Yıkılmış bir binanın en dibine doğru hızlı bir şekilde düşüyordum. Enkazda oluşan büyük kaya parçaları beni sağa sola savuruyor, her biri kemiğimin kırılmasına neden oluyordu. Zifiri karanlıkta gözlerimi açtığımda üzerime doğru hızla gelen iğrenç herifi gördüm. Nefesim sanki yeni yeni kapalı bir ortamda olduğumu fark etmişim gibi kesiliyordu. Elimi boğazıma bastırıp, hırıltıyla nefes almaya çalışıyordum. Olmuyordu, nefesim çıkmıyordu. Kalbimin yerinden çıkacak gibi atması bu yolun sonunda olduğumun haberini veriyordu. Ta ki birinin sırtımdan beni yukarı itişi, karanlık alanın ışığa kavuşmasını, kesilen nefesimin geri gelmesini sağlamıştı.
Gözlerimi açtığımda şerefsizin eteğimi çıkarmaya çalıştığını gördüm. Başımı iki yana salladım. Bacağımı bir hızla kendime çekerek tüm gücümle yüzüne tekme savurdum. Aldığı darbeden sersemleşip geri gitti. Hıçkırarak acımadan korkmadan yüzüne ardı sıra tekmelerimi attım. Onun bana dokunduğu gibi ben de ayağımın altıyla yüzüne sürekli; vurdum, vurdum, vurdum; ta ki bayılıncaya kadar. Kalçamın üzerinde geri geri giderek sırtımı masaya yasladım. Canım çok acıyordu. Etimi parçalıyorlardı. Ben nasıl yaşayacaktım bundan sonra, ben nasıl bu okulda okumaya devam edecektim? Aileme nasıl bahsedecektim bu durumdan? Babamın hasta kalbi dayanamazdı bu acıya.
Saçlarımı çekip omuzlarım sallana sallana bağırarak ağladım. Yüzü kanlar içinde olan şerefsiz geleceğimi almıştı elimden. Bir daha bu okula adımımı atamazdım. Bacakları kıpırdayınca masanın üzerinden destek alarak ayağa kalktım. Sersem bir hâlde gözlerimi etrafta gezdirdim. Hiçbir yerde anahtar yoktu! Nereye koymuştu lanet olasıca? Masanın üzerini kontrol ettikten sonra sessiz ağlayışım hıçkırığa dönüştü. Ben burada bu kadar acı çekerken, bağırırken bir Allah'ın kulu sesimi duymuyordu.
Tüm bedenim titreyerek şerefsize yaklaştım. Onun bana tekrar dokunma düşüncesi kalp krizi geçirecek kadar korkutuyordu beni. Parmak uçlarımı yavaş bir şekilde sağ ve sol cebine soktum. Sol cebinde olan anahtarı yavaşça çekerken hızla bileğimi tuttu. Korkudan gözlerimi kocaman açıp, çığlık attım tüm gücümle.
“Eğer birine bir şey söylersen sen suçlu olursun ben değil. Bu odaya kendi isteğinle geldin. Soruları almak için kadınlığını kullandın. Ben istemediğimi söylediğim hâlde sandalyeyi yüzüme vurup beni yere düşürdün. Sonra defalarca suratıma tekme attın. Hayatın bitti Azra Yılmaz.”
“Sen adinin tekisin, şerefsiz. Seni mahvedeceğim. Bugün olmasa da elbet bir gün bu yaptıklarını sana ödeteceğim. Yüzümü hiçbir zaman unutma, öyle bir karşına geleceğim ki erkek olduğun için kendinden utanacaksın. Unutma, benim inandığım Allah kimsenin ahını kimsede bırakmaz.”
Suratına tükürdüm hıçkırığımı içime hapsederken. Ayağa kalkıp erkekliğine sert bir şekilde tekme savurdum şerefsizin. Pis nefesiyle inledi. İki büklüm hâline iğrenir gibi baktım. Arkamı dönüp kapının önüne düşen çantamı aldım hızlı bir şekilde. Ellerim titreyerek anahtarı kapının kilit yerine soktum. Kapı açıldığında derin nefes alıp bedenimi dışarı attım. Dağılan saçlarım, perişan olmuş kıyafetlerimle boş koridorda kurtuluşa doğru yürüdüm. Ben tacize uğramıştım, bedenime dokunmuşlardı. Hayallerimi kirletmişlerdi. Elimi duvara dayayıp merdivenin başında dizlerimin üstüne çöktüm.
“Anne! Annem çok korkuyorum, gel beni al.”
Kızaran avuç içimi parçalarcasına yere defalarca vurdum. Kim inanırdı bana? Çığlımı kim duyardı? Ben masumdum, benim bir suçum yoktu. Ben o odaya gitmek istemedim. Ben masumum, masum!
Omuzlarımdaki ağırlıkla alnımı soğuk mermere dayadım. Bu kadar kolay olmamalıydı, bu yaptığı yanına kalmamalıydı. Benim bir suçum yoktu.
“İyi misiniz?”
Başımı ağır bir şekilde yerden kaldırdım. Merdivenleri çıkan takım elbise giymiş adam ve kadına hissiz bir şekilde baktım. İyi miydim? Az önce tecavüze uğrayacaktım. Çığlığım eminim tüm koridoru inletmişti. Kimse sesimi duyup gelmemişti. Şimdi güzel giyinmiş iki insan bana, “İyi misin?” diyordu. Değildim! Bundan sonra iyi olacağımı da sanmıyordum.
Güçlü adımlarla ayağa kalkıp onların gözlerinin içine baka baka merdivenleri inmeye başladım. Yüzümdeki garip ifade tuhaflarına gitmiş olacak ki birbirlerinin yüzlerine bakıp ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorlardı.
Merdivenleri perişan hâlde indim. Üstümü başımı düzeltmeden okulun çıkışına doğru yürüdüm. Turnikeden geçerken güvenlik bana doğru gelip beni gözleriyle baştan aşığı inceledi. Kalın kaşlarını çatıp, “İyi misiniz?” diye sordu, aklından geçenleri tahmin etmek zor değildi.
“İyi olacağım.”
“Kötü bir şey mi oldu?”
Anlatsam yardımcı olur musun? Sen elimi tutup bu kız tacize uğradı der misin? Ya da karşımda olup, ne işi vardı o odada, gitmeseydin, giymeseydin kısa eteği, der misin? Başımı iki yana sallayıp, “Azra Yılmaz bu sabah öldü.” dedim gözlerimi okula çevirerek.
Güvenliğin sersem hâlini umursamayıp okuldan çıktım. Vızır vızır geçen arabaları görmezden gelip caddenin ortasından karşıya geçtim. Gözyaşlarım yine akmaya başlamıştı. Yağmurun yağacağını haber veren şimşek ve gök gürültüsü tepemde kendini belli ediyordu. Akan yağmur damlasıyla birlikte hıçkıra hıçkıra ağlayarak yürüdüm sahil yolunu. Ucu görünmeyen ufka doğru gidiyordum. Yağmurdan kaçan insanlara rağmen, olduğum yerde durup ellerimi iki yanda yumruk yapıp avazım çıktığı kadar çığlık attım. Boğazım yırtılana kadar bağırdım. Benimle birlikte gök gürledi, şimşek çaktı. Hayallerim bu sabah bitmişti. Bir daha, değil bu okulun içine girmek, önünden geçeceğimi sanmıyordum. Belki yakın bir zamanda değil ama bir gün mutlaka o şerefsizin yaptığını yanına bırakmayacaktım.
Mahalleme geldiğimde içimdeki korku biraz da olsa azalmıştı, kendimi daha güvenli hissediyordum. Yağmurdan sırılsıklam olmuş bedenim, titremekten yürümemi zorlaştırsa da evimin sokağında olmak güven veriyordu ruhuma. Binanın demir kapısını itip içeri girdiğimde omzumu duvara yaslayıp dudaklarımı ısırdım. Şimdi ağlayamazdım, ailemin öğrenmemesi için güçlü durmalıydım. Yaslandığım duvardan çekilip basamakları tek tek çıkmaya başladım. Evime yaklaştıkça ne kadar ağlamak istemesem de gözyaşlarım şelale gibi akıyordu. Kapının önüne gelince gözyaşlarımı koluma silip çantamın içinden anahtarı aldım. Gözlerimi kapatıp kısa bir süre düşündüm. Yardım et Allah’ım. Ellerim titrerken kapıyı zorla açtım. Evimin sıcacık havası burnuma iliştiğinde şimdi daha iyi anlamıştım, insanın en güvenli yerinin evi olmasını.
Işığı yakıp karanlık holün aydınlanmasını sağladım. Ev sessiz olduğuna göre bizimkiler evde değildi. Çantamı yere atıp banyoya koştum. Üzerimdeki kıyafetleri çıkarıp sıcak suyun altına girdim. Kaynar su bedenimden aşağı akarken raftan vücut şampuanımla lifi aldım. Boynuma, yüzüme, ellerime, saçıma bastıra bastıra sürttüm. Pis dokunuşlar kaynar suyla yok olup giderken, ruhumun üzerindeki dokunuşlar hâlâ olduğu yerde duruyordu. Lif elimden kayıp yere düştüğünde bedenimde yanında yer aldı. Ellerimi başımın iki yanına koyup göğsümden kopan fırtınayla bağırdım.
“Allah'ım yardım et bana. Yardım et unutayım olanları. Lütfen güç ver bana, o şerefsizin yaptıkları yanına kalmasın. Lütfen güç ver onu mahvedeyim. Ne olursun Allah'ım yardım et bana. Kimseye söyleyemem. Korkuyorum, korkuyorum, korkuyorum…”
Ben o odaya isteyerek gitmemiştim. Beni o zorlamıştı. Bana iftira atıyordu. Kime anlatsam yanımda olurdu ki, kime söylesem benimle beraber savaşırdı? Aileme söyleyemezdim. Babam hasta bir adamdı, gözünden sakındığı evladının başına böyle bir olay geldiğini duysa yıkılırdı. Ona bir şey olmasını ölsem de istemezdim. Şu an bir çıkış yolu bulamasam da elbet bir gün hakkımı savunacaktım. Suyun altında kaç saat durduğumun farkında olmadan yerde yatıyordum. Banyonun kapısına biri vurunca yerden doğrulup suyu kapattım.
“Azra?”
Annemdi. Ağrıyan başımı tutarak ayağa kalktım. Başım dönünce çamaşır makinasına tutunup derin nefes aldım. Kendime gelmem lazımdı, güçlü olmak zorundaydım.
“Azra, iyi misin kızım?”
Gözlerimi kapatıp açtım. “İyiyim anne,” dedim gür sesimle. Sesimden bir şey olduğunu hemen anlardı. Onun anlamaması için her zamanki gibi güçlü sesimle bağırmıştım.
“Tamam kızım. Yemek hazırlıyorum, acele et.”
“Tamam anne.”
Beyaz aynalı dolabın önüne gelip, buharlaşmış cama avucumu bastırarak sildim. Karşımda gördüğüm kız ben olamazdım. On sekiz yaşındaki Azra Yılmaz olamazdı bu kız. Kan çanağına dönmüş gözler, birbirine girmiş saç telleri, dudağının kenarındaki yara. Başımı iki yana sallayıp dudaklarımı ısırdım. Göğsüme gelen bağırma isteğini içime hapsedip elimi ağzıma bastırdım.
Ben doktor olacaktım!
Lavaboya tutunarak dizlerimin üzerine çöktüm. Alnımı beyaz mermere vurdum canımın acısını boş vererek. Beyaz önlüğü giyemeden elveda demiştim. “Azra?” Ablamın sesiyle irkilip elimi göğsüme bastırdım.
“Canım iyi misin? Eve geldiğimden beri banyodasın. Geleyim mi yanına?”
“İyiyim abla, geliyorum.”
“Tamam güzelim.”
Ailemi daha fazla telaşlandırmamak için, dolaptan beyaz bornozumu alıp giydim. Saçlarımı da baş havlusuna sarıp derin nefes aldım. İyiyim ben. Kapıyı açıp odama hızla geçtim. Ablam pencerenin önünden yanıma gelip yüzüme dikkatli bir şekilde baktı. Gözleri kocaman açılmış bana ne olduğunu çözmeye çalışıyordu.
Abla bugün kardeşine dokundular. Onun okuma hayallerini elinden aldılar. Ona sarılıp gözlerimi sımsıkı kapadım. Ağlamayacaktım.
“Meleğim, iyi misin? Bir şey mi oldu?”
“Hastayım abla, kendimi iyi hissetmiyorum.”
“Dur bakayım.”
Telaşla geri çekilip elini yüzümün her yerinde gezdirmeye başladı. Hasta olduğum düşüncesi onu bu denli korkuturken, tacize uğradığımı öğrense o pisliği parçalara ayırırdı. Gözünden sakındığı kardeşinin canını acıttıklarını bilse o okulu başlarına yıkardı.
“Ateşin var, babama haber vereyim hemen hastaneye gidiyoruz.”
Odadan çıkacağı zaman elini tutup, “Dur,” dedim. “Uyusam geçer. Bugün yağmurda kaldım, üzerimde kırgınlık var.”
“O zaman yemek ye sonra ilaç içip uyu.”
“İştahım yok abla. Hemen uyumak istiyorum.”
İtiraz eder gibi başını iki yana sallayıp dolaba doğru yürüdü. Beyaz dolabın kapağını açıp eşofmanlarımı ve iç çamaşırlarımı alıp yanıma geldi. Tebessüm edip bornozu yere indirip yatağa oturttu beni. İç çamaşırlarımı giydirmek için yere eğildiğinde gözlerimden yaşlar yine akmaya başlamıştı. Külotumu kalçamdan geçirip, yatağın üzerinde duran sutyenime uzandı. Onu giydireceği zaman durdu. Gözleri göğsümün üstünde dolaşınca başını ağır bir şekilde yüzüme çevirip kaşlarını çattı.
“Nasıl liflendin kızım, beyaz tenin kırmızı olmuş.”
Omzumu silkip sutyenimi giydirmesini izledim. Eşofmanlarımı da giyince yatağa uzandım.
“Çorba getireceğim sakın uyuma.”
İstesem de uyuyamam. Gözlerimi her kapadığımda o herifin bakışları gözlerimin önüne geliyor. Başımı yastığa bırakıp cama vuran yağmur damlaların sesini dinledim. Gözlerimi kapatsam ve bir daha açılmamak üzere uyusam ne güzel olurdu.
***
Kötü olayın üzerinden iki gün geçmişti. İki gündür hastalığımı bahane edip okula gitmiyordum. Ailem bendeki değişikliği fark etse de hasta hasta okula gidemeyeceğim için bir şey demiyorlardı. İki gündür yatağımdan hiç çıkmıyordum. Hayata küsmüş, kendimi cezalandırıyordum. Keşke diyordum, keşke o odaya gitmeseydim. Ben salak bir insan değildim. Nasıl inanmıştım o pisliğe, kendime inanamıyordum. Nerede görülmüş koskoca profesörün öğrencilerine sınav sorularını verdiği? Benden önce başka kızlarda olmuş, onlar da benim gibi korkup susmak zorunda mı kalmıştı? Ya da sınav sorularını alıp bu olaya göz mü yummuşlardı, hiç bilmiyordum. Nefret ediyordum o okuldan, uçkurunu düşünen erkeklerden iğreniyorum.
Yorganın altında bunalıp başımı dışarı çıkardım. Annem, Sevim teyzeyle gülüşerek sesli bir şekilde konuşuyordu. Sürekli yatmanın bana faydası olmayacağı için yataktan kalkıp pencereye doğru yürüdüm. Dışarıda yazı aratmayan sıcaklık vardı. Çocukların kimi top oynuyor, kimi ip atlıyordu. Onların cıvıl cıvıl hâli bile içimi ısıtmıyordu. Ellerimi kollarıma sürtüp ağır adımlarla içeri geçmek için yürüdüm. Annem ve Sevim Teyze mutfakta, babam ise salonda oturuyordu. Ayaklarım babamın yanına doğru yol aldı. Babam beni görünce okuduğu gazeteyi lacivert koltuğun üstüne bırakıp, eliyle yanına oturmam için işaret verdi. Ellerimi ruhum gibi siyah olan kazağımın eteklerine uzatıp sıktım. Babama yürüdükçe onun beni okutmak için çabaladığı anlar gözlerimin önüne birer birer gelmeye başladı. Yılların yükünü tek başına üstüne almış bir adama okulu bırakacağımı nasıl söyleyecektim. Gözlerim sulanınca başımı eğip parmak uçlarımı bastırdım. Yanına oturduğumda beni kolları arasına alıp alnıma güven veren öpücüğünü kondurdu.
Babam olsun bu hayatta, başka hiçbir şeyim olmasın.
“İyi misin kızım?”
“İyiyim babacığım.”
Güldü. “İyi ol meleğim, siz hasta olunca üzülüyorum.”
Ölsem de söyleyemezdim yaşadığım o kötü olayı babama. İki gündür düşünerek verdiğim kararı işleme koymak için yarından itibaren farklı davranacaktım. Belki ailem bana çok kızacaktı ama yıkılmayacaklardı. Yanağını öpüp, “Seni çok seviyorum,” dedim başımı sıcacık göğsüne bastırarak.
“Ben de seni meleğim.”
Akşamı da ettikten sonra ertesi güne güçlü bir şekilde uyandım. Her zamanki gibi okula gidiyormuş gibi çantamı hazırlayıp evden çıktım. Okulu bırakmak istediğimi aileme hemen söylemeyecektim, eğer söylersem bir şey olduğunu anlarlardı. Bir süre böyle idare edip onlara kararımı söyleyecektim. Bu karar benim için zor olsa da mecbur uygulayacaktım. O okula gidip, o pislikle karşılaşmak, onu hatırlatan koridorlarda ve sınıflarda dolaşmak istemiyordum. Belki daha sonra farklı bir okulda eğitim hayatıma devam ederdim ama şimdi gitmek istemiyordum.
Havada pastırma sıcakları varken sahile gelip güneşli havanın ve denizin ferah kokusunun tadını çıkardım. Oturduğum kayalıklardan denizin görünmeyen ucunu izlerken, benimle beraber bu olayları yaşayan kadınları, çocukları, erkekleri düşündüm. Bu travma kolay kolay atlatılacak bir olay olmasa da güçlü olacaktım.
Unutmayacaktım!
O pisliğe olan nefretimin her zamankinden fazla büyümesi için unutmayacaktım. Hoş, unutmak istesem de unutabileceğimi de sanmıyordum. Gözlerimi kapadığımda kemerini çıkarışını, üzerime gelişini hafızamdan silebileceğimi düşünemiyordum.
Bakışlarımı denizden çekip etrafta dolaşan insanların üzerinde gezdirdim. Her birinin yüzünde gülümseme vardı. Ben de gülmek istiyordum eskisi gibi. Ben de mutlu olmak istiyordum. Acı çekmek istemiyordum.
Çantamdan telefonumun melodisinin sesi gelince gözlerimi insanlardan çekip, çantamın içinden telefonumu aldım. Pelin arıyordu. Derin nefes alıp, “Efendim,” dedim düz sesimle.
“Azra?”
“Benim, Pelin.”
“Neredesin kızım? Üç gündür okula gelmiyorsun merak ettim seni. Telefonunda kapalı kaç gündür. O gün hiçbir şey demeden okuldan gitmişsin.”
Gözlerimi kapayıp, “Acil eve gitmem gerekti.” dedim. Bu aralar ne çok yalan söyler olmuştum ben.
“Kötü bir şey olmamıştır inşallah?”
“Okulu bırakacağım Pelin, babamın işleri kötüye gidiyor. Mecbur çalışmam gerekli.”
“Şaka yapıyorsun.”
Şaşkın sesi beni gererken, ailemin bu kararımı duyunca nasıl tepki vereceğini düşünmek bile istemiyordum.
“Maalesef şaka yapmıyorum. Şartlar böyle olmasını gerektiriyor.” Ofladı.
“Ben sana yardımcı olurum. Gerekirse beraber yarım gün işe girer kazandığımız parayı okulun harçlığına yatırırız. Sen çok başarılı bir öğrencisin Azra, kendine yazık etme.” Güldüm, neşeden uzak bir şekilde. “Böyle olmak zorunda Pelin, yardımın için çok teşekkür ederim. Kısa bir sürede birbirimizi tanısak da iyi ki karşıma çıkmışsın. Hayatın boyunca hep başarılı ol. İyi bir cerrah olup aileni mutlu et.” Dudaklarım titremeye başlayınca dişlerimi etime geçirip, yanaklarıma akan gözyaşlarımı sert bir şekilde sildim. O da ağlıyordu. Telefonun diğer ucunda, yeni tanıdığım arkadaşım benim için ağlıyordu.
“Ağlama,” dedim boğuk sesimle.
“Çok kötü oldum. Sen çok başarılıydın Azra, doktor olmayı çok istiyordun, bu kadar kolay olmamalı. Devletten yardım isteyelim.”
Başımı iki yana sallayıp elimi saçlarımın arasına geçirdim.
“Bazen hayat istediklerimizi bize vermiyor, Pelin. Hayatın boyunca hep başarılı olmanı diliyorum. Umarım bir gün seninle tekrar karşılarız.”
“Görüşmeyecek miyiz?”
Ağlamaktan boğuk çıkan sesi içimi parçalasa da acı çektiğimi ona belli etmek istemiyordum. Denizden gelen tuzlu suyun kokusunu içime çekip, “Sen istersen görüşürüz,” dedim. “Ama derslerden boş vakit bulursan, biliyorsun bu sene ilk yılın olduğu için çok çalışmalısın.” Güldü. “Ben senin için boş vakit bulmaya çalışırım, merak etme.” Gülümsedim. “Şimdilik hoşça kal yeni tanıdığım kalbi güzel dostum. Allah'a emanet ol.”
“Sen de Azra. Beni her zaman arayabilirsin.”
“Sen de kendine iyi bak.”
“Sen de…” deyip kapadı telefonu. O bile bu duruma bu kadar üzülürken ailemi düşünemiyordum. Umarım hayat bundan sonra yaşamak için kolay olurdu benim için...