2. BÖLÜM

1979 Words
"Korkma güzel Ayşe'm. Hadi doğru odana çık ve kapını kilitle. Ben Rugeş teyzeye derim sana sabah yaptığım kekten getirir. Benim odamdan da diz üstü bilgisayarımı kulaklığımla birlikte al. Ben gelene kadar da kulağından çıkarma emi güzel bacım." "Ama abla ağabeyim ne olac-" "Dediğimi ikiletme Ayşe'm hadi." Ayşe, korkarak geride bıraktıkları ile konağın merdivenlerini tırmandı. Ablasının dediğini yapıp önce onun odasından bilgisayarı ve kulaklığı aldı. Ardından odasına çıktı ve üzerini bile değişmeden yatağına oturup kulaklığı taktı. Gözlerinden yaşlar akarken o ablasına güvenmeyi seçti. Biliyordu ki Yüsra ablası onun üzülmesine ve ağabeyine bir şey olmasına izin vermezdi. Vermezdi değil mi? Dakikalar sonra içeri Hamit ağa büyük oğlu Samet ve karısı Melike Hanım girdi. Yaşlı kadın yerdeki evladını görünce ağlamaya başlayıp dövünürken Yüsra yardımcılar ile onu ilerideki çardağa kadar götürdü. Kadına sarılıp "Sakin ol yengem sakin ol annem. Bir şey olmayacak ağabeyime ne olur kendini koyuverme," deyip teselli vermek istedi. Ona sıkıca sarılan kadın "Ah evladım güzel kızım. Kıyacaklar oğluma. Can paremi alacaklar elimden. Ciğerim yanıyor ciğer yanım. Canım sökülüyor içimden" diye ağlamaya devam etti. Yengesine biraz daha sarılıp konuşan diğerlerinin yanına geçti. Hamit ağa yıllardır dostu olan ama kendi gibi yıkılmış adama bakıp iç çekti. "Evladım hatalıdır Haşim bunu gizleyecek göz ardı edecek değilim ama olan olmuştur. Gel kan akıtmadan halledelim bu işi de canımız yanmasın." "Dostumsun Hamit, senin evladın kadar benim evladım da suçlu bilirim. Lakin sende bilirsin ki töre ve törenin kanunları açıktır. Sen de hele ben ne yapayım şimdi?" Samet kardeşinin yanına geçmiş yüzüne öfke ile bakarken "Yaktın bizi Murat. Dağıttın ocağımızı. Babamla anamı mahvettin. Ben sana demedim mi halledeceğim sabret diye. Derdin neydi oğlum. Derdin neydi de ateş düşürdün hanemize" diye bağırıp elini kaldırdığında herkesten önce Yüsra koşup elin inmesini engelledi. Kolunu sıkı sıkıya tutup "Etme ağabey, yapma kurbanın olayım. Olan oldu. Hata bir kez yapıldı şimdi ölseler ne dövsen ne. Bilirim o el inerse içindeki ateş harlanacak. Vicdanın yılan gibi boğazına sarılacak. Yapma ne olur dur." dediğinde ona gözlerini çeviren adan kıza "Bacımsın ama bu iş böyle olmamalıydı. Ölecek bunu benim yapacağımı da biliyor ama bile bile yapıyorsa elden ne gelir he ne gelir." deyip kıza sıkıca sarıldı. Yüsra ağabeyinin kollarındayken gözlerinden yaşlar süzülüyor yengesi çardakta canından can koparıyordu. Fakat en çok da amcasını inceden sıkışan kalbi yüzünden elini boynuna atmış düğme açmaya çalışıyor nefes almaya uğraşıyordu. Herkes perişanken yerdeki kız başını kaldırıp "Öldürmeyin bizi, kıymayın. Berdel yapın, berdel olsun" diye lafı ortaya attı. Fırat, kızın gözlerinde gördüğü bariz sinsilik ile dişlerini sıkarken herkes sessizliğe bürünmüştü. Kardeşine doğru bir adım atıp kaldırdığı eli ile sertçe tokat attığında kükrer gibi "Senin rezilliğini başkası mı kapatacak lan!" diye bağırdı. Samet, Yüsra'dan ayrılıp tokat yiyen kıza bakarak "Ne bekliyorsun Havin? Kardeşimin başı yandı, daha on dördünde Ayşe'mi de mi size kurban edeyim. Geberin daha iyi. Ailesini düşünmeyene bizden acıma yok," deyip bağırarak silahını çıkarınca Melike Hanım acı bir feryatla zorla kalktığı yere yığılı verdi. Çaresiz kalan ve kalbi daha da zorlanan Hamit Ağa yerinde sendelerken Haşim Ağa kolundan tuttu. İki ağabey elinde silahlarla yerdeki kardeşlerine döndürdükleri namlular ile bekliyor, anne baba bildiği insanlar adım adım yıkılıyordu. Kulaklarında yankılanan "Berdel" sözcüğü iliklerine kadar işliyor daha küçük olan Ayşe için yüreği acıyordu. O an etrafında olan her şeyden soyutlandı. Düşündü. Göze alabilir miydi? Amcasının kalbi tutarsa krizi atlatamazdı. Yengesinin tansiyon sorunu vardı. Doktor en son ne demişti? Çok yükseldiği an felç geçirme olasılığı çok fazla dikkat edin. Ya ağabeyi? Samet ağabeyi tüm kardeşlerine resmen baba olmuştu. Hamit Ağa evini ocağını ona sorgusuz sualsiz emanet ederdi. Şimdi bu mert adam öz kardeşine kıyınca toparlanabilecek miydi? Küçük Ayşe'si. Ona söz vermişti değil mi? Halledecekti. Peki, şimdi nasıl halledecekti. Kendi canını umursamıyordu. Bu insanlara derin ve ağır bir minnet borcu vardı. Öz dedesi bile onu yanına almazken amcası ve yengesi ona aile olmuştu. Kendi evlatlarının başını bir kez onun yanında okşamamışlardı. Eve gelen üç çikolatadan ilki hep ona verildi. El üstünde tutuldu ama asla şımarıkça yetişmedi. Bir kez olsun ailesine laf getirmedi. Şimdi bir şekilde onların kendisine olduğu gibi onlara kalkan olması gerekiyordu. Düşüncesinden sıyrılıp Haşim amcası ve baba gibi gördüğü öz amcasının karşısına geçip gözündeki yaşın peçesini ıslatmasına izin vererek söze girdi. “Ben berdele kabulüm. Eğer çözüm olacak kan akmayacaksa ben evlenmeye razıyım. Ne olur evlatlarınıza söyleyin silahları kaldırsınlar. Kan akmasın" dedi. Ardından iki adamın da şaşkın bakışları altında uzanıp ellerini öptü ve ona itiraz eden Samet ağabeyine bakıp "Yapmam gerekeni yaptım ağabey. Eline kardeş kanı bulaşmasına diğer ağabeyimin de ölmesine izin veremem" dedi. Göğü kaplayan kara bulutlardan düşen tanelere doğru başını kaldırdı. Geri ağabeyinin ve sonra da baba yarısının gözlerine bakıp "Şu düşen yağmur tanesi şahittir ben ailem için canımdan geçerim. Gayri gerisi boştur," diyerek atına doğru ilerledi. Herkesin yüreğine kor düşürmüştü. Oysa en çok kendi içi yanıyordu. Bir hamle de atına atlayıp konaktan çıkarken yağmur sağanağa dönüşmüş o Sima sokaklarını aşarken her zerresini ıslatıyordu. Ruhunu yıkamaya niyetli gibi çok yağsa da içindeki yangına çare değildi. Haşim ağa gözündeki yaşa karışan yağmur damlaları ile "Berzan'ı çağıracağım" dedi ve sustu. Önce oğluna durumu anlatıp kabul ettirmeliydi. Hükümler verilir. Yapılan hataların bedeli en masumlara kesilir. İki can ölmesin diye diğer iki can derin kuyulara mahkûm edilir. Berzan şirketten çıkıp evine geçtiğinde oldukça yorgundu. Sabahtan bu yana bir sürü toplantıya girip çıkmış beden yorgunluğu değil kafa yorgunluğu gözlerini açmasına engel oluyordu. Hızlıca duşa girip altına sadece gri bir eşofman giyerek üzerini çıplak bırakıp yatağa uzanarak gözlerini kapadı. Ne kadar uyudu saat kaçtı bilmiyordu ama çalan telefonun sesiyle yerinden sıçradı. Gözlerini ovuşturup komodinin üzerinde çalmaya devam eden telefona kaşları çatık bir halde bakarken uyuyan zihnini ayıltmaya çalışıyordu. Sonunda sesinin beynini deldiği telefonu aldığında annesinin ismini görmek kaşlarını daha da çatmasına neden olmuştu. Saate baktığında sabaha karşı beşti. Hemen açıp kulağına götürdüğünde karşıdan gelen hıçkırık sesi anlık nefesini kesmeye yetti. Annesi arıyordu ve ağlıyordu. Aklına ilk babasına bir şey olduğu gelince sırtı daha da dikleşti ama çocukluğu kamburlaştı. "Ana, hayırdır inşallah?” Sorar gibi telefonu açışıyla zihni daha da açıldı. "Oğul ocağımıza ateş düştü." Telaş yüreğinde büyük hezeyanlara neden olurken nefesi içini içine çekip ağlayan kadını sakinleştirmeye çalıştı. "Ana bir dur hele ne oldu? Yoksa babam mı?" Aklına gelen düşünce canını bedenine giren bıçaktan daha da acıttı. "Baban iyidir çok şükür oğul ama Havin, bacın ocağımıza ateş düşürdü." Kaşları derinden kavislenirken neler olduğunu öğrenmeye çalıştı. "Ana ağlamadan düzgünce anlat şunu Allah aşkına." "Kaçtı oğul. Kardar'ların Murat ile kaçmış. Abinler peşlerine düştü." Anlık bir şok dalgası bedenine hüküm sürdü. Damarları içinden gecen kanın ısısı artmış gibi büzüşüp toplanırken saniyeler uzaklaşıyor zihnine dolan farkındalık ile gözleri irileşiyordu. "Ne! Ana ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?" Yanlış anlamış olmayı diliyordu. Gerçeği bildiği halde hem de. "Duymaz olaydım oğul duymaz olaydım da kocamla oğlumun elini kana bulatacak o kızı doğurmayaydım." "Anne kaçtıklarından emin misiniz? Çünkü Murat eğer böyle bir şey yaptıysa ölümü elimden olur." "Kaçmışlar oğul. Gece vakti görenler var. Bacın hepimizi uyutup evden çıkmış." Yaşlı kadın ağıt yakıyor kızına nefretini kusuyordu. Berzan ise elinde sıktığı telefonun çatırdama sesini bile duymuyordu. Dişleri arasından "Geliyorum ana. İlk uçakla oradayım" diyebildi avucundaki cihaz parçalara ayrılırken. Sinirle ayağa kalkıp sağa sola dönerken içinde ihanetin acısı vardı. Bacısı ona ihanet etmişti. "Kardeşim" dediği adam kıymetlisine göz koymuştu. Nasıl hazmedip ne yapacağını bilmiyordu. Tamam aileden uzaktaydı ama yine de buna nasıl tahammül edebilirdi bilmiyordu. Aklına gelen düşüncelerle kanı donarken dişlerini daha da sert sıkıyor çenesinin ağrımasına neden oluyordu. Mantıklı yanıyla düşünmek istiyor yine de hırsı buna engel oluyordu. Sima gibi bir yerde en güçlü iki aileden olan bireylerin yaptığı bu hareket tüm çevreyi etkileyebilirdi. Sabahın erken saati olmasına rağmen hemen evdeki ikinci hattının takılı olduğu şirket telefonundan sekreterini aradı. Bir yandan da giyiniyordu. Uykudan kaldırdığı kadına uçak biletini ayarlamasını ve toplantıları iptal etmesini söyledi. Sinirden elleri titreyip kahverengi gözleri ateş saçarken tüm mantığı bir köşede öylece duruyordu. Oysa en çok mantığa ihtiyacı olduğu zamandı. Haber gelmesi uzun sürmedi. Sekreteri geri arayıp "İlk uçuş saat 12:30 da ve daha erken bir saate yok efendim. Aktarma bile görünmüyor," dediğinde çoktan üzerini giyinip mutfağa inen adam "Tamam Merve, bileti iptal et ben arabayla çıkıyorum yola" dedi. Zihni bulanık sinirleri gerilmiş bir şekilde evden çıktığında güneş daha doğmamıştı. ******* Yüsra yağan yağmurun onu ıslatmasına izin vererek Ani nehrinin uçurumunda oturmuş akan suyu yaşlı gözlerle izliyordu. Babasını ondan alan nehir ona akıttığı her damlada eziyet sanki ediyordu. Babasının cesedi dahi bulunamamış Ani nehri babasının mezarı olmuştu. Gözündeki yaş peçesinin içinde kaybolurken titrek nefesiyle fısıldadı. "Baba, doğru yaptım değil mi? Bana aile oldular. Onları yarı yolda bırakamazdım. Daha elindeki bebeği ile oynayan Ayşe'mi töreye kurban veremezdim. Bana yürümeyi koşmayı öğreten, kendi kardeşinden ayırmayan ağabeyimi ölüme yollayamazdım. Nasıl yaşardım her gün o evde yas varken? Amcamın yengemin gözünün yaşı dinmezken ben nasıl nefes alırdım. Allah biliyor ya ben ne olursa olsun tek tabancayım. Öyle ya da böyle yaşar ölürüm ama onlar bir elin ayrılmaz parmakları gibi ki nasıl derdim ‘birini kesip atın’ diye. İnan şu an bana akıl vermene yanındayım kızım demene öyle ihtiyacım var ki. Kokuna ve yüzüne hasret yaşayıp gidiyorum. İnanır