İki Aşkın Soğuk Kapışması Ve Çorbacıdaki Umut

670 Words
Karaköy, Kış Ortası (Umut Altı Aylık) ​Umut, şimdi altı aylık, tombul ve gürültücü bir bebekti. Çay ocağının arka sediri, Serap’ın meskeni, Umut’un ise küçük bir beşiği olmuştu. Serap, o zehirli geçmişten kalan son izi, mahkeme tehdidini bile, Umut'un kokusuyla bastırmıştı. Bulaşık kokusu, artık anne sütü ve bebek pudrası kokusuyla karışıyordu. ​Hasan Usta, Umut’a "Canım Oğlum" diye hitap ediyor, onu tezgahta oturtup müşterilere gösterirken gözleri parlıyordu. Serap’ın kalesinin temeli, artık Hasan Usta’nın bilge sevgisi ve oğlunun masumiyetinden oluşuyordu. ​Gölgenin Kefareti ​Ocağın hemen karşısında, işlek caddeye park edilmiş lüks, siyah bir arabanın içinde Ege oturuyordu. Bu, Ege'nin günlük kefaret seansıydı. Artık o, ne tehditkâr bir gölge ne de bir patrondu. O, sadece pişman bir âşıktı. Her gün, elinde basit, özenle seçilmiş, tek bir kırmızı gül ile beklerdi. Bu tek gül, Ege’nin geçmişteki binlerce kirli teklifinin karşısında ne kadar yetersiz kaldığının en acı itirafıydı. ​Serap, camın arkasından Ege'yi görüyordu. ​İçinden şu sözleri geçirerek ;O şimdi aşktan mı bahsediyor? Oysa benim aşkım, bana bir yara değil, bir hayat verdi. Onun elindeki o çiçek, benim ruhuma sapladığı hançeri çıkarmaz. Pişmanlığı, onun kirlettiği her şeye karşılık çok ucuz kalıyor. ​Ege, bir kez bile içeri girmeye cesaret edemiyordu. Sadece Serap’ın Umut’u kucağına alıp salladığını izler, yüzüne yayılan o kutsal huzuru görerek yanıp tutuşurdu. Serap, Ege’nin yüzüne baksa bile, gözlerinde ne nefret ne de acıma vardı; sadece buz gibi bir yok sayma... Bu, Ege için en büyük işkenceydi. ​Işığın Girişi: Demir ​Bir kış günü, dükkânın kapısı açıldı. Serap’ın bakışları Ege’ye takılı kalmışken, içeri giren adamın varlığı tüm dükkânın atmosferini değiştirdi. Adı Demir’di. Otuzlarının başında, düzgün giyimli, ama lüksü bağıran değil, kendi asaletini taşıyan bir genç adamdı. ​Demir, İstanbul’un hızla büyüyen teknoloji sektörünün önemli bir şirketinin sahibiydi. Oysa onun için öğle yemeği, Boğaz manzaralı Michelin restoranları yerine, buradaki kuru fasulye ve mercimek çorbası demekti. ​Demir, her gün, kilometrelerce öteden Karaköy’deki bu salaş çay ocağına geliyordu. Ona çekici gelen, sadece Hasan Usta’nın efsanevi çorbası değildi. Tezgâhın arkasında, dünyevi tüm kirlerden arınmış gibi duran, oğluyla meşgul Serap’ın saf güzelliği ve içten güler yüzüydü. ​Demir, bir lüksün ortasında değil, gerçek bir hayatın arayışındaydı. ​Hasan Usta: (Gülümseyerek) “Hoş geldin oğlum Demir. Bugün de tüm İstanbul’u aşıp geldin mi çorbamız için?” ​Demir: (Serap’a kısa bir bakış atarak, içten bir tebessümle) “Usta, senin çorbanın tadını, parayla alamazsın. O, vicdan çorbasıdır. Bugün kuru fasulye var mı?” ​Hasan Usta, Demir’i çok seviyordu. Demir’in gözlerinde, Ege’nin o ilk tanışmalarındaki hırslı açgözlülüğünün aksine, saygı ve dürüst bir merak görüyordu. ​Hasan Usta: (Serap’a döner, gözleri parlar) “Serap kızım, Umut’a biraz sen bak. Demir’in fasulyesini ben koyacağım. Çok güzeldir bu çocuk, çok dürüst.” ​Serap, Demir’e her zaman mesafeli yaklaşıyordu. Ege’den sonra, zengin ve kibar bir erkeğe güvenmek Serap için imkânsızdı. ​Serap: (Soğuk bir nezaketle) "Hoş geldiniz." ​Demir: “Teşekkür ederim Serap Hanım. Oğlunuz çok büyüdü, maşallah. Sizin bu dükkânınızda bir huzur var ki, şehrin hiçbir köşesinde yok.” ​Demir’in iltifatı, Serap’ın kalbini yumuşatmıyordu, ama onun samimiyetini görüyordu. Demir, ne Serap’ın geçmişini ne de Umut’un babasını soruyordu. O, sadece Serap’ın o anki onurunu görüyordu. ​Penceredeki Çatışma ​Demir, sıcak fasulyesini afiyetle yerken, Ege, dışarıdaki arabasının buğulu camından dükkânın içine bakıyordu. Ege, Demir’in Serap ile kurduğu doğal, saygılı diyaloğu gördüğünde, kanı dondu. ​Ege, Demir’i tanıyordu. O, Ege’nin pis işlerine asla bulaşmayacak kadar temiz ve başarılı bir iş adamıydı. Ege, Serap’ın hayatına sızan bu gerçek ışığı fark etmişti. Demir, Ege’nin parasıyla alamadığı, Serap’ın hak ettiği geleceği temsil ediyordu. ​Ege, elindeki kırmızı gülü sıktı. O çiçek şimdi, Serap’a duyduğu aşkın değil, çaresizliğinin sembolüydü. Ege, şimdi sadece Serap'a değil, Serap'ın onurunu koruyan Hasan Usta'ya ve Serap'ın temiz geleceğini temsil eden Demir'e karşı da bir öfke hissediyordu. ​Ege, dükkândan çıkan Demir'i takip etmeli miydi? Yoksa Serap'ın yeni hayatına daha sinsi bir yoldan mı sızmalıydı? ​Serap, camdan dışarı baktı. Ege'nin arabasının oradan ayrıldığını gördü. Ancak Ege'nin gidişi, Serap'ı rahatlatmadı; tam tersine, yeni bir fırtınanın habercisi gibiydi. Serap, artık sadece geçmişiyle değil, geleceğinin potansiyel tehlikeleriyle de savaşmak zorundaydı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD