkmıştı.

"Babana öyle dememelisin." Sırtını sandalyeye yasladı Jan.

"Anneme de babaannem diyordu zamanında. Boşver."

"Ne diyordu?"

"Türkenknecht!" Dedi bir anda Jan o anı yaşar gibi.

"Ne demek o?"

"Amele işte."

"Amele olmak orada kötü bir şey mi?"

"Ondan değil aslında kendileri annemden üstün ya ondan." Burun kıvırdı Sevda.

"Kaynana her yerde aynı galiba."

"Buranın kaynanası nasıl?"

"Babaannem halen bakar annem yerine yeni gelin." Çapkınca göz kırptı, Jan yerinde kımıldandı. "Babam kırk dokuz yaşında pos bıyıklının teki." Sanki açıklaması her şeyi açıklığa kavuşturur gibiydi tavrı. Jan'ın gözleri ışıldadı. Kıza biraz daha yaklaşıp masanın üzerinde duran elinin yanına koyuverdi elini. Öyle doğal yapmıştı ki bunu Sevda heyecanlandı. Kokusu da üstüne sinmişti sanki.

***

Türkiye'den Almanya'ya uzanan adı konulmamış, unutulması mümkün olmayan bir aşk hikayesiydi yaşadıkları. Bir gün tekrar karşılaştıklarında bütün imkansızlıklara rağmen bir olabilecekler miydi?

chap-preview
Free preview
Giriş
Sabah ezanıyla uyanıyordu Sevda. Önce namazını eda ediyor, peşi sıra okula gitmeden evvel ailecek edilen kahvaltıyı hazırlıyor, saçlarını neredeyse saat başı prize takılan ütüyle düzleştiriyordu.  Biraz meşakkatli de olsa netice tatmin ediyordu genç kızı. Keşke diyordu hep, 'Şu yeni düzleştiricilerden alabilseydim!' O kadar çok istemişti ki kardeşleri arasında fazlaca esprisi geçerdi. Kızın niyeti belliydi. Babası harçlık versin de alsındı. Fakat babanın ne niyeti ne de verecek parası vardı. Kızcağız da akranlarına bakıp iç geçirir, başkaları ona göre paspal görünen saçları ile dalga geçiyor zannederdi.  Öyle bir haleti ruhiyedeydi ki okulun tümü kendisini izlediğini, alay konusu haline geldiğini düşünürdü. Oysa gençliğini dolu dizgin yaşayan yaşıtları ne ayakkabısının tabanındaki deliği görürdü ne de o ayakkabı içindeki çorabın defalarca dikildiğinden haberi.  Yine de Sevda teneffüslerde kütüphane dışında bir yere uğramaz, arkadaşlarının türlü yakıştırmalarına ses etmezdi. Ne vardı canım inek deniliyorsa! Faydalı bir hayvandı ne de olsa. Kendi de o kadar yarar sağlasa...  Durmadan okurdu Sevda. Ailenin bütünü okumaya adamıştı kendisini. Sevda da eksik kalmıyordu kendince.  Yine bir saatlik öğle arası teneffüsünde attı kendini kütüphaneye. Eve gidip gelse yemek yiyemeden dönmesi gerekirdi ki geç kalmasın. Kantinde otursa bir şey almadan durmasını yadırgarlar korkusu sarıyordu. Öyle ya Sevda çok göze batıyordu. Elbette her dönem başı aldığı bölüm birinciliği belgesi onu popüler kılıyordu. Öyle olmalıydı... Bundan sebep tek mekanı kütüphane idi işte.  Kütüphane nöbetçi öğrenci dışında hep boştu, genç kız çok severdi o yönünü. Bir süreliğine görünmez olduğunu hissediyordu. Zaten nöbetçi de hep internette Messenger üzerinden arkadaşlarıyla konuşmakla meşguldü. İstediği gibi at koşturuyordu Sevda da. Fakat o gün kendinden evvel biri oturmuştu üstüne henüz isimler kazınmış, yeni cilalanmış masif sıraya. Geriye dönmek mümkün olmadığından bıraktı çantasını sandalyenin koluna. Sonra da ödünç almış olduğu kitabı çıkarmak için abisinin iki yıl kullanmış olduğu çantanın fermuarını yavaşça indirdi fakat ne çok ses çıkarmıştı o gün! En iyisi bir çırpıda açmak deyip hızla çekti fermuarı. Çıkan sesle daha evvel görmediği çocuk başını kaldırdı karalamakta olduğu defterden. Zeytin karası gözler üstüne sabitlenince panikledi, yanakları al al oldu Sevda'nın. Zaten utangaç bir kız olduğunu söylerlerdi. Özellikle Tarih hocası, 'Ne sessizsin sen, seni alan koca yaşadı!' derdi. Fakat Sevda daha aklını koca diye bozacak kız değildi. Küçüktü bir kere. Evlilik denilen meretle kimse mutlu olmuyordu. Annesi hiç mi hiç mutlu değildi mesela. 'Allah ya benim ya da senin canını alsın,' derdi babasına. Babası sekiz defa trafik kazası geçirmişti. Dokuzuncusunu iple çekiyordu belki annesi...  Ses etmeden okuma kitabını boşvererek ders kitabına ulaşıp iki hafta sonra başlayacak olan sınav için not almaya başladı. İnci gibi yazardı ne yazacaksa. Öyle muntazam durmalıydı yazı defterde, kusursuzca. Fakat ne yaptıysa aklı gelmiyordu başına. Takılı kalmıştı bir çift kara göze. Usulca kaldırınca başını kara gözlünün alenen kendisini dikizlediğini gördü. Abisinden öğrenmişti bu çirkin kelimeyi. Gevşek gevşek gülmüş, 'Bizim sınıftaki Ayten beni dikizliyor,' demişti. Ayten şehla gözlüydü, abisine hatırlatmadı. Lakin kara gözlü çocuk şehlaya benzemiyordu. Hatta gülümsüyordu bile...  "Merhaba," dediğinde nöbetçi öğrenci çok ses çıkmış gibi,  "Şşt!" diye uyarıverdi. Sonra klavye sesi doldu kulaklara. Sevda'nın kulaklarında kara gözlünün sesi kalmıştı. Sahi yok muydu bunun bir adı? Bunun dediyse öyle saygısızlığına dememişti, öğrenmeliydi. Tebessüm edip başını salladı selamını alırcasına.  "Merhaba," der demez kara gözlü sanki onay almışçasına yerinden kalkıp kızın yanına kuruluverdi. Büyük meseleydi o zaman için bir erkeğin yanına oturması. Ortaokulda öğretmen zoruyla oturtulurdu öyle. O büyük bir mesele içindeydi artık. Mesele hızlıca atan kalbiydi. Mesele burnuna dolan hangi çiçekten bilmediği losyon kokusuydu. Hakikaten bu ne kokusuydu? Seslice sormuştu utanmadan. Kendi izinsizce oturduğunda göre hakkı vardı demek ki. Gülümsedi çocuk. Gülümsemenin yakıştığı çocuklardandı. Adı da Jan Ali idi. Babası Alman annesi Türktü. Ebeveynleri boşanınca annesi yurda dönmüş, yanında cancağızını da getirmişti. Üç haftadır aynı okulda olduklarına inanası gelmiyordu. İnanmayan bir kendi değildi elbet. Şu ara anneannesi ve dedesi kabul aşamasındalardı. Zira annesi çalışmaya deyip kocaya gitmişti. Hem de elin gevuruna! Jan öyle söyleyince kıkırdadı. İlk defa oluyordu bu. İstemsizce çıkmıştı.  "Babana öyle dememelisin." Sırtını sandalyeye yasladı Jan.  "Anneme de babaannem diyordu zamanında. Boşver."  "Ne diyordu?"  "Türkenknecht!" Dedi bir anda Jan o anı yaşar gibi.  "Ne demek o?"  "Amele işte."  "Amele olmak orada kötü bir şey mi?"  "Ondan değil aslında kendileri annemden üstün ya ondan." Burun kıvırdı Sevda.  "Kaynana her yerde aynı galiba."  "Buranın kaynanası nasıl?"  "Babaannem halen bakar annem yerine yeni gelin." Çapkınca göz kırptı, Jan yerinde kımıldandı. "Babam kırk dokuz yaşında pos bıyıklının teki." Sanki açıklaması her şeyi açıklığa kavuşturur gibiydi tavrı. Jan'ın gözleri ışıldadı. Kıza biraz daha yaklaşıp masanın üzerinde duran elinin yanına koyuverdi elini. Öyle doğal yapmıştı ki bunu Sevda heyecanlandı. Kokusu da üstüne sinmişti sanki.  "Yarın maçım var gelir misin?" diye sorduğunda anlamadı o sebeple.  "Ne maçı?"  "Futbol işte canım." Canım mı demişti o? Sevda'nın yüreğine ineceği yoksa da bu saatten sonra inerdi artık. "Ne olur sevdiğini söyle futbolu."  "Severim." Jan yaz günü içi sulu, kıpkırmızı karpuz kesmişler gibi sevindi.  "Yalan deme bana."  "Demiyorum!" Kanıt aradı çocuk.  "Fenerbahçe'nin ilk on birini soluksuz söyleyebilirim sana."  "Fenerbahçeli misin sen?" Yüzünde oldukça tatlı duran burnunu kırıştırdı. "Sen artık Bayern Münih'in taraftarısın. İlk on biri ezberletirim sana."  "Nedenmiş o? Ben beş yaşımdan beri Fenerbahçeliyim."  "Kanın da sarı lacivert mi akıyor?" Dalga geçiyordu besbelli. Kabahat kendisindeydi! Kalkacak gibi oldu, Jan tutuverdi masada duran elini. "Şaka yapıyorum kalkma lütfen." Kalkmadı Sevda da. "Gelecek misin maça? Bak çok iyi oynarım. İlk golüm senin olur."  "Başka sahibi var mı o golün?"  "Yoksa, 'Jan!' diye tezahürat edecek misin?"   "Etmem." Pes eder gibi yapmayacaktı hiç Jan.  "Yine de o gol senin. Sadece senin."  "Neden benim?" Mantıklı gelmiyordu çünkü Sevda'ya. Daha kırk dakika öncesinde tanış etmiyorlardı bile. Bunu ona da söyledi.  "Çünkü üç hafta öncesine kadar Almanya'daydım. Yarın nerede olurum bilmiyorum ki! Duygularımı hızlı yaşıyorum ben de." Jan artık tam bir ergendi Sevda'nın gözünde.  "Çabuk unutursun da aynı zamanda?"  "İşte sen beni unutma diye kokuyu söylemedim mesela. Sen de yarım bırak kendinle ilgili bir şeyi. Böylece kırk yıl da geçse unutmayayım." Sevda'ya ukalaca gelmişti bu ama aldırmadı.   "O halde yarın gelip gelmeyeceğimi söylemeyeceğim." Jan'ın yüreğine inmiş gibi açıldı gözleri.  "Haksızlık bu!"  "Seninki kadar değil bence. En azından yarın öğrenirsin." Omuz silkti, döndü kitabına. Jan da karalamaya devam etti. Jan çok da iyi çiziyordu. İç içe geçmiş olan serçe parmaklarını öyle güzel çizmişti ki...  Öğle arası bitene kadar durdular yan yana. Öyle omuz omuza, serçe parmakları iç içe. Ne zaman ki gitme vakti geldi ayaklandılar. Karalanan kağıt masada kaldı, ikisi de uzanmadı. Ne zaman ki yolları ayrı sınıflarda ayrıldı gerisin geri koştu Sevda kütüphaneye. Nöbetçi söylene söylene kağıdı atacakken durdurdu onu. İtinayla nöbetçinin kırış kırış ettiği kağıdı düzeltip süveterin cebine sıkıştırdı.  Ertesi güne heyecanla uyandı Sevda bu defa ütüyü iyi bastı saçına kulağı azıcık yanıp etinin kokusuyla suratını buruştursa da gitti spor salonuna. Okullar arasıydı maç. İki ezeli rakip okul... İlgilendirmiyordu ki Sevda'yı. Jan'ı görmek istiyordu o. Golü sahiplenip Jan diye bağırmak istiyordu. Fakat Jan yoktu. Hafta başı okula gittiğinde de görmedi onu. Sordu birilerine, daha önce konuşmaya bile layık görmediği, aklı fikri futbol olan çocuklara. Okulun takımındalardı. Muhakkak görmüşlerdi Jan'ı. Yoksa delirdim diyecekti fakat parmaklarının güzel bir kopyası hala cebindeydi.  Şükür ki delirmemişti. Jan hakikaten de vardı. Üç hafta boyunca da kendisiyle alakalı konuşup durmuştu. Ödül töreninde görmüş, merak etmişti Sevda'yı. Bir yolunu bulup konuşmuş, tanışmışlardı ama Jan'ın babası velayeti alacak günü bulmuştu. Zorla koparmışlardı annesinden. Yoksa gelirdi maça. 'Mutlaka bir tane de olsa gol atmalıyım!' demişti hevesle. Arkadaşları söylemişti Sevda'ya. İnanmıyorsa hocaya sormalıymış.  Sormadı. Gitmişti çünkü, daha da geleceği yoktu zaten. Başlamadan bitmiş gibiydi. Kalbi buruk, midesi düğüm düğüm dinledi hep dersleri.  Zamanla unutulur gider dediyse de unutmadı. Her kokuyu denedi bulmak için. Dört yılın sonu, kokuyu bulduğunda maça gitmiş, bas bas bağırmış gibi hissetti. Çarkıfelek çiçeğiymiş, böyle isim mi olur demedi hiç, Jan dedi bağırırcasına fısıldadı. Haklıydı. Yarım kalan, eksik olan hep hatırlanırdı. Üzerinden yedi yıl geçmesine rağmen unutmamıştı mesela. Jan da unutmamıştı, biliyordu. Çünkü hiçbir zaman öğrenemeyecekti Sevda gelmiş miydi, gelmemiş miydi? 

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

KIRIK ANILAR MAHZENİ

read
4.1K
bc

TYLER (Cherry 2)

read
6.0K
bc

Çobanaldatan

read
2.1K
bc

Yasak Sevda

read
85.4K
bc

KAKTÜS| Texting

read
3.4K
bc

Zor Ajanlar

read
1.5K
bc

PRENSİN KORUMASI

read
13.1K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook