Sonbahar ayının ılık havasının geride kaldığı günleri yaşıyorduk. Dışarıda şiddetli yağmurların yağma zamanı gelip çatmıştı. Tıpkı dışarıdaki gibi fırtınalıydı içim. Esen sert rüzgâr ağaçlarda kalan son yaprakları acımasızca etrafa uçuruyorken, içimdeki acıda milim milim işliyordu her bir organıma. Nefes alamıyor, boğuluyordum kendi içimde. Yaşadığım o iğrenç olayın üzerinden iki hafta geçmişti. Geçen haftalara rağmen yaşadığım acı, korku bir nebze bile azalmamıştı. Gözlerimi kapatıp kendimi uykuya bıraktığımda o an, başa saran kaset gibi tekrar tekrar gözlerimin önüne geliyordu. Ne kadar o anı unutmaya çabalasam da aklımdan bir saniye çıkmıyordu.
Kendi içimde yaşadığım buhranlı anları, dışarı öfke ve sinirle yansıtıyordum. İki haftadır annemle ablama okulu bırakacağımı söylediğim için ikisi de bana tavır alıyordu. Şımarıklık yaptığımı düşünüp benimle doğru düzgün konuşmuyorlardı. Açıkçası böyle davranmakta da haklılardı. Deli gibi doktor olmak isteyen kızları okulu bırakmak istiyordu, tabii ki şımarıklıktan başka bir şey değildi bu. Onlara yaşadığım olayı anlatmayı denesem de dilimin ucuna gelen kelimeler dökülmüyordu dışa. Çok sevdiğim meslekten de soğumuştum. Kirli dünyanın acımasız insanları yüzünden hayatım bir anda tersine dönmüştü. Onlar yüzünden gülemiyor, ailemle eğlenemiyordum.
Babam dalgın hâlimi fark ettiğinde, “Neyin var kızım?” diye sorunca bile verecek cevabım yoktu. Hep susuyordum. Susmak ne kadar çözüm olmasa da doğru zamanı bekliyordum. Canımı yakan o adi herif için şimdilik susmam en doğru karardı. Onu gidip birine şikâyet etsem dediği gibi; ne işin vardı o odada, diyen çok kişi olurdu. Canın acıdı mı demek yerine, senin suçun diyen olurdu. Kendimi güçlü hissettiğim anda onu tüm Türkiye'ye rezil edeceğim. Belki zor ama bunu yapacağıma inanıyordum.
Derin nefes aldım. Açık olan pencereyi kapatıp soğuk havayı dışarıda bıraktım. Birazdan evin içinde küçük kıyamet kopacak, sıcak evimiz buz gibi olacaktı. O yüzden dışarıdan gelen yabancı soğuğa ihtiyacımız yoktu. Tülü kapatıp üzerime giydiğim, dizlerime gelen kot elbisemi aynanın karşısında düzeltip, salona gitmek için odadan çıktım. Annemle babam kahkaha atarak televizyonda oynanan komedi programını izliyorlardı. Üzgünüm baba, birazdan moralini istemeyerek de olsa bozacağım. Bir baba için verdiği emeğin karşılığını almaması ne kadar üzücü bir durum. Yıllarca evlatları için çabalayan anne babalar, onların güzel bir yere gelmeleri için hayatlarından ödün verirken, evlatları o çabaları unutup; benim hayatım diyerek ailelerine sırt dönüyorlar. Ben aileme ne kadar sırt dönmek istemesem de onların bana inanmaları için mecbur sert olacaktım karşılarında. Ağlamayacaktım, güçlü durup kararımda emin olduğumu gösterecektim.
Salona girdiğimde babam gülen gözleriyle yanına oturmam için işaret etti. Annem yapacağım konuşmayı hissetmiş gibi hüzünle kaplamıştı gülen yüzünü. Televizyonun sesini kısıp, acı bir iç çekti boğuluyormuş gibi.
“Nasılsın kızım?”
Bakışlarımı annemin üzgün yüzünden çekip babama döndüm. Her zaman yorgun ama içimi ısıtan gözleriyle yüzüme bakıyordu. Özür dilerim babacığım, seni üzeceğim için affet beni. Boğazımda tükürük kalmışçasına öksürüp babamın hafif kırışmış elini tuttum. Saçlarımı öpüp bakışlarını televizyona çevirdi. Başımı yere eğip susmanın verdiğim karara yararı olmayacağı için başımı yerden kaldırıp, “Konuşalım mı baba?” dedim güçlü sesimle. “Konuşalım kızım.” Annem televizyonu kapatıp bize doğru döndü tekli koltukta. Babam konuşmam için beklerken, annem gözleriyle yapma diyordu. Geleceğini bitirme diyordu.
“Seni dinliyorum.”
Dudaklarımın arasından anneme “Üzgünüm…” diye fısıldadım. Babama doğru yan dönüp gözlerinin içine baktım. Evet, zordu onun gözlerine bakarak ben okulu bırakıyorum baba demek. Konuşmam için elimi sıkıp gülümsedi. Ne söyleyeceğimi merak ediyordu. Derin nefes alıp, “Ben okulu bırakıyorum baba.” dedim net sesimle. Yüzü şaşırdığı için gerilmiş, kahverengi gözleri büyümüştü. Ah babam, yüzünün hâli böyleyse kalbini düşünmek bile istemiyorum. Koltukta doğrulup anneme çevirdi başını. Annem şımarıyor işte demek yerine, “Okulda zor zamanlar geçiriyor,” dedi durgun sesiyle. Ne kadar kızsa da arkamda duruyordu yine de. Babam tekrar bakışlarını bana çevirip büyük ellerinin arasında duran ellerimi hafif sıktı.
“Seni üzen birileri mi var kızım? Varsa söyle gelir okula öğretmenlerinle konuşurum.”
İşte benim babam buydu, kalbi o kadar temizdi ki kızını korumak için okula gelip öğretmenleriyle konuşmayı düşünüyordu. Sanki evladı ilkokula gidiyormuş gibi, saçını çeken arkadaşının öğretmenini uyarır gibi. Gözlerim dolunca biraz daha yaklaştım babama.
“Babacığım ben fakülteye gitmek istemiyorum. Derslerimin hiçbirini kafam almıyor, kimseyle arkadaş olamıyorum. Lütfen cuma günü birlikte kaydımı almaya gidelim.”
Ellerini bir hızla çekti. Yumuşak bakışları gitti öfkeli ve sinirli hâli geldi. Gömleğinin düğmelerini açıp anneme baktı. Annem telaşla ayağa kalkıp, masanın üzerinde duran sürahiden bardağa su doldurup babama uzattı. Göz pınarlarımdan firar eden yaşlar çoktan yanaklarıma doğru yol aldılar. Böyle olacağını biliyordum. Okulu bırakacağım için kötü olan babam tacize uğradığımı duysa kalp krizi geçirirdi. O, ne kadar dışarı karşı sert görünse de bizim yanımızda her zaman duygusal bir adam olmuştur. Elimize kıymık batsa üzülür, yaramız iyileşinceye kadar kontrol ederdi. Su bardağını anneme verip gözlerini kapadı.
“Kızım, sen onca yıl doktor olmak için gece gündüz ders çalışmadın mı? Sabahlara kadar test çözmekten gözlerinin içi kan çanağına dönmedi mi? Yemek yemeyip derslerini bitirmek için aç kalmadın mı? Arkadaşların dışarıda dolaşırken, sen evde kalıp günlerce araştırma yapmadın mı? Günah kızım. O kan çanağına dönen gözlerine, yazı yazmaktan ağrıyan parmaklarına, aç kalan midene yazık. Söyle bana can suyum, senin o küçük kalbine yazık değil mi? Bir çırpıda emeğini harcamak, bitirmek, bunca zaman çabaladığın çocukluğuna yazık değil mi? Yakma bu yorgun babanın kalbini kızım. Oku mesleğini eline al. Okulda zor zamanlar geçiriyorsan rapor alırız, birkaç gün evde dinlenirsin. Benden hayatını bitirmemi isteme kızım.”
Elimi yüzüme bastırıp hıçkırarak ağladım. Canımı yaktılar baba, hayallerimi kirlettiler diyemedim. Ben okula bir daha gidemem, o pisliğin dolaştığı yerleri dolaşamam, çok üzgüm babam çok. Ne olur affet beni. Ellerimi yüzümden çekip gözyaşlarımı sildim. Babamın dolan gözlerine bakıp, “İstemiyorum baba,” dedim. “Neşe ablanın yanına girer çalışırım. Yanına çalışan almak istiyordu.”
Babam duygu barındırmayan kahkahasını atıp, ağlayan anneme döndü. “Duydun mu hanım, doktor olma hayallerinden vazgeçip kuaför olacakmış bizimki. Ben izin vermiyorum.”
“Baba, lütfen.”
“İzin vermiyorum Azra!”
Sert sesi, lafımın üzerine konuşma, demekti ama yapacak bir şeyim olmadığı için konuşmak için ellerini tuttum. “Baba ben iki haftadır okula gitmiyorum, zaten devamsızlıktan kovarlar beni.” Yerde olan bakışlarını sert bir şekilde bana çevirip, “Ne?” diye bağırdı. Bağırdı! Benim babam ilk defa bağırdı. Sinirle elini çekip ayağa kalktı. Topallayan bacağıyla sağa sola gidip ellerini masanın üzerine koydu.
“Sen biliyor muydun, Ayşem?”
Annemle bile sesini yükselterek konuşuyorsa, babam çok sinirliydi. Onu bu denli öfkelendirdiğim için kendime lanet ettim. Beni bu hâle, ailemi bu duruma düşüren o adi herife öfke kustum. Dış kapının kapanan sesi gelince koltukta doğrulup salona giren ablama baktım. Ne olduğunu anlamak için bakışlarını üzerimizde gezdiriyordu. Babam ona doğru dönüp eliyle beni gösterdi.
“Haberin var mı, Azra okulu bırakacakmış?” Tükürürcesine sorduğu soru ablamı germiş, kaşlarını çatmıştı. Bakışlarıyla, sen ne halt ettin, der gibi beni eziyordu. Söylemiştim abla sana, anneme iki haftadır söylüyorum. Ben okula gitmek istemiyorum, ben evde kalmak istiyorum diye söylemiştim. Şimdi neden bana yeni duymuş gibi öfkeyle bakıyorsun ki? Bir eliyle babamın elini tutmuş diğer eliyle kolunu sıvazlıyordu. Sen destek ol babama abla.
“Pekâlâ, Azra ne istiyorsa o olacak.” deyip salondan çıkıp odasına gitti babam. Annem de peşinden. Onlar içeride birbirlerine destek olurlardı. Ablam ise üzerime saldıracak gibi bakıyordu. Yerimden kalkıp odama doğru gideceğim zaman kolumu tutup kaşlarını sanki daha fazla çatabilecekmiş gibi çattı.
“Derdin ne senin Azra? Şu adama, kadına yazık değil mi? O adam topal bacağına rağmen gece gündüz bizim için çalışmadı mı? Yeter artık yaptığın şımarıklar, toparlan ve kendine gel. Ben bu evde hüzün olsun istemiyorum, eskisi gibi güler yüzlü, mutlu bir aile olalım istiyorum.”
Tuttuğu kolumu okşayıp yanağımı öptü. “Kendine gel meleğim, bak babam perişan oldu. Yapma bunu ona, lütfen.” Kolumu geri çekip odama doğru yürüdüm. O da arkamdan söylene söylene geliyordu.
***
O akşamın üzerinden bir hafta geçmişti. Babam sabah uyandığında, “Kesinlikle okulu bırakmanı istemiyorum.” demiş elini masaya vurmuştu. Benim ağladığımı görünce sert sesini yumuşatıp elimi tutmuştu. “Dün akşam araştırdım okulunu bir sene dondurabiliyoruz. Hastaneden rapor alıp sağlık nedenlerinden dolayı okula gidemeyeceğini söyleyeceğiz.” demişti. Bunun kolay olmadığını sağlık raporu için kırk kişinin kontrolünden geçmem gerektiğini söyleyince, “Maddi sıkıntımız var deriz.” demişti. Ve ondan sonra muhtardan fakirlik kâğıdı almış evrakları iki günde hazırlayarak dilekçe yazdırmıştı bana, zorla! Durumumuz iyiyken bile bu duruma başvurduysa, babam beni o okula mutlaka gönderirdi. İstemeye istemeye dilekçeyi yazıp faksladığımda on beş gün içinde gelecek olan kararı beklemeye başlamıştım. Ben, inşallah kabul etmezler diye dua ederken, babam her secdeye indiğinde sesli bir şekilde, “Allah'ım kızıma hidayet ver,” diyordu. Allah’a dua ediyordu ama bana da mesajı yolluyordu.
Evimizin eski tadı tuzu kalmamıştı. Annem üzgün hâlde babamla benim aramı eskisi gibi yapmaya çabalarken, ablam karşı apartmana taşınan yeni polis komşumuza gönlünü kaptırmıştı. Bazen onun pencereden karşı binayı izlerken hâllerini gizli gizli gözetlemek moralimi biraz da olsa yerine getiriyordu. Benim aşka inanmayan ablamı âşık olduğunu görmek beni çok mutlu ediyordu. Gerçi o ne kadar âşık olduğunu kabul etmese de gözleri onu ele veriyordu. Dün gece Neşe ablayla gittiği kamptan sabahın erken saatlerinde gelmişlerdi. Neşe abla da kaldığı için olan biteni merak ettiğimden bir an önce yanlarına gitmek istiyordum. Zaten biraz daha evde dursam babam kulağımdan tuttuğu gibi fakülteye götürecekti beni.
“Azra, bakkala gidip iki ekmek alır mısın?”
Katladığım geceliklerimi dolaba yerleştirip, “Alırım anne,” diye bağırdım mutfağa doğru. Dizlerimin biraz yukarısında olan pileli eteğimi düzeltip deri ceketimi giydim üzerime. Bilgisayar masasının yanında bulunan bozuk paraları ceketimin cebine atıp odadan çıktım.
“Ben çıkıyorum anne.”
“Acele et, Sevim teyzene gideceğiz gün var bugün, ona yardım etmemiz lazım.”
Gözlerimi devirip ofladım. Gün demek soru demekti. Şimdi mahallenin bütün kadınları soru yağmuruna tutacaktı beni. Merdivenleri inip dışarı çıktım. Soğuk, tenimi yaksa da hızlı adımlarla bakkala doğru yürümeye başladım. Daha doğrusu koştum. Bakkalın kapısını tutup açacakken içerinden çıkan iri beden bedenime bodoslama dalıp beni yere düşürdü. Kalçamın acısından inleyip gözlerimi yumdum.
“İyi misiniz? Bir anda dönünce sizi fark etmedim. Lütfen kusuruma bakmayın.”
“Azra, kızım iyi misin?”
Gözlerimi açıp bana endişeyle bakan insanlara baktım. “İyiyim.” diyebildim acıyan popumu göz ardı ederek. Yere tutunup ayağa kalkacağım zaman, adam koltuk altlarımdan tutup hızla ayağa kaldırdı beni. “Bir yerinde ağrın varsa hastaneye gidebiliriz.”
“Teşekkür ederim, iyiyim ben. Lütfen bu koca bedeninizle sağa sola dönerken dikkatli olun.”
Kumral saçlarını arkaya doğru eliyle yatırdı. “Siz de büyük insanların ayaklarının dibinde dolanmayın. Maazallah ezilirsiniz falan. Yazık olur küçük bedeninize.”
Adama da bakın hele, koca bedeniyle neredeyse beni ezecekti bir de laf söylüyor utanmadan. Kaşlarımı çatıp, “Kaba adam,” deyip bakkalın içine girdim. Canım nasıl da acıyordu. İhsan abiden utanmasam popomu ovuşturacağım. Yüzüme endişeyle bakan adama gülümseyip, “İki ekmek alacağım,” dedim. Başını sallayıp arkasında duran kırmızı dolabın içinden iki ekmek çıkarıp poşete koydu. Teşekkür edip parayı uzattıktan sonra, dışarı çıkıp gözlerimi etrafta gezdirdim. O koca adam umarım gitmiştir. Bizim mahallede ne işi varsa, bu aralar yeni taşınan insanlar dolmuştu güzel mahalleme. Evde annemin beklediğini düşünüp eve doğru yürümeye başladım. Kaldırımda birbirleriyle oynayan iki kedinin başlarını sevip gülümsedim. “Ne kadar tatlısınız böyle.” Kediler yanımdan gidince rampayı çıkıp evimin önüne geldim. Apartman dairesini kapısını açıp merdivenleri koşarak çıktım. Annem geciktiğim için kızacaktı kesin. Kapıyı açıp içeri girdiğimde odasından çıkan babamla göz göze geldim. Sert bir şekilde yutkunup ceketimi sessizce çıkardım.
“Azra, geldin mi?”
“Evet anne.”
Ceketi portmantoya asınca babamla beraber mutfağa girdim. “Hızlı bir şekilde kahvaltınızı edin Sevim'e gideceğim.”
“Hanım, Sevim karşı binada oturuyor, acelen ne?”
Annem çay bardaklarını önümüze bırakıp babama gülümsedi. “Kadına yardım edeceğiz herhâlde, öyle yemeğe gitmek ayıp olur.” Oturmak için sandalyeye bakınıp etrafında döndü. “E nerede bu sandalye?”
“Al anne sen buna otur, diğeri balkondaydı.”
“Ne işi var mutfak sandalyesinin balkonda?”
Babam çıkardı dememek için, balkona çıkıp sandalyeyi aldım. Tekrar mutfağa girdiğimde annemin aceleci hareketleriyle kahvaltımızı yaptık. Bakışlarım sürekli babamın durgun yüzündeydi. Bir kere bile bana bakmıyordu. Kırgın, kızgın, dargındı. Her ne kadar onları dinlemeyi sevmesem de annemle odalarında konuşurken kulak misafiri olmuştum konuşmalarına. Ben okula gidinceye kadar yüzünü asacağını söylüyordu. Benim açımdan hiçbiri bakmıyordu. Her ne kadar haklı olsalar da bana gösterdikleri sert tutum canımı yakıyordu.
Kahvaltımızı yapıp mutfağı toparladıktan sonra annemle beraber Sevim teyzelere geçtik. Ben, ablam ve Neşe ablayla mutfağa geçip kısır, patates salatası, kek ve börek yapmaya başlamıştık. Ablamla, Neşe abla dün gece yaşadıkları olayları kendi aralarında konuşurken, ben sessiz bir şekilde patatesleri doğruyordum. Neşe abla her ne kadar beni konuya dâhil etse de ablam ben konuştuğumda konuşmuyordu. Onun bana olan soğuk davranışları gözlerimi yaşartıyordu. Aslında onun da canı yanıyordu ama o da babam gibi katıydı bana karşı. Okulu bıraktığım için neredeyse nefret edeceklerdi benden. Elimdeki salata tabağını tezgâhın ortasına itip ellerimi çeşmenin altında yıkadım.
“Ben salatayı bitirdim Neşe abla, bence bu kadar hazırlık yeter. Bu kadar yiyeceği nerelerine yiyecekler anlamıyorum?”
Neşe abla kahkaha atıp unlu ellerini yıkadı. “Haklısın valla, yiyorlar sonra da okulun oradaki parkta spor yapıyorlar zayıflamak için.”
“Bu gidişle onlar o kiloları zor verecekler.”
Neşe abla gülerek beni onaylarken, ablam sanki ben konuşmuyormuşum gibi kısırı karıştırıyordu. Kendimi istenmeyen biri olarak hissedip mutfaktan çıktım. Arkamdan Neşe ablanın, “Kızın üzerine çok gidiyorsunuz,” dediğini duysam da durup dinlemedim onları.
Bütün yiyecekler hazır olunca evi üstten toparlayıp misafirlerin gelmesini bekledik. Zil çalınca Sevim teyze ve annem kapıya doğru gidip açtılar. Toplu bir şekilde mahalleliyle anlaşıp gelen kadınlar sırayla içeri girip üzerlerindeki paltoları bizlere verdiler. Ben ve ablam paltoları portmantoya asarken, Neşe abla üstünü değiştirip yanımıza geldi. Alt katta oturan genç polislerin, yani hoşlandıkları adamların anneleri güne gelecekti. Sevim teyze ne yapmış ne etmiş insanları evine davet etmişti. Bu duruma Neşe abla zil takıp oynarken, ablam sessiz bir şekilde sevinmişti. Her ne kadar ben hoşlanmıyorum dese de yüz mimiklerinden duyguları belli oluyordu.
Kadınlar kahkahalar eşliğinde mahallede olup biteni konuşurken zil çaldı. Neşe abla halıya takılıp düşme tehlikesi atlatarak neredeyse kapının önüne uçtu. Ablamla kahkaha atıp onun kollarından tutup ayağa kaldırdık.
“Az ağırbaşlı ol Neşe.”
“Pınar şu an kalbim başka bir yerde atıyor. Sevgili kayınvalidem gelmiş ağır başlı olmak istesem de olamıyorum. İçimdeki oynak Neşe şaha kalkmış kıvır kıvır oynuyor.”
Neşe ablanın hâline gülmekten karnıma ağrılar girmişti. Zil ikinciye çalınca Sevim teyze salondan çıkıp koca göbeğiyle, “Çekiliverin,” dedi. “Niye açmıyorsunuz bu kapıyı? Aaa şunlara da bakın! Kapının önünde kıkır kıkır gülüyorlar.”
“Anneciğim sen dur ben açarım.”
Derin nefes alıp kapıyı açtı Neşe abla. Dört tane güzel giyimli zarif kadın, yüzlerindeki gülümsemeyle bizlere bakıyorlardı. Sevim teyze, “Hoş geldiniz,” deyip kibar kadınları içeri davet edip bizi gözleriyle öldürdü.
“Merhaba.”
Zayıf, sarı saçlı, mavi gözlü kadın Sevim teyzeye sarılıp geri çekildi. “Hoş geldiniz hanımlar buyurun içeri geçelim.”
Kadınlar gülümseyerek Sevim teyze önceliğinde salona geçtiler. Neşe abla, ablamla yanıma gelip gözleriyle kadınları gösterdi.
“Kız bunlardan hangisi benimkinin anası? Ben anlamadım valla.”
“Sarışın mavi gözlü olan sarışın polisin annesidir, neydi adı? He Selim, ablamın hoşlandığı polis.”
“Azra!”
“Ne? Doğru değil mi? Diğer kumral olanda seninkinin, yani Buğra'nın annesidir. Diğerlerini bilmiyorum.”
“Yürüyün içeride kadınları inceleyelim.”
Ablam gözlerini devirip içeri girdi. Kapının yanına dizilmiş sandalyelere oturup gülüşerek konuşan kadınları izlemeye başladık. Annem ve Sevim teyze gözleriyle servis yapın diye işaret verince üçümüz aynı anda ayağa kalkıp hazırladığımız tabakları misafirlere ikram ettik. Herkese dağıtıp kendimize tabak alarak yerimize oturduk.
“Neşe hanginiz?”
Kumral saçlı kadın gözlerini üçümüzün üzerinde gezdirip tatlı hâliyle sorduğu soruya, Neşe abla, “Benim,” diye cevap verdi yüksek sesle.
“Maşallah pek de güzelsin, ben de Buğra'nın annesiyim.”
“Aa öyle mi? Ben de diyorum ne kadar benziyor.”
Gözlerimi Sevim teyzeye çevirdiğimde Neşe ablaya bacağının yanından çatalı gösteriyordu. Kendi kendime kıkırdayıp kısırımı yemeğe devam ettim.
“Senin adın ne kızım?”
Annemin karşısında oturan kadın bana bakarak adımı soruyordu. Ağzımın içindeki kısırı yutup, “Azra, efendim,” dedim. Kadın sıcacık gülüşüyle, “Maşallah,” deyip yanında oturan sarışın kadının kulağına bir şeyler söyleyip bana döndü. Aman teyze beni oğluna beğenme sakın. Zaten başımda bir sürü olay var bir de bu olay çıkmasın.
“Okuyor musun kızım?”
“Hayır efendim, okumuyorum.”
“Dondurdu kaydını, seneye gidecek okula.”
Annemle ablam aynı anda bağırır gibi konuşunca yerime sinip gözlerimi annemin üzerine çevirdim.
“Okusun tabii, ileride mesleğini eline alması için iyi bir eğitim alması gerekir.”
Okul lafından tiksinmiştim artık. Yeter diye bağırasım vardı. Onlar aralarında bir şey konuşurken annemin, “Ne münasebet, Azra küçük.” dediği kulağıma ilişti. Kısa bir süre daldığımda annemi ne sinirlendirmiş olabilirdi ki? Babaannem, “Ne küçüğü, on sekiz yaşında,” demişti. “Sen benim oğlumla evlenirken ondan iki yaş büyüktün.” deyince konunun evlenme olduğunu anlamıştım. Bu muhabbetten sıkılınca oflayıp mutfağa gittim. Henüz oturmama fırsat kalmadan zil çaldı. Ağır adımlarla kapıya doğru gidip açtım. Gelen Neşe ablanın hoşlandığı genç polisti. “Merhaba,” dedim gergin bir şekilde sağa sola giden adama. Arkamdan biri bir anda kapıyı içeri çekince geri gidip kolumu sıvazladım. Ablam ve Neşe abla, pisler görürsünüz siz. İkisinin gövdesinden hiçbir şey göremediğim için yerimde zıplayıp Buğra denen adamı görmek istiyordum. Acaba oda Neşe abladan hoşlanıyor mudur?
“Geleyim mi içeri?” dediğini duyunca ablamla Neşe ablanın arasından geçip, “Gel enişte ayıpsın,” dedim. Üçü aynı anda, “Enişte mi?” diye bağırınca kahkaha atıp geri çekildim. Gözlerinden çıkan ateş parçacıkları onun da Neşe abladan hoşlandığını gösteriyordu. Zaten annesinin direkt Neşe hanginiz sorusundan belliydi. Neşe abla bacağımı cimcikleyince içeri girip ofladım. Ne olur beni de aranıza alsanız. Mutfağa girip tepsilerde olan yiyeceklerden azar azar yedim. On dakika sonra mutfağa Neşe abla gelince dolaptan aldığı tabağa börek ve diğer aperatif yiyeceklerden doldurdu.
“Bunun hepsini sen mi yiyeceksin?”
“Hayır tabii ki. Buğra'ya götüreceğim.”
Mutfağa gelen ablam Neşe ablanın elinden tabağı alıp bana verdi. “Sen bunu alt kat komşulara verip gel Azra. Bu şimdi giderse bir olay çıkar biliyorsun.”
“Tamam abla.”
Tabakla beraber evden çıktım. Merdivenleri inip alt katın dairesinin önüne gelince, zile basıp kapının açılmasını bekledim. Kapı açıldığında karşımdaki adamı görünce şaşırıp bir adım geri gittim.
“Hayırdır, sabah seni yere düşürdüğüm için izimi mi sürdün? Beni şikâyet mi edeceksin?”
Şaşkın hâlden çıkıp, “Ne münasebet,” dedim sesimi sert tutarak. “Ben Buğra enişteme kek getirdim, senin burada olduğunu bilmiyordum bile.”
“Enişte?”
Omzumu silkip, “Çağırır mısınız?” dedim karşısındaki adama bakmayarak.
“Çağıralım bakalım.”
Uyuz olmuştum ben bu herife. Buğra abi kapıya gelince tabağı ona verip üst kata çıktım. Portmantodan ceketimi alıp giydim. Daha fazla bu kadar insanın arasında kalamazdım. Eve gidip yatağıma gömülmek istiyordum. Ablama eve gidiyorum deyip kapıdan çıktım. Merdivenleri inerken alt katın dairesinin kapısı gürültülü bir şekilde açıldı. Sabah beni yere düşüren adam kapıyı kırar gibi kapatıp yüzüme baktı. Sert bakışlarından irkilip ne yapacağımı bilemedim. Hayır, yürüsene ne duruyorsun, değil mi?
“Niye bakıyorsun?”
Kalın dudaklarının arasından çıkan gür sesi kalbimin atışını hızlandırdı korkudan. Dalgınlığıma gelip bakmıştım. Bağırmasına gerek yoktu. Gözlerim dolunca içimden ona saydırarak merdivenleri inmeye başladım. O da koca gövdesiyle merdiven basamaklarını ezer gibi iniyordu gürültüyle.
Kapının önüne gelince aynı anda kapının kolunu tuttuk. Ellerim sıcak eline değince hızla geri çekip başımı yere eğdim. Burnundan nefes alıp verince başımı kaldırıp öfkeli bakışlarıyla göz göze geldim. Buda neydi böyle? Sanki ben ona çarpmışım gibi kaşlarını çatmış, şiş olan pazularını sanki daha fazla şişirecek gibi gözlerimin içine sokarcasına dikleşiyordu karşımda. Henüz üç kez gördüğü insana düşmanca bakmasının sebebi ne, anlamış değildim.
“Daha ne kadar beklemeyi düşünüyorsun?”
İrkildim. Geri gidip, “Anlamadım,” dedim. İri gözlerini devirip demir kapıyı sonuna kadar açtı. Oha ama, ben iki elimle eşek ölüsü gibi olan kapıyı açmak için nefes nefese kalırken adam tek eliyle kolaylıkla açmıştı kapıyı.
“Pekâlâ, sen dikilmeye dur ben kibarlık yapıp önden gideceğim.” deyip kapıdan çıktığı gibi gitmişti. İnsan bir dururda önden geçmem için müsaade eder. Gerçi onun gibi kaba adamlar nereden bilsin kibarlığı… Sabah bakkal, akşam apartman dairesi... Umarım seninle bir daha karşılaşmam ukala herif. Nerde değişik insan var beni buluyordu. Kapanan kapıyı zorla açıp dışarı çıktığımda hâlâ kapının önünde dikiliyordu. Madem gitmeyecekti neden acelesi varmış gibi davrandı ki? Omzumu silkip yanından geçerek eve doğru yürüdüm.
“Küçük kız?”
Kaşlarımı çatıp olduğum yerde durdum. Omzunun üstünden onun iri bedenine bakıp, “Buyurun Dev Bey?” dedim. Dudağı kıvrılır gibi olunca yüzünü eski sert hâline getirip kaldırımdan aşağı indi.
“Özür dilerim kalbini kırdığım için.”