mısın sanki ruhumun yarısı yok be baba. Sen yoksun anam yok. Belki ben doğmasam anam yaşardı. Sen doğuma yetişmek isterken kaza yapmazdın. Belki ben olmazdım ama siz yaşardınız." Derince genzine dolan nehrin ve ilerideki ağaçlardan yayılan çam kokusunu soludu. Gözlerini kapatıp "Haşa" dedi. "Tövbe haşa. Kader böyleymiş demek ki. Allah kulunun omuzuna kaldıramayacağı yük yüklemezmiş. Sevdiklerini erken alırmış yanına." Gülümsedi. Acı acı ruhu kan revan çığlık atarken o gülümsedi ve gözlerini akan suya dikip mırıldandı babasının da sevdiği o türküyü. Sözler dudaklarından dökülmeye başladığında, güzel sesi nehrin her bir kayasını sardı. Amcası babasını anlatırken bu türküyü çok sevdiğini, canı sıkılınca dile gelip söylediğini anlatmıştı. Sesinin nasıl da yanık çıktığını öyle bir anlatmıştı ki yüreğine bir hançer daha saplanmıştı. Babasından bu türküyü dinleyemeyip mahrum kaldığı için bir kez daha eksik hissetmiş babasını duyanları kıskanmıştı. Şimdi kızı da babası gibi yanık sesiyle söylüyordu ve nehir boyunca odun toplayan birkaç köylü kadın oturmuş başlarındaki yemeninin ucu ile göz yaşlarını silerken onu dinliyordu. Sesi titrek çıkıyor ağladığı belli oluyordu. Nefesi kesiliyordu, çünkü sevdalandığı adama zorla eş olacaktı. Yüreğini yakan kahve gözlüsü belki de onu hiç sevmeyecekti. Çocuk aklı ile sevdalandığı çocuk daha on yaşında nasıl da canını yakmıştı. “Çirkinsin” demişti. “Sülük gibi dolaşma peşimde, sivilceli yüzün sümüklü burnunla uzak dur git hatta yüzünü sakla, sakla ki kimse bu çirkinliği görmesin”. O gün canı yanan küçük Yüsra on yaşında yüzünü peçe ardına sakladı. Bir daha da kahve gözlüsünün karşısına çıkmadı. Ondan hep kaçtı. Yüreğinde hem kızgınlık ve kırgınlık hem de sevdanın o yaralı fidanını büyüttü. Her defasında çetin bir savaşa tutundu. Mantığı ‘seni aşağıladı’ dedi. Yüreği ‘kahve gözlerine vuruldun.’ Gözlerini kapayıp türküye devam ederken, Samet ağabeyi gelip kaya dibinde onu dinledi. “Bacım” dediği kız söyledi o ağladı o ağladı yüreği içine kan düktü. Türkü bitti. Ağlayan kadınlar yola koyuldu. Genç kız esen ince serin rüzgâra karşı nefeslendi. Samet, gözlerini silip bacısının yanına oturdu. Bir kolunu kızın omuzundan geçirip başını kendine yaslarken "Bacım şimdi vazgeçtim de gerekeni yapayım. Hatayı onlar etti bedeli senden çıkmamalı," dediğinde gözlerini ağabeyine çeviren kız "Sakın abi, sakın bir daha bunu deme. Murat ağabeyime kızgınsın bilirim. Bende kızgınım. Ama en çok da kırgınım. Bu işin kolayı varken ölüme bile bile gitti. Ailesini ve ki aile arasındaki bağı düşünmedi. Fakat ben, biz o kadar düşüncesiz değiliz. Tut ki ben vazgeçtim ne olur biliyor musun? Sen kardeşini, Fırat ağabey de bacısını öldürür. İki hane de perişan ve evlat acısıyla kor ateşler içinde yanar. Ardından senin kızın kaçmasa böyle olmazdı, senin oğlun aklını çelmese kaçmazdı demeler başlar. Bunun sonu kan davası olur Allah göstermesin. Tüm bunlar olurken ben nasıl bir köşede bekleyeyim. Ya ben vazgeçtim diye iş küçük Ayşe'mize dönerse. Onu nasıl çıkarırız ağabey o konağın kapısından gelinlikle. Nasıl gireriz günahına?" deyip derince soludu. Samet, kızın sonuna kadar haklı olduğunu biliyordu da işte yediremiyordu. Öksüz ve yetim bir kızın onlar için kendini feda etmesini, emanetlerinin böyle göz yaşı dökmesini ne ağalığına ne de ağabeyliğine sığdıramıyordu. İnsan olan nasıl tahammül eder kabul görürdü ki? Durdu ve acı içinde "Peki bacım sen?" dedi ki kız onu susturdu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